Maçın gidişatı bir yana, en çok dikkatimi çekenlerden biri Melih Şendil'in İbrahim Altınsay ile ortaklaşa anlatımıydı. Pozisyonlar hakkında gayet subjektif yorumlara girdi, fikrini belirtti ve Altınsay ile zaman zaman şaka yollu anlatıma girmekten de kaçınmadı Şendil. Yani zaten zevkli geçen bir mücadeleye ayak uydurup hem kendi zevk aldı hem de ekran başındakileri sıkmadı.
Ligimizde zaten maç öncesi ve devre arası haricinde yorumcuyu olaya dahil etme gibi bir durum yok. Spikerlerimiz de (Şendil dahil) kuru kuruya maç anlatıyor. "X aldı, pasını verdi, Y'den hoş bir çalım, vurdu ve aut..." Maç anlatımında tüm olay bundan ibaret olmamalı halbuki, tıpkı Okay Karacan'ın Aceto'da bahsettikleri gibi. Gerçek şu ki, Türkiye'de teknik direktörler ve futbolcular kadar olmasa da spikerler ve yorumcular da yoğun baskı altında aslında. Herhangi bir yerde topluca maç izleyen herkes şahit olmuştur buna: takımın yenikse veya kötü oynuyorsa yapılan her yoruma adeta havadan nem kaparcasına paranoyakça yaklaşır burada insanımız. Spikerin (ve varsa yorumcunun) söylediği her söz onun takımının aleyhinedir (!) çünkü.
Kısacası kamuoyu baskısı yüzünden memlekette maç anlatımı da dolaylı yönden kısıtlanmakta. Bununla kalsa yine iyi, Şampiyonlar Ligi'nde veya Doğan Medya Grubu'ndan herhangi bir kanalın yayınladığı her maçta İlker Yasin, Emre Tilev, Ertem Şener gibilerine mahkum kalmak daha da kötü. Halkın geneli buna daha alışkın ve bunu istiyor çünkü. Buna göre; yapılan yorumlara kafa yormak ve düşünce üretmek kenarda dursun, bağırıp çağıran ve sözde heyecan yaratan spikerler iş görür işte...
0 yorum:
Yorum Gönder