Subscribe Twitter Twitter

28 Şubat 2011

Giggs'ten Sonrası



Manchester United Wigan deplasmanındayken çekilen bu fotoğraf, sadece birkaç saniyeliğine var olmuş bir sahne olabilir. Ama şahsen benim kulüp hakkındaki düşüncelerimi bire bir yansıttığı için koydum bloga. Maç 1-0 United lehine giderken Giggs, tıpkı önündeki Bobby Charlton gibi tüm dikkatini sahaya vermiş. Biri futbol hayatının son yıllarında takımının "en genci", diğeri ise 74 yaşında bir kulüp efsanesi. Öte yandan takımın gençleri Bebe ve Obertan'a bakıyoruz ama biri telefonuyla, diğeriyse iPod'u ile meşgul.


Bu takımda Ferguson'un emekli olmasına çok zaman kalmadı. Giggs ve Scholes gibi kulübün "evlatları" da kariyerlerinin sonbaharında artık. Profesyonellik abidesi Van der Sar sezon sonunda eldivenleri asarken, Neville o kadar bile bekleyemedi. Vidic, Carrick, Evra, Park ve Berbatov gibileri ise 30'una merdiven dayadı. Gençlerden Chicharito, Rafael ve artık Smalling haricinde "işte budur" dedirtecek bir umut yok. Ve elde transfere oldukça az imkan veren kötü bir finansal tablo var, ki kulüp geçtiğimiz sezonu 80 milyon £ zararla kapamıştı hatırlarsanız.


Sonuç olarak Manchester United, en fazla birkaç yıl içinde gerçekten önemli bir geçiş dönemi yaşayacak. Bu noktadan sonra parası bol komşusunun gölgesinde kalma tehlikesi bile mevcut. Giggs, Scholes ve hatta Beckham'ın izinden gidebilecek yeni yetenekler çoğunlukla soru işareti doğuruyor. Üstüne bir de yukarıdaki fotoğrafı ekleyince karamsar tablo derinleşiyor iyice. 


2008 Şampiyonlar Ligi ödül töreninde takımı kupa törenine götüren Bobby Charlton'dan başkası değildi. O an, tarih sahibi bir kulübün bunu ne kadar güzel koruduğuna dair hiç unutamayacağım bir örnektir. Aynı zamanda bir efsanenin kulübünden nasıl kopamayışının da belgesi... Yıllar sonra Giggs'i Charlton'ın yerinde görürüz muhtemelen. Ama ya Bebe ve Obertan gibileri ne olacak? United'ı bekleyen asıl tehlike hepsinden önce bu.

Daimî İkinci


Futbol dünyasında "ikinci" veya "finalist" kelimelerinden birini duyunca aklıma hemen 2001/02 sezonundaki Bayer Leverkusen gelir. Rüya gibi geçen sezonda ligi ikinci bitiren takım aynı zamanda Şampiyonlar Ligi ve Almanya Kupası'nda tabiri caizse direkten dönmüştü. Hatta aynı takımdan Ballack, Schneider, Ramelow ve Neuville kabustan uyanır uyanmaz kendilerini Almanya forması ile dünya ikincisi olarak bulmuştu.

Leverkusen'in durumu tek atımlık. Ama ikinci olmayı neredeyse alışkanlık haline getiren isim Arsene Wenger diyebilirim. Kendisine sonsuz saygım vardır, hatta Arsenal'i gayet sevme nedenim de idealistliği ve yöntemleri sayesinde odur. Ama iş kupa kazanmaya gelince tam anlamıyla bir uğursuzluk var ortada. Öyle ki, 15 yıllık Arsenal macerasında katılıp da ikinci bitirmediği turnuva kalmadı Wenger'in.

Malum süreç içinde takımını üç kez lig şampiyonu yapan Wenger, 5 kez de ikincilikle yetindi. Mayıs 2000'de nispeten üstün oynadığı maçta Galatasaray'a UEFA Kupası finalinde kaybetti. Ertesi sezon ise FA Cup finalinde bu sefer Liverpool'un bileğini bükemedi. 2005/06 sezonunda ilk kez finaline çıktığı Şampiyonlar Ligi'nde ise rakibi, tarihin en iyi takımlarından birini kuran Barcelona idi. Öne geçmesine rağmen 10 kişi kaldığı   o maçı da boynu bükük bitirdi Wenger.


Ertesi sezon Carling Cup'ta bu kez Chelsea'ye kaybeden Wenger, dünkü maça kadar başka bir finale çıkamayacağından habersizdi elbet. Bu sefer de Birmingham karşısında dandik bir hatayla yine ve yine kupaya uzaktan baktı sadece. Son zaferi olan 2005 FA Cup şampiyonluğu, ufukta gün geçtikçe muğlaklaşıyor. O ise ideallerinden vazgeçmiyor. Varsa yoksa gençlik diyor ve halen sabrediyor. Ben yine de kendimce takdir ediyorum.

Kendi takımım da varsın yıllarca şampiyon olamasın ama sebebi bu oluversin. Şu sıralar o bile çok uzak ihtimal...

27 Şubat 2011

Şapka

26 Şubat 2011

Ronaldo - Corinthians - Tevez


Geçtiğimiz haftaya damgasını vuran olaylardan biri, Corinthians forması giyen orijinal Ronaldo'nun futbolu bırakma haberiydi. Çok sevdiği mesleğini sakatlıklar ve kiloları yüzünden bırakmak zorunda kalması, Fenomen'i kendi deyişiyle ilk ölümüne götürmüştü. Son söylentiler ise, teknik direktörlüğe Gullit'i getiren Rus takımı Terek Grozny'nin Ronaldo'yu transfer etmek için tam 8 milyon $'ı gözden çıkardığı yönünde.

Diğer yandan Corinthians'ın malum forvet eksikliğini eski oyuncusu Tevez ile kapatacağı da söylenenler arasında. Kaynak ise, bu iki özne yan yana geldiğinde bilenleri şaşırtmayacak cinsten: Tevez'in 'kadim' menajeri ve adeta 'sahibi' olan Kia Joorabchian. Gerçi sonradan yeni bir açıklama yapma gereği duydu ve Tevez'in en az 3 yıl daha Avrupa'da kalacağını belirtti ama ne kadar karanlık bir adam olduğunu anlatmaya gerek yok.


İlk söylenti gerçek çıkar ve Ronaldo Çeçenistan yolunu tutarsa, futbolda paranın yükselen gücüne tekrar şahit olacağız. Ama belki de bir fenomeni sahalara geri döndürdüğü için de mutlu olacağız bir nebze. İkinci haber gerçekleşirse de Tevez'in bir menajer elinde nasıl oyuncak olduğunu anlatan filmi yine göreceğiz. Biri kilolu, daimi sakat ve 34 yaşında ama kararlarını kendisi verebiliyor. 27 yaşındaki Arjantinli ise günümüzün en formda ve yetenekli forvetlerinden ama çok mutsuz ve menajerinin zincirlerinden hiç kurtulamadı.

Seçme şansınız olsa hangisinin yerinde olmak isterdiniz peki?

25 Şubat 2011

Haftasonu Gelince...



25 Şubat Cuma
20:00 Bucaspor-Bursaspor / Lig TV
21:30 Wolfsburg-M'Gladbach / TRT 3 & TRT HD

26 Şubat Cumartesi
14:00 Diyarbakırspor-Boluspor / TRT 1
14:00 Ankaragücü-Gençlerbirliği / Digi Kanal
16:00 İBB-Galatasaray / Lig TV
16:30 Schalke 04-Nuremberg / TRT HD & TRT 3
17:00 Wigan-Manchester United / Spormax & PL TV
17:00 Gaziantepspor-Eskişehirspor / Digi Kanal
19:00 Atletico Madrid-Sevilla / NTV Spor
19:00 Fenerbahçe-Kasımpaşa / Lig TV
19:30 Bayern Munih-Dortmund / TRT HD & TRT 3
21:00 Mallorca-Barcelona / NTV Spor
21:45 Juventus-Bologna / TV8 & Spormax
22:00 Bordeaux-Auxerre / Kanal A
23:00 Deportivo-Real Madrid / NTV Spor

27 Şubat Pazar
13:30 Giresunspor-Gaziantep BB / TRT 6
13:30 Güngören Belediyespor-Ç.Rizespor / TRT 5
13:30 Tavşanlı Linyitspor-Adanaspor / TRT 1
14:00 Karabükspor-Konyaspor / Digi Kanal
15:30 West Ham-Liverpool / Spormax & PL TV
15:30 PSV-Ajax / Beyaz TV
16:00 Cagliari-Lazio / TV8
16:30 E.Frankfurt-Stuttgart / TRT HD & TRT 3
17:00 Manchester City-Fulham / Spormax
17:00 Sivasspor-Manisaspor / Digi Kanal
18:00 Arsenal-Birmingham / NTV Spor (Carling Cup Cup Final)
18:00 PSG-Toulouse / Kanal A
19:00 Trabzonspor-Kayserispor / Lig TV
19:00 Denizlispor-Mersin İdman Yurdu / TRT 1
19:30 W.Bremen-Leverkusen / TRT HD & TRT 3
21:45 Sampdoria-Inter / TV8 & Spormax
22:00 Lille-Lyon / Kanal A
22:00 A.Bilbao-Valencia / NTV Spor

28 Şubat Pazartesi
20:00 Antalyaspor-Beşiktaş / Lig TV
21:45 Milan-Napoli / Spormax & TV8
22:00 Stoke City-West Brom Albion / PL TV

24 Şubat 2011

Mavi - Beyaz Liverpool?


Evet, önümüzdeki sezon Liverpool'u Anfield dışında bu formayla görme ihtimalimiz var. Bu ne kadar yüksektir bilinmez ama bana göre pek yakışmadığı bir gerçek. Deplasman formalarının takım renklerinden çok uzaklaşmasından yana olamadım hiçbir zaman, belki de ondandır. Bir de o Standard Chartered reklamını kaldırıp yerine Samsung koysak, logoya bile bakmadan Chelsea algısı oluşuyor. O derece Liverpool'dan uzak geliyor, ki bu tarz bir formayı evinden uzakta Chelsea giyse hiç sırıtmaz.

Yeni Çocuk



Şu videoyu hiç anlamasa bile aksanlara ve Afellay'ın anlamsız yüz ifadesine gülüyor insan. Güzel kurgulamış artık kim yaptıysa. Ama yine de replikleri yazalım:

Valdes: Bana yakınken, sen, sen, topu bana at.
Valdes (Mascherano'ya): Bana yakınken topu bana oynamasını ve işleri batırmamasını söyle ona. Benim nerde olduğumu biliyorsun.
Mascherano: Topu kazanınca ve ceza sahasına yaklaşınca topu ona at.
Valdes (Iniesta'ya): Adamım, İngilizcem beni benden alıyor. Nedendir bilmem ama McDonalds'ta yemeye başladığımdan beri İngilize'yi gayet iyi konuşuyorum.
Pique: Valdes, Valdes, Shakira'nın kız kardeşi senle tanışmak istiyor!

23 Şubat 2011

İki Yoldaş: Schuster ve Rijkaard


Schuster'in yolu da Rijkaard'ınkinden geçecek gibi görünüyor. Bu ikili La Liga'dayken de önce Rijkaard Nou Camp'tan gönderilmiş, ertesi sezon Barcelona karşısında ayakta kalamayan Schuster de Real Madrid'ten ayrılmak zorunda kalmıştı. İdari olarak çok iyi (!) yönetilen Galatasaray'a sportif başarı getiremeyen Hollandalı yine evine dönerken Schuster için de artık gün sayıyoruz adeta. İkisi de altyapının futbol dünyasının merkezinde olduğu kültürlerde yetişmiş adamlar. Hal böyle olunca, pozisyon almanın veya oyun zekasının ne demek olduğunu anca Milli Takım'a seçilince öğrenen adamlarla tezat oluşturuyorlar.

Öyle de oldu zaten. Bu durum ağırlıklı olarak Rijkaard'ın problemi oldu aslında. Schuster'inki ise daha derin ve içinden çıkılmaz bir hal alıyor gittikçe. İki yıldız transferle üç kupa birden kazanılacağını, devre arasında şapkadan çıkan üç yıldızla kolayca 17'de 17 yapılacağını düşünen bir yönetimi var adamcağızın. Ne yapsın? Taktik anlamda illaki onun da hataları var, hatta rakiplerini ve ligi yabancı bir teknik direktör olarak yeterince incelemediği de düşünülebilir. Ama ne olursa olsun bu kadar kaotik ve kolay karışan ortamda rahat çalışmak ne kadar mümkün?

Sezon başında transfer dönemi de bitince, kulübün resmi dergisine üç kupada da zafer hedefliyoruz yazmıştı Demirören. Her sezon başında diyor bunları gerçi ama bu kez bilhassa unutmadım... Bir anlamda "yönetim olarak gerekeni yaptık, artık iş takımda" mesajı verdi yani. Gerek var mıydı baştan bu baskıyı arttırmaya? Ülkedeki fazlasıyla fanatik ve rekabetçi ortamda hiçbir başkanın çıkıp da "bu sezon takımı baştan kuruyoruz, zaman lazım, hemen büyük başarı ümit edilmesin" gibi bir şey demesini beklemiyorum. Projesinin arkasında dik durabilen bir adam gayet der, orası ayrı. Ama FM oynar gibi bu acelecilik, bu basitlik, bu "alırım - satarım - kovarım" mantığı yetmedi mi artık?

Liverpool'da Konser


Şu tarz bir fotoğrafı bizim ülkede görebilecek miyiz hiç acaba? Kenny Dalglish genç adamı Carroll'ı almış, Boyzone konserine götürmüş. Gerçi bu da sahte bir şey çıksa yine de şaşırmam ama neyse... Adına ne derseniz deyin; motivasyon, adaptasyon, ikili ilişki vs... Bir teknik direktör, oğlu yaşındaki oyuncusuyla rahatça bir konsere gidebilmiş. Ego yok, dedikodu yok, herhangi bir terslik falan da yok. Kulüpte Dalglish gibi efsane bir çimento varsa bunlar kolay kolay olmaz zaten. Terlik kavgası da çıkmaz, devre arasında soyunma odasında yumruklaşma da olmaz, "konsere benle niye gitmedi" diye trip atıp kıskanan da... Başındaki adam Dalglish ise bir bildiği var der işine bakarsın çünkü.

22 Şubat 2011

Haftasonu Gelmeden...


22 Şubat Salı
21:45 Lyon-Real Madrid / Euro Futbol & 1TV
21:45 FC Kopenhag-Chelsea / HD4 Men
22:00 Blackpool-Tottenham / PL TV

23 Şubat Çarşamba
19:00 Porto-Sevilla / Star TV
19:30 Bologna-Roma / Spormax
21:45 Inter-Bayern Munih / Star TV
21:45 Marseille-Manchester United / Euro Futbol & HD4 Men & 1TV
21:45 Arsenal-Stoke City / PL TV

24 Şubat Perşembe
20:00 Liverpool-Sparta Prag / Star TV
20:00 PSV-Lille / Euro Futbol
20:00 Sporting-Rangers / HD4 Men
22:05 Dinamo Kiev-Beşiktaş / Star TV
22:05 Villareal-Napoli / Euro Futbol
22:05 Manchester City-Aris / HD4 Men
22:05 Stuttgart-Benfica / Euro Futbol

Paris'ten Futbol Anıları


Paris gibi bir şehri gezmeye doyamıyor insan. Hani oradan buradan duyarsınız, resimlerini görürsünüz tamam ama İstanbul'a dönünce tadının damağınızda kaldığını hissediyorsunuz. Anlatarak veya yazarak olacak iş değil, öyle bir his işte... O yüzden biraz genel geçer gözlemlere değinip bu blogun okuyucularını ilgilendirecek asıl konulara dalmak en iyisi.

Öncelikle şehir on yıllardır neredeyse aynı kalmış gibi. Tarihte yaşıyorsunuz adeta. Bu güzel bir tad olsa da sokaklar hiç temiz ve tekin değil. Bir tane bile sokak hayvanı görmedim ama her köşede bir dilenci, evsiz veya şarapçı falan var! Özellikle metro ağı mükemmel ama insan kendini kesinlikle güvende hissetmiyor. Bir de hani ortaokulda dönen bir efsane vardı ya "Fransızlar eskiden tuvaletlerini sokağa yaparmış, kokuyu engellemek adına zamanla parfümü icat etmişler" diye... O hakkaten bir gerçek. Champs Elysees'de yürürken bina kenarına işeyen adam gördüm daha ne olsun. Halen devam eden bir gelenek midir nedir artık... Ama yine de Paris işte, iyi yanları kötüleri her türlü bastırıyor. En basit bir apartmanı bile ince döşemelerle, heykellerle dolu ve görkemli. Şehir bütünüyle etkiliyor insanı özetle.


Olayın futbol ayağına gelirsek... Eğitimde kaynaştığımız ecnebi arkadaşlardan ikisinin gayet futbol sevdalısı olduğunu öğrenmek zaman almadı haliyle. Muhabbetler de sarınca salı akşamı iki Türk, Milan taraftarı bir İsveçli ve bir Finlandiyalı kendimizi Paris'in (söylenene göre) en baba İngiliz pub'ına atıp Milan - Tottenham maçını izledik. Bira, hamburger ve etraftaki taraftarlar. Pek Tottenham taraftarı yok mudur nedir, beklediğim gibi ateşli bir ortam bulamadım ne var ki. Yine de izleyenler bilir ki maçın temposu dayanılmazdı, nerede olsa zevk alınırdı.

Eğitimden ve şehir gezmesinden dönüp otele girdiğimde yapacak pek bir şey kalmıyordu. Sadece TV karşısında uzanıp çektiğim resimlere falan bakmak ve yarının planını yapmak... TV derken BBC hariç biçbir kanalı anlamıyorum yalnız. Ama Canal + Sport için ayrı bir yer açmak lazım şimdi. Tartışmalardan hiçbir şey anlamadığım halde en çok onu izledim. Olay maç özetleri falan da değildi üstelik. Onlar da vardı elbet ama adamlar maçtan öyle anlar ve analizler üretiyor ki ağzım açık izledim. Messi nasıl yalancı 9 numarayı oynuyor, Wilshere nasıl alan daraltıyor, kim nerelere sürekli doğru koşular yapıyor vs... Hani bizde bir Piero sevdası almış gidiyor ama orada gerçekten analize doyuyor insan. Sadece koşulan mesafe, pas sayısı, şut sayısı veya ofsayt yorumları gibi tek başına yüzeysel istatistiklerden çok daha fazlası var özetle. İngilizce olsa İstanbul'da da pek alâ açıp izleyeceğim bir kanal ama Fransızca sıfır, n'apalım...


Paris'e gidip de Stade de France'ı turlamadan olmazdı. Buna da ancak dönüş uçağına birkaç saat kala zaman ayırabildim çünkü görülecek o kadar yer varken ve stad şehrin dışındayken anca o güne kaldı işte. Gayet düzgün ve futbol dışında da bir ton aktivite için kullanılıyor. Araba yarışı bile var, o derece... Yalnız stad turunu pek becerememiş Fransız arkadaşlar. Soyunma odasında onca forma varken gözler Zidane'ın '98 yazındaki formasını arıyor mesela. Barthez ve Thuram varken o niye yoktu anlamadım. Bir de stadın girişinde tükenmeye göz kırpan fotoğraf makinesinin pilleri, yeşil çimlere tam adım attığımda sıfırı tüketti. En büyük şanssızlığım da bu oldu, kısmet artık... Neyse ki benim için öyle müthiş değeri ve manası bulunan bir stad değildi. Nou Camp falan olsa makineyi tribüne fırlatırdım herhalde...

Son olarak Beşiktaş... Geldiğimden bu yana bırakın konuşmayı, takım hakkında düşünmeyi bile tercih etmiyorum. Nasıl bıraktım, nasıl buldum... Arada tam anlamıyla bir uçurum var ve bu düşüşü daha tam olarak idrak edemedim bile. Nasıl, neden, ne alaka diye sorup durasım geliyor her şey için ama zamana bırakmak en iyisi. Ben oradayken olan orada kalsın. Geriye dönüp bakmanın manası yok.

21 Şubat 2011

Rüyanın Ardından


Güzel bir eğitim, büyüleyici bir şehir, enfes binalar, kötü yemekler falan derken 1 haftalık Paris macerası rüya gibi bitti resmen. Ben yokken İstanbul’da özellikle Beşiktaş gündemi nefes kesici olmuş. Deli İbrahim’in kovulduğunu telefona gelen bir SMS’le öğrendikten sonra o gün eğitimden pek bir şey anlamadım mesela. Dün gece uçaktan inince aynı yolla öğrendiğim derbi skoru da hayra alamet olmadı tabii.

Oradaki futbola dair gözlemlerimi, anılarımı ve Stad de France’ı kısaca yazacağım. Ama önce birkaç saat şu dağınıklığı toparlamak, nefes almak gerek…

12 Şubat 2011

Kısa Bir Ara


Şirket eğitimi için yaklaşık 10 günlüğüne buralarda olmayacağım. Belki de yukarıdaki karede bir sağ açık falan  olurum, bilemiyorum! O arada kaçan Şampiyonlar Ligi maçlarına ve İnönü'deki D. Kiev ve Fenerbahçe karşılaşmalarına yanmıyor değilim ama kısmet artık...

Rooney'nin Hayali



"Maçtan bir gece önce oyunu hayalimde oynarım. Bunu aklımda daha iyi canlandırabilmek için malzemeciye hangi formayı giyeceğimizi sorarım".

Böyle demişti Rooney... Bugün Manchester City'ye efsanevi bir gol attı. Benim gibi birçok kişi koltuğunda kalakalmıştır, ki Twitter tam anlamıyla akına uğradı golden sonra. Bu golü de dün gece atmış mıdır acaba hayalinde?

Yuvarlak Masa Şövalyeleri

11 Şubat 2011

Haftasonu Gelince...


12 Şubat Cumartesi
14:00 Bucaspor-Konyaspor / Digi Kanal
14:00 Denizlispor-Akhisarspor / TRT 1
14:45 Manchester United-Manchester City / Spormax & PL TV (HD)
16:00 Sivasspor-Trabzonspor / Lig TV (HD)
16:30 Bayern Munih-Hoffenheim / TRT HD & TRT 3
17:00 Arsenal-Wolves / Spormax (HD) & PL TV
17:00 İBB-Gençlerbirliği / Digi Kanal
19:00 Atletico Madrid-Valencia / NTV Spor
19:00 Milan-Parma / TV8
19:00 Gaziantepspor-Galatasaray / Lig TV (HD)
19:30 Kaiserlaustern-Dortmund / TRT 3 & TRT HD
19:30 Sunderland-Tottenham / PL TV
21:00 Gijon-Barcelona / NTV Spor
21:45 Roma-Napoli / TV8 & Spormax (HD)
21:45 AZ Alkmaar-PSV / Beyaz TV
22:00 St Etienne-Lyon / Kanal A
23:00 Santander-Sevilla / NTV Spor

13 Şubat Pazar
13:30 Karabükspor-Kasımpaşa / Digi Kanal
13:30 Diyarbakırspor-Mersin İdman Yurdu / TRT 6
13:30 Orduspor-Gaziantep BB / TRT 1
13:30 Palermo-Fiorentina / Spormax (HD)
15:30 Roda-Ajax / Beyaz TV
16:00 Brescia-Lazio / TV8 & Spormax (HD)
16:00 Eskişehirspor-Bursaspor / Lig TV (HD)
16:30 Koln-Mainz / TRT3 & TRT HD
17:00 Manisaspor-Antalyaspor / Digi Kanal
18:00 Real Sociedad-Osasuna / NTV Spor
18:00 Bolton-Everton / Spormax (HD) & PL TV
18:00 Rennes-Nice / Kanal A
18:30 W.Bremen-Hannover 96 / TRT 3 & TRT HD
19:00 Ankaragücü-Beşiktaş / Lig TV (HD)
19:00 Karşıyaka-Altay / TRT 1
21:45 Juventus-Inter / Spormax (HD) & TV8
22:00 Lille-Toulouse / Kanal A
22:00 Espanyol-Real Madrid / NTV Spor

14 Şubat Pazartesi
20:00 Fenerbahçe-Kayserispor / Lig TV (HD)
20:00 Samsunspor-Kartalspor / TRT 5
22:00 Fulham-Chelsea / Spormax (HD)

Deloitte Money League 2011

Bir süredir merakla beklediğim Deloitte Money League raporu nihayet yayınlandı. Ama daha kötü bir zamanlaması olamazdı. Bu aralar şirketteki yoğunluktan çıkıp evde dergiye yazı yetiştirmeye çalışırken, bir de üstüne önümüzdeki haftanın tamamında şirket eğitimi adına Türkiye dışında olacağım. Dolayısıyla raporu inceleyip detaya girmem şimdilik zor ama ilk bakışta öyle dramatik bir değişiklik yok. Real Madrid ve Barcelona, özellikle TV ihaleleri sayesinde İspanya'da kurduğu çift başlı hanedanlık sayesinde yine ilk 2'yi paylaşıyor. Lig olarak değerlendirildiğinde daha zengin ve dağılımı daha adaletli olan Premier Lig ise sıralamaya 7 takım birden sokmuş. Tottenham ve Man. City ise sırasıyla 3 ve 9 basamak birden yükselmiş. Bu arada Tottenham'ın bu yükselişi önümüzdeki yılki raporda patlamaya dönüşecek muhtemelen. Zira bu sezonki Şampiyonlar Ligi gelirleri ve normal büyüme oranını düşünürsek önümüzdeki sezon fazladan en az 40 milyon € büyüme sergileyecekler.

Türkiye mi? İlk 20'yi geçtim, ondan sonra raporda yer alan 11 takım arasında bile Türk takımı yok. West Ham, Fulham, Werder Bremen gibileri varken; Aston Villa, Stuttgart, Hamburg da ilk 20'ye girmiş. Bu takımlardan herhangi biri Avrupa'da karşımıza çıksa "iyi kura, rakip eski gücünde değil" falan der değil mi bizim medya?

9 Şubat 2011

İngiltere'de Kaptan Olmak



İngiltere’nin Danimarka karşısındaki takım kaptanının Lampard olması Ada basınında geniş yer buldu. Bu adamlar kaptanlık mevkiine dünyadaki tüm ülkelerden daha fazla önem veriyor nedense. Bariz bir şekilde ayrı bir önemi var bu makamın. Bizde hiç öyle değil, ki şu an futbolla ortalama seviyede ilgilenen adama Türkiye Milli Takımı’nın kaptanı kim diye sorsan şöyle bir durur düşünür. Zaten istikrarsızlığın olduğu yerde bunu söylemek de zor. Hatta attığı golden sonra basın tribününe el kol hareketi yapan adam bile yine kaptan olarak ödüllendirildi. Ama İngiltere’de Terry’nin ana bacı dinlemediği bir ortamda, Ferdinand ve Gerrard da sakatken geriye lider özellikli ve tecrübeli oyuncu olarak bir tek Lampard kalıyor zaten. Buna rağmen kaptanlık bandını onun takması önemli haber niteliği taşıyabildi. Beckham sonrası yeni kaptanın kim olacağının nasıl günlerce tartışıldığını takip etmiş olanlar hatırlar. Aynı şekilde Terry’nin seks skandalı patlak verdiğinde de kaptanlık makamı özenle korunmuş, biraz da bu kamuoyu baskısı sonucu Capello olaya el atmıştı. Anlayış farkı böyle bir şey olsa gerek...

Beşiktaşlı Olunmaz...


“'İşler soyunma odası basmakla yürüyorsa, onun da âlâsını yapmasını biliriz?' ne demek? İnsan yerden göğe haklı olsa, bu cümle sonrası ortada hak mı kalır? Bir zamanlar Beşiktaşlı olmak demek başka bir anlama gelirdi. Maç kazanmaktan, şampiyonluktan çok daha üstün, çok daha değerli bir şeydi Beşiktaşlı olmak. Başkaları maçları kazanabilirdi ama onların neler yaptığını herkes iyi bilirdi. Beşiktaşlı olmak işte tam da onları yapmamak demekti. Şimdi maç kazanmak için hakem odası basacaklarmış, gerekirse. Neden? Bunu âdet haline getiren kişiler medyada takdir görüp övülüyormuş. Küçükken yaptığımızın ne kadar saçma olduğunu anlatmak için 'Arkadaşın camdan atlasa sen de atlayacak mısın?' diye sorardı anne-babamız. Aziz Yıldırım camdan atlasa, peşinden kuyruk olacak, benim anladığım bu."

Banu Yelkovan’ın bugünkü yazısından bir kesit… Daha ne denir ki? Bir Beşiktaşlı olarak Serdal Adalı’nın basın toplantısındaki tek kelimeyi bile savunamıyorum. Arkasında duramıyorum. Ve bu kelamları zerre kadar desteklemek zorunda olduğumu da hissetmiyorum bir taraftar olarak. Yelkovan’ın yazısında belirttiği, Beşiktaşlı olmanın başka anlamlara geldiği yılları ancak ucundan yakalayabildim ben. O zamanlar da bunun ne demek olduğunu idrak edebilecek yaşta değildim. Sonrası ise tufan… Ben büyüdükçe, artık neyin ne anlama geldiğini idrak etmeye başladıkça kulübümün yönetim anlayışı ve vizyonu hızla küçüldü. Süleyman Seba’nın ne kadar “güzel” bir insan olduğunu, Türk futbol dünyasında o dönemler bir abi, bir baba figürü çizdiğini hep sonradan okudum, dinledim, öğrendim. Ve gün geçtikçe utanmaya başladım. Oysaki birkaç yıl önce doğmuş olup o günleri yaşamayı o kadar isterdim ki…

Yemekteyiz: Manchester City


Manchester City yönetimi son günlerde taraftarının sağlığını düşünmeye başladı galiba. Resmi internet sitelerinde "Eat Like a Player" (Bir Futbolcu Gibi Yiyin) diye bir sayfa açmışlar ve burada City oyuncularının maç öncesi ve sonrasında yediği öğünlerden örnekler veriyorlar. Mesela şu yukarıdaki somon tabağı, Joe Hart ve Shaun Wright-Philips'in favorisiymiş. Manchester'da bu sayfaları gören taraftarların %90'ı "yanında soğuk birayla iyi giderdi" diye düşünmüştür eminim. Tarifi, ne işe yaradığı falan da var. Hani normal bir halı saha maçına anormal bir gazla çıkanlar varsa işe yarayabilir...

8 Şubat 2011

Haftasonu Gelmeden...


8 Şubat Salı
17:45 Fildişi Sahili – Mali (EUROSPORT)
19:00 Güney Kıbrıs Rum – İsveç (EUROSPORT 2)
21:55 Irlanda – Galler (EUROSPORT)

9 Şubat Çarşamba
17:30 Türkiye U21 – Romanya U21 (NTVSPOR)
20:00 Türkiye – Güney Kore (KANAL D)
21:45 İskoçya – Kuzey İrlanda (EUROSPORT 2)
22:00 Portekiz – Arjantin (TV8)

7 Şubat 2011

Artık Daha Olgun: Lucas Leiva


Aslında bu postu, bir alttakinin son paragrafı olarak yazabilirdim belki ama yukarıdaki grafiği daha bugün gördüm. Grafikte Liverpool'lu Lucas'ın Stoke ve Chelsea maçlarındaki pas istatistiklerini görüyoruz. Takımının orta sahadaki emniyet sübabı olarak görülebilecek bir futbolcu için gayet iddialı görünüyor. Hatta ön libero demek için bir kez daha düşünmek gerek. Özellikle Stoke City karşısında kendi oyun merkezini rakip yarı alanın başlarında kurmuş Leiva. Onun mevkisindeki bir adamın bunu yapması, aynı zamanda takımın da oyun merkezini direk ileri taşımak demek.

Chelsea gibi güçlü orta saha ve hücum hattında sahip bir rakip karşısında biraz daha geride kalsa da, takımının hücum bağlantılarından kopmamaya çalıştı Lucas. Tabii o bunları yaparken arkasında ona destek veren bir Agger ve Carragher'ın bulunması oldukça rahatlatıcı oldu. Dikkat ederseniz Lucas, Makalele veya Vieira tarzı çok koşan ve kazandığı ikili mücadelelerle öne çıkan bir oyuncu değil. Zaten Chelsea karşısında da girdiği 13 ikili mücadeleden sadece 7'sini kazandı ve toplamda sadece 5 kez rakip atağı kesebildi. Yalnız top rakipteyken nerede duracağını artık iyi biliyor ve bu yönüyle takım savunmasına yeterince destek veriyor. Ayrıca topu ayağına alınca hiç de fena kullanmıyor ve gayet basit paslar dağıtıyor. Son iki maçtır başarılı pas oranının %90 civarına gelmesi de bunun kanıtı.

Liverpool'a katıldığı 2007 yazından beri bir türlü tribünler Lucas'a ısınamamıştı. Xabi Alonso'nun gidişi ve Aquilani'nin onun yerini dolduramayışı, Lucas'a iyi bir fırsat yarattı ve o da bunu iyi değerlendirdi. Mascherano'nun da ayrılmasıyla sorumluluğu bir kat daha arttı. Rafa Benitez'in Liverpool'a getirdiği çoğu gençten hayır gelmemişti ama Lucas hakkında bir bildiği varmış demek ki...

6 Şubat 2011

Liverpool ve Yeni 3'lü Defans


Bugünkü de dahil olmak üzere 2 maçtır 3'lü defansla sahaya çıkıyor Liverpool. Ne Bolton, ne de Chelsea çözemedi bu sistemi ve Liverpool gol dahi yemedi. Premier Lig'de 3'lü savunmaya hiç alışık değiliz ama Dalglish şimdilik hiç de fena gitmiyor bu taktikle. Stamford Bridge'de geride Agger - Skrtel - Carragher oynadı. Top Liverpool'dayken Agger olabildiğince hemen öndeki Lucas'a yaklaştı. Brezilyalı'nın önünde de Gerrard - Maxi - Meireles yer aldı. Bu üçlünün iyi yaptığı ve taktiksel anlamda önemli olan şey, ileri uçtaki Kuyt'un boşalttığı alanları yerinde koşularla verimli kullanmaktı. Meireles'in golü de böyle geldi zaten ve malum orta üçlüden Kuyt'a en yakın oynayan da oydu maç boyunca.

Taktiğin en önemli dişlileri bence kanat bek rolündeki Kelly ve Johnson'dı. Çünkü takım topa sahipken hücuma destek verip ileride çoğalmayı kolaylaştırdılar sürekli. Geride 3 stoper varken atağa katılmakta pek tereddüt etmediler. Ancak top rakipteyken de savunmaya müthiş yardımcı oldular. Bu şekilde Torres - Drogba - Anelka gibi ölümcül bir hücum hattına boş alan bırakmadılar. Bu üçlü de gerek karşılarında değişik bir taktik bulmaları, gerekse ilk kez beraber oynamaları nedeniyle etkili olamadı.

Kuyt'ın Chelsea karşısındaki taktiksel rolü, yeni transfer Carroll'a gayet yakışacak sanki. Çünkü pivot santrfor rolü için gereken fiziksel güce ve doğru koşu yapabilme yeteneklerine sahip. Şutlarını da es geçmemek gerek tabi. Hemen arkasında bugün Meireles'in oynadığı yerde Suarez'e şans verilse nasıl olur görmek gerek. Onun kurnazlığı ve aralara kaçması, Carroll'ın adam eksiltmesiyle birleşince tehlikeli bir hücum ikilisi oluşabilir. Ama Meireles'in savunmaya yaptığı katkıyı Suarez'den ne kadar görebiliriz? Orası soru işareti. Eğer Carroll ve Suarez bu taktikle pivot ve ikinci santrfor oynayacaksa, arkalarında dinamo gibi birer Lucas, Gerrard ve Meireles bulmaları gerek.

Özetle, Liverpool'da her şey yenileniyor. Teknik direktör, transferler, taktik derken art arda gol yemeden alınan 4 galibiyetle takım 6. sıraya yerleşti. Taraftar tüm bu yeniliklerle daha umutlu ve takımını yalnız yürütmemeye kararlı. Bu geri dönüşü özlemiştim açıkçası. Sıradaki iki maç, düşme potasındaki Wigan ve West Ham'a karşı. Bu süreçte iyice ivmelenebilecek bir yükselişle Dalglish, ilk maçında boyun eğdiği Manchester United karşısına çıkacak. Yenilenmiş ekibiyle... Şimdiden heyecan verici...

Roma - Liverpool - Messi


AS Roma'nın finansal açıdan uzun süredir zorda olduğu bilindik bir durum. Özetlemek gerekirse; kulübün %33'lük kısmı borsada halka arz edilmiş halde. Kalan %67'lik dilimi ise Newco Roma adlı şirket temsil ediyor. Bu şirketin %51'i Sensi Ailesi'ne ait, ki malumunuz en büyük hisse sahibi onlar. %49'luk kısım ise İtalya'nın en büyük bankası olan Unicredit'in elinde çünkü Roma'nın bu bankaya olan borçları iyice birikince, banka geçen sene borcu silip karşılığında Newco Roma'nın %49'unu aldı.

Kısaca Roma'nın halihazırdaki hissedar durumu kabaca bu halde. Bu aralar gündemde olan konu ise daha ilginç. Amerikalı bir grup yatırımcı, Roma'yı satın almak için Unicredit ve Sensi Ailesi ile görüşmelere başladı. 2 haftaiçinde sonuca varmayı hedefleyen bu grubun başında Thomas DiBenedetto adlı bir arkadaş var. En altı çizilmesi gereken özelliği ise, DiBenedetto'nun aynı zamanda beyzbol kulübü Boston Red Sox'a  ve New England Sport Ventures (NESV) şirketine de ortak olması. NESV'nin sahibi ise tanıdık geliyor olmalı. Evet... Boston Red Sox ve Liverpool'u bünyesinde bulunduran bu spor yatırım şirketinin sahibi John Henry'den başkası değil.


Peki DiBenedetto'nun önderliğindeki ekip Roma'yı satın alırsa ne olacak? Liverpool ve Roma'nın 'sahipleri', aynı masada oturan bir grup ortaktan ikisi olacak. Yani iki kulüp arasında gerek futbolcu transferi, gerekse nakit akışı konusunda tam bir "al gülüm ver gülüm" durumu olması işten bile değil. Bu tarz vakalara UEFA ve FIFA oldukça şüpheli yaklaşıyor, ki nasıl yaklaşmasınlar?

Futbolun endüstriyelleşmesi gitgide daha da derinlik kazanıyor. Hatta sanki biraz tadı kaçmaya başlıyor. Hal böyleyken yukarıdaki gibi durumlar o kadar da şaşırtmıyor adamı. Neyse, biz yine de gözümüzü Dolar'ın yeşilinden ziyade sahanın yeşiline verelim. İşin özünden kopmamak lazım. Messi de ne güzel hat-trick yaptı işte tadını çıkaralım.

5 Şubat 2011

Sen de mi Torres?



"Liverpool armasını hiç ama hiç öpmedim" demiş Torres. İnsan bunu duyunca üzülüyor işte. Üstelik bir de yukarıdaki resimleri görünce... "Futbolda romantizm öldü" diye devam etmiş. Bir de "Madrid'te doğdum. Liverpool veya Chelsea taraftarı değildim. Armasını öpeceğim tek takım hâlâ Atletico Madrid'tir." diyerek de kendiyle çelişmiş. Yılda zaten 6 milyon £ civarı kazanan adamın sırf biraz daha fazla para için takım değiştireceğine inanmıyorum ben oldum olası. Çoğunlukla daha yüksek hedefler için Chelsea'yi seçti, tamam ama keşke bu söylediğinle kalsaydın be Torres...

Kendimi Liverpool taraftarının yerine koyuyorum da, bu adamın formasını yakmak ani kızgınlıktır diyorum, tamam... Pişmanlık ve asıl üzüntü sonrasında oturur insanın içine. Ama o sözlerden sonra şimdi bu da olmayacak. Torres'in futbolda romantizme dair söylediklerine genel olarak katılırım ama ben ve birçok kişi onu böyle tanımamıştık en azından. Neyse, yolu açık olsun diyelim...

Dünden Bugüne Forma Reklamları


Not: TamSaha dergisinin Şubat sayısında yayımlanmıştır.

Onu giyen futbolcu için 90 dakika boyunca dünya üzerindeki en kutsal varlıktır forma. Önceleri sadece kulüp armasını barındıran bu bez parçası, bir sektör olarak zamanla futbolun merkezine doğru yol aldı. Özellikle son 50 yılda forma kutsallığına yeni bir boyut katan sponsorlar, artık endüstriyel futbolun vazgeçilmezleri arasında.

Siyah beyaz görüntülerini izleyerek nostalji yaptığımız eski maçlarda sanki hiç değişmeyen bir unsur var. İsimleri ekranda yazmasa hep aynı takımların oynadığını düşünebilirdik zira forma renkleri çoğu zaman aynıydı. Beyaz tarafın karşısında çoğunlukla kırmızı veya mavi renkli koyu taraf... Hatta Britanya’da renktaş kulüpler arasında forma paylaşımı bile sık görülürdü. Tabii tüm bunlar, bir kumaş parçasından ibaret olan formaların ticari metaya dönüşmesinden çok zaman önceydi.

1960’lı yıllara kadar futbolcuların üzerinde kulüp logosunu taşıyan sade formalar gördük. Çünkü ülke federasyonları ve TV kanalları, sponsorluk konusunda bir nebze esneklik göstermeyecek kadar muhafazakâr düşünüyordu. Hatta 1967’de Almanya 2. Ligi’nde iflasın eşiğine gelen Wormatia Worms, çözüm olarak Caterpillar markasıyla forma sponsoru olarak anlaşsa da federasyon tarafından engellendi ve bir süre daha darboğazdan çıkamadı. Ne var ki kurallar, en nihayetinde delinmek için konmuştu. Bir başka Alman ekibi olan Eintracht Braunschweig, içki firması Jagermeister’ı formasına koyabilmek için logosunu onunkine benzeterek değiştirdi. Artık armadaki kırmızı aslanın yerinde bira markasının geyiği yer alıyordu. 1973’e gelindiğinde ise federasyonun buzları çözülmeye başladı ve sponsorluk yasal hale geldi. O mavi formada büyük harflerle yazan Jagermeister, bilinen ilk göğüs reklamı unvanını aldı.


Aynı yıl içinde bir başka önemli adım, İngiltere’nin Leeds şehrinde atılıyordu. O ana dek futbol kulüpleri, kendilerine ekipman sağlaması için spor giyim markalarına para ödüyordu. Suyun akışını değiştiren ise Leeds United’ın devrimci hocası Don Revie oldu. Admiral ile anlaşan Revie’nin takımı, para karşılığında firmanın ürettiği formaları giyerek bu konuda öncü oldu. Madenin zenginliğini geç kalmadan keşfeden Liverpool ise bir yıl sonra Umbro ile işbirliğine giderek tüneli genişletti.

Ne var ki göğüs reklamı Ada’da halen yasaktı. Leeds ve Liverpool’un açtığı yoldan giden Hibernian, 1977’de bir başka giyim firması olan Bukta ile el sıkıştı. Ancak markanın adını formanın önüne koca harflerle yazdığı anda yayıncı kanalların ambargosuna takıldı. Yine lokomotifin hemen ardında yer alan Liverpool ise lobi yapma konusunda Hibernian’dan öndeydi. Nitekim Kırmızılar, ertesi sezon Japon elektronik devi Hitachi’yle forma sponsorluğu konusunda anlaşarak Britanya’da bir ilki gerçekleştirdi.

Liglerde Sponsor Yarışı
Orta Avrupa ülkelerinde küçük meblağlarla da olsa yaygın olan forma sponsorluğu kavramı, İngiltere’nin dahil olmasıyla birlikte önem kazandı. 80’lerde tüm Avrupa’da yaygınlaşırken, 90’lı yıllardan bugüne dek her sezon daha da bol sıfırlı anlaşmalar göze çarptı. Örneğin Manchester United, 1982 yılında el sıkıştığı Sharp’tan forma sponsorluğu için 5 yılda sadece 500.000 £ aldı. United’ın bugün AON ile olan anlaşması ise kulübe yılda 20 milyon £ kazandırıyor.


Peki, ligler bazında göğüs reklamlarından maksimum verim alma yarışı ne durumda? Almanya kökenli bir araştırma firması olan Sport + Markt’a göre Premier League’deki 20 kulüp, bu sezon toplamda elde ettiği yıllık 128 milyon € değerindeki forma sponsorluğu ile adeta bir mıknatıs görevi görüyor. Önceki sezona göre tam 45 milyon € artık gösteren bu rakama Manchester United ile Liverpool’un katkısı büyük. Zira iki kulüp, yılda toplam 48 milyon €’yu kasasına koyuyor. İngiltere’yi yakından takip eden Almanya’nın toplam forma reklam bedeli ise 118 milyonu buluyor. Bundesliga’da 18 takımın mücadele ettiğini düşünürsek kulüp başına düşen gelir Premier League’ten fazla. Ancak Bayern Münih’in yılda tek başına 28 milyon € kazanması, düzeyli rekabet konusunda örnek olan Bundesliga’nın bunu gelir dağılımına tam yansıtamadığını gösteriyor.

Avrupa’nın diğer büyük ülkeleri, forma reklamı konusunda İngiltere ve Almanya’nın bir hayli gerisinde. Serie A’daki toplam rakam 66 milyon €’da kalırken, onu 59 milyonla Ligue 1 takip ediyor. Son sıradaki La Liga’nın sponsor geliriyse 58 milyon € ve bunun 23 milyonunu Real Madrid formasındaki Bwin oluşturuyor. Ancak önümüzdeki sezon Barcelona’nın Qatar Foundation ile olan 30 milyon € değerindeki anlaşması başladığında İspanya bir anda sıralamada üçüncülüğe yerleşebilir. Real Madrid’in bu hamleye cevapsız kalmayacağını varsayarsak La Liga’nın yakın zamanda Serie A’yı yakalaması şaşırtıcı olmayacaktır.

Forma sponsorluğundan 42 milyon € elde eden Hollanda ligini de katarsak, Avrupa’nın 6 büyük liginin bu kalemdeki toplam geliri 471 milyona dayanıyor. Geçtiğimiz sezona göre %18 büyüyen bu tutar içindeki en büyük pay, ekonomik krizden hiç etkilenmemişçesine finans ve sigorta şirketlerine ait. Toplamda 113 milyon € değerinde forma sponsorluğuna imza atan bu sektörü, 79 milyon ile bahis şirketleri takip ediyor.

En “Kutsal” Formalar
Barcelona’nın Qatar Foundation ile 5 yıllığına yaptığı 150 milyon €’luk anlaşma, bu konuda taşları yerinden oynatacağa benziyor. 111 yıllık kulüp, İspanya’da göğüs reklamlarının yaygınlaşmaya başladığı 80’li yıllardan beri forma sadeliğini korumuştu. 1982’de Real Madrid’in Zanussi, 84’te Valencia’nın Edesa, 89’da Atletico Madrid’in Mita ile işbirliğine gittiği süreçte onlar spor giyim firması Meyba ile sadece forma üretimi konusunda anlaşmıştı. İspanya’da bu yeni akımın başladığı andan itibaren yaklaşık 30 yıl armasının altına reklam almayan Barcelona, önümüzdeki sezondan itibaren forma sponsorundan en fazla kazanan kulüp olacak.


Katalan ekibinin hemen arkasında, Deutsche Telekom ile anlaşmasını Kasım ayında yenileyen ve yılda 28 milyon €’yu cebine koyan Bayern Münih yer alıyor. İngiltere’nin en pahalı formaları olan Manchester United ve Liverpool, sezon başında sırasıyla Aon ve Standard Chartered ile yeniledikleri forma reklamlarından 24’er milyon € kazanıyor. Bwin ile Eylül ayında yeniden el sıkışan Real Madrid ise 20 milyon €’luk geliri ile şaşırtıcı biçimde 5. sırada yer alıyor.

Pahalı forma sponsorluğu konusunda en ilginç ve akılcı anlaşma Tottenham’a ait. Kuzey Londra ekibi, geçtiğimiz yaz bir yazılım firması olan Autonomy ile sadece lig maçlarında geçerli olacak şekilde yıllık 12 milyon € değerinde sözleşme imzalamıştı. Ancak bununla yetinmedi ve 3 milyon € karşılığında Avrupa kupalarında formasına Investec’i ekledi. Bu şekilde kazancını maksimize eden Tottenham; Chelsea, Milan, Manchester City, Juventus ve Inter gibi devleri sollamayı başardı.

Reklam Savaşları
Forma sponsorları iyice popüler hale gelip uğurlarında ciddi paralar dönmeye başladığı anda, olay sadece ticari boyutta kalmaktan çıktı. Kimi zaman taraftarların yeme içme zevkleri üzerinde etkili olurken, bazen de kimi inançlara zıt gelerek tepkiyle karşılaştı. Rekabetin futbol sınırlarını kilometrelerce aştığı Boca – River derbisi bu duruma güzel bir örnek. 2001 yazında Pepsi’nin Boca Juniors formasında yer almaya başlaması, Buenos Aires’in River Plate’li kısmını Coca Cola’ya yöneltmeye yetmişti. Aynı şekilde formasını 1982’den beri Adidas’tan temin eden River Plate’in taraftarları, 1996’da Boca’nın Nike ile işbirliğine gitmesi sonucu bu markayı da Pepsi’nin yanına kara listeye ekleyivermişti.

Arjantin’deki sponsor rekabetinin benzerini Celtic ve Rangers arasında da görebilirdik. Ancak İskoç kulüpleri, böyle bir manzarayla karşılaşmamak adına uzlaşma yolunu tercih etti. Zira taraftarların rakip takımın sponsorundan adeta kaçmaları kulüpleri zora sokuyordu. Böylece iki ekip, 1999 yılında bir telekomünikasyon firması olan NTL ile 4 yıllığına ortak anlaşma imzaladı. Çözümden gayet memnun olan Old Firm kulüpleri, 2003 yılında sözleşme süresi dolduğu anda yeni sponsor bulmak üzere tekrar bir araya geldi. İki taraf masadan kalktığı andan itibaren 7 yıl boyunca yeşilli ve mavili formaları artık bir bira markası olan Carling süsleyecekti. Son olarak geçtiğimiz sezondan bu yana iki takımın formasında yine bir bira üreticisi olan Tennent’s yer alıyor.


Bahis şirketlerini son yıllarda takım formalarında sıklıkla görür olduk. Bu duruma en çok ses getiren tepkiyi Sevilla forması giyen Müslüman oyuncu Kanoute verdi. Malili futbolcu, inançlarına ters düştüğü ve “şeytan işi” olduğu için formasında yer alan 888.com logosunun üzerini bantlayarak maçlara çıktı. Ancak şirket yönetimi, İslamî bir hayır kurumuna hatırı sayılır miktarda bağış yapınca Kanoute de “şeytana uydu” ve bant protestosundan vazgeçti.

Bu konuda en güncel örnek ise Fransa’dan geldi. 2009 yazında Betclic firmasıyla anlaşan Olympique Lyon, ülke kanunlarına göre bu sitelerin reklamı yasak olduğu için federasyonun engeline takıldı. Böylece 5 ay boyunca Fransa sınırlarındaki maçlara reklamsız çıkmak zorunda kalan Lyon, yarım sezonluğuna Playstation ile el sıkıştı. Bu sezon başlamadan evvel yürürlükten kalkan yasak sonucu Betclic tekrar Lyon formasındaki yerini aldı.

1970’lerde futbolun geleceğine bir de ticarî gözle bakmayı deneyen kişiler tarafından temeli atılan forma sponsorluğu, engeller ve evrimlerle dolu bir süreç sonucu sektördeki önemini kanıtlamış durumda. Öyle ki birçoğumuz Carlsberg’i Liverpool, Pirelli'yi Inter, Teka’yı Real Madrid, Sharp’ı da Manchester United ile özdeşleştiriyoruz. Armasının değerini başka bir markayla paylaşmamak için uzun süre direnen Barcelona bile biriken borçlarından ötürü de olsa kalesini terk etti. Bakalım bu noktadan sonra forma sponsorluğunun yolu nerelerden geçecek…

4 Şubat 2011

Chelsea'de Bilinmeyen Denklem

 
Chelsea Ocak ayında transfere toplam 75 milyon £ yatırdı, ki bunu artık herkes biliyor. Aynı kulüp, bu iki imzadan birkaç gün önce 2009/10 sezonunu 70 milyon £ zararla kapattığını açıklamıştı. Bunu herkes olmasa da birçok kişi okumuştur sağdan soldan. Ne var ki Chelsea, bu iki zıt göstergeye rağmen, Finansal Fair Play kurallarına uymakta sıkıntı çekmeyeceğini de açıkladı emin bir şekilde. İşte bunun nasıl olacağını herhalde Abramovich ve ekibinin haricinde kimse bilmiyor! 70 milyonluk zararın açıklandığı geçen sezonda Chelsea lig ve FA Cup şampiyonluklarını elde etmişti. Ona rağmen bu tabloyu görüyorsak ortada iki basit çözüm yolu var: ciddi biçimde gelirleri arttırmak veya giderleri kısmak…

İlkini yapabilmek için TV yayın gelirleri, maç günü gelirleri veya sponsorluk gelirlerine odaklanmak gerek. TV gelirlerinde önemli bir değişim olması zor çünkü ortada yeni bir anlaşma yok. Şampiyonlar Ligi’nde geçen sezonkiyle aynı sayıda maç oynandığını farz edersek pek değişmeyecek yani bu kalem. Aynı şekilde, zaten pahalı olan bilet fiyatları daha da artıp altın fiyatlarıyla ölçülemeyeceğine göre maç günü gelirleri de yine olsa olsa enflasyon kadar artar. Üzerinde en rahat oynanacak kalem sponsorluk gelirleri çünkü anlaşılabilecek sponsorun sonu yok bir kere. En basitinden, Samsung ile devam eden forma sponsorluğu yılda yaklaşık 10 milyon £ getiriyor sadece. Bu rakam, şurada yazdığım gibi Chelsea’nin rakipleriyle pek boy ölçüşemiyor. Başka bir markayla yapılacak yeni bir anlaşma, Liverpool ve M. United'ın yıllık 22 milyon £'una yaklaşır muhtemelen. Bu da forma reklam gelirinde %100'den fazla olacak şekilde, yıllık net 12 milyon £ civarında bir artış demek.


Gider kısmında ise futbolcu maaşları en büyük kalemi oluşturuyor. Stadyum bakımı, yolculuk, yönetim masrafları gibileri zaten neredeyse sabit. Ancak Chelsea’de zamanında Abramovich’in bol keseden para saçtığı ve 'performans / maaş oranı' verimli işlemeyen bir sürü oyuncu var. Malouda, Bosingwa, Zhirkov ve Obi Mikel gibi… Hatta 33 yaşına gelen Drogba ile 32'lik Anelka da pek âlâ yazın elden çıkarılabilir. Bu 6 futbolcunun Chelsea'ye toplam maliyeti 20 milyon £'a yaklaşıyor ama gönderildikleri taktirde yerlerine alınacak oyuncuların maaşlarına da dikkat etmek gerek.

Özetle, Chelsea'nin bu sezon art arda puan kayıpları yaşadığı dönemin başlıca sebebi, yedek oyuncularla asların arasındaki kalite uçurumuydu. Aslar sakatlanınca kayıplar gelmeye başladı. Şimdi kadroda derinlik arayışı başladı ve yazın da transferlerin devam edeceği konuşuluyor. UEFA'nın gözü Abramovich'in üzerindeyken bakalım Chelsea yazın ne kadar aktif olabilecek...

3 Şubat 2011

Haftasonu Gelince...



4 Şubat Cuma
20.00 Bursaspor – Sivasspor (LİG TV)
21.30 Borussia Dortmund – Schalke 04 (TRT 3)

5 Şubat Cumartesi
14.00 Kasımpaşa – İstanbul Belediye (DIGI)
14.00 Çaykur Rize – Denizlispor ( TRT 1)
14.45 Stoke City – Sunderland (SPORMAX / PL TV)
16.00 Beşiktaş – Karabükspor (LİG TV)
16.30 Hannover – Wolfsburg (TRT 3)
17.00 Kayserispor – Ankaragücü (DIGI)
17.00 Newcastle – Sunderland (SPORMAX / PL TV)
19.00 Manisaspor – Fenerbahçe (LİG TV)
19.30 Bolton – Manchester United (SPORMAX / PL TV)
19.30 Mönchengladbach – Stuttgart (TRT 3)
21.45 Cagliari – Juventus (SPORMAX / TV 8)
22.00 Rennes – PSG (KANAL A)
23.00 Barcelona – Atletico Madrid (NTVSPOR)

6 Şubat Pazar
13.30 Bologna – Catania (SPORMAX / TV 8)
13.30 Mersin İdman Yurdu – Samsunspor (TRT 1)
14.00 Konyaspor – Gaziantepspor (DIGI)
15.30 West Ham – Birmingham City (SPORMAX / PL TV)
16.00 Trabzonspor – Antalyaspor (LİG TV)
16.00 Genoa – Milan (TV 8)
16.30 Hamburg – St. Pauli (TRT 3)
17.00 Gençlerbirliği – Bucaspspor (DIGI)
18.00 Chelsea – Liverpool (SPORMAX / PL TV)
18.00 Sevilla – Malaga (NTVSPOR)
18.00 Auxerre – Lille (KANAL A)
18.30 Freiburg – E.Frankfurt (TRT 3)
19.00 Galatasaray – Eskişehirspor (LİG TV)
19.30 Altay – Diyarbakırspor (TRT 1 / TRT 6)
20.00 Real Madrid – Real Sociedad (NTVSPOR)
21.45 Inter – Roma (SPORMAX / TV 8)
22.00 Lyon – Bordeaux (KANAL A)
22.00 Valencia – Hercules (NTVSPOR)

Aziz Ronaldinho


Alemciymiş, formdan düşmüş, göbek salmış, disiplini kaybetmiş vs… Hepsine rağmen yine de adamımdır Ronaldinho. Çünkü her şeyden önce bu adam futbolu seviyor. Hem de bir hayli çok… Top tekniği falan tamam süper ama onun ötesinde futbolu az seven adamın yapacağı türden şeyler değil bu hareketler. Ve 2000’li yılların başından beri kim bilir kaçıncı kez Ronaldinho’nun solo performans görüntülerini ağzımız açık izliyoruz. Elbette gönül isterdi ki Barcelona’da zirvede kalsın, olmadı Milan’da yeniden doğsun… Ama her mucize o kadar uzun sürmeyebiliyor. Bu yüzden herkes futbol tanrısı olamıyor, bazıları peygamber olarak kalıyor.

Tottenham ve Transfer Çıkmazı



Geride bıraktığımız transfer mevsiminin en bahtı kara takımı Tottenham herhalde. Öyle ki, Hodgson elini kime attıysa kuruttu. Chelsea ile girilen Pienaar yarışından galip çıkmak elbette önemliydi ve hücum rotasyonuna ciddi derinlik kazandırdı. Ancak onun haricinde ne hikmetse hiçbir transfer olumlu sonuçlanmadı. Önce kulübe biraz ışıltı katsın, tecrübe getirsin diye Beckham'a yöneldiler. Ne var ki LA Galaxy engeline takıldılar ve Beckham'ı sadece idmanda ağırlayabiliyorlar. Agüero'ya verilen 38 milyon £'u da A. Madrid haliyle az buldu. Oradan yüz bulamayınca bu sefer Llorente'ye yöneldiler ama onlar da 33 milyon £'u beğenmedi.

Transfer döneminin bitmesine 2 gün kadar varken Carroll için 23 milyonu gözden çıkardılar ama belli ki bunu reddeden Newcastle'ın patronu Mike Ashley'nin bir bildiği varmış! O da olmayınca transferin ilk günlerinde 25 milyon teklif ettikleri Villareal'li Rossi için 30'lara çıktılar ama bu da fayda etmedi. Son saatlere girerken Charlie Adam için Blackpool'un kapısını çaldılar. Hatta 6,5 milyon 
£'a anlaştıkları da söyleniyor ama bu kez resmi işlemler yetişmediği için son ihtimal de yalan oldu. Tüm bunların yanında Lassana Diarra, L. Fabiano, Scott Parker, Alvaro Negredo, Diego Forlan gibi isimler çok yol alınamadan yattı. Hatta bir ara Semih'in bile adı geçmişti...




Bu arada Tottenham'ın transfer adayları konusunda bu rakamların telaffuz edilmesi ilk anda şaşırtıcı gelse de normal aslında. 2009/10 sezonunu 119 milyon £ gelirle kapattılar. Özellikle son üç sezonda yapılan yüklü transferler, günün sonunda onlara 7 milyonluk zarar olarak yansısa da yatırımlarının meyvesini şimdilerde alıyorlar. Bu sezon önemli kısmı Şampiyonlar Ligi'nden gelecek olan tam 40 milyon £'luk bir gelir büyümesi bekleniyor. Yani 160 milyona dayanarak167 milyonluk gelire sahip Inter'e yaklaşacaklar. Az bir rakam değil. Zira Şampiyonlar Ligi'nin yayın gelirlerine olan katkısı bunu son derece olumlu etkiliyor. Aynı zamanda daha fazla maç oynamak, daha çok maç günü geliri demek. Özetle, yaklaşık %33'lük bir büyüme öngören Tottenham'ı önümüzdeki yaz transfer mevsiminde aktif biçimde görürsem hiç şaşırmam.

2 Şubat 2011

Yak Bütün Fotoğrafları!


Andy Carroll 35 milyon £'a Newcastle'ı terk etmiş olabilir ama taraftarlar kulübün kasasına giren meblağa bakıp sevinmiyor haliyle. Torres'i kaybeden Liverpool taraftarlarına özenerek Carroll'ın formasını da yaktılar en son. Ama yakmaları gereken bir şey daha var. Newcastle United, her sezon kulübün resmi ürünü olan bir ajanda basıyor. Transferin resmiyet kazanmasından hemen sonraki gün olan 1 Şubat'ta ise taraftarlar enteresan bir sürprizle karşılaştı. Çünkü o gün formasını yaktıkları adamın posteri, ajandanın Şubat sayfasını komple süslüyordu! Onlar için uğursuz, bol paralı ama kısa bir ay neyse ki...

1 Şubat 2011

Avrupa'da Gol Krallığı


İngiltere:     Berbatov (Man. Utd.)      19 gol
İspanya:     C. Ronaldo (R. Madrid)   22 gol
Almanya:   M. Gomez (Bayern)         15 gol
İtalya:        Cavani (Napoli)               17 gol
Fransa:      Moussa Sow (Lille)          15 gol
Portekiz:    Hulk (Porto)                    19 gol
Ukrayna:   Seleznov (Dnipro)            12 gol
Hollanda:  Vlemincks (NEC)             17 gol
Türkiye:    Alex (Fenerbahçe)            12 gol

Her ay yaptığım listede kimi golcüler coştu ve coşturdu resmen. Berbatov, Hulk ve özellikle Cavani'nin performansı ön plana çıkıyor. Napoli'yi ligin zirvesinde tutan Cavani yaz mevsiminde takımda kalırsa birçoğumuz şaşıracak. Aynı şekilde Hulk da öyle. Altın Ayakkabı yolunda ilk 5 ülkenin katsayısı 2 iken diğerlerininki 1,5. Bu handikapına rağmen Hulk, Fransa ve Almanya'yı gayet zorluyor. Sonuçta oyuncusunu parlatıp güzel fiyata satma konusunda uzmanlaşan Porto'ya yaz mevsiminde bol sıfırlı rakamlar akın edebilir. Berbatov da takım zora girdiğinde kurtaran adam rolüne büründe Manchester'da. Geçen sezon kimin aklına gelirdi bu?

Bu arada listede olmayan bir Messi var ki ligde 21 gole sahip. Kendi ligi olan La Liga haricinde onu geçebilen yok! Bir de Ukrayna'da ikinci yarı mart ayında başlayacağı için Seleznov'u bir süre daha öylece göreceğiz listede.

TamSaha Şubat


TamSaha dergisinin Şubat sayısı yayında. Dünya ve Türkiye futbolunun gündemindeki konuları, röportaj ve dosyalarla ele alan derginin 76. sayısında, Millî Takımımızın tarihindeki en büyük zaferinin altına imza atan, geçtiğimiz sezon Türkiye Kupası'yla buluşturduğu Trabzonspor'u bu sezon şampiyonluğun en güçlü adayı yapan Şenol Güneş, yol gösterici fikirlerini paylaşıyor: "Düşünce devrimi yapmamız gerek…"

Formasını giydiği dört takımla da Avrupa kupalarına katılmayı başardı. Kariyerinin zirvesine ise Bursaspor'u tarihi şampiyonluğa ulaştıran kadronun temel direklerinden biri olarak çıktı. 34 yaşın tecrübesiyle konuşuyor ve Bursaspor'da yaptığı patlamayı gördüğü ilgiye, sevgiye, desteğe bağlıyor. Ali Tandoğan: "Duygularımla oynuyorum…"

Hacettepe'nin inanılmaz yükselişindeki baş aktörlerden biri olarak sıçradığı Trabzonspor'da 2.5 sezondur istikrarla forma giyiyor. Futbol sahalarının en sert ve agresif oyuncuları olarak değerlendirilen stoperlerden biri olmasına rağmen onu bugüne kadar ne bir kavgaya karışırken ne de rakibine kasti sertlik yaparken gören oldu. Bu tertemiz duruşunu ise yetiştirilme tarzına ve empati yapabilme kabiliyetine bağlıyor. Giray Kaçar: Sert bölgenin beyefendisi…

Babası ve amcası profesyonel futbolcu olunca, 2 yaşından itibaren futbol sahalarının içinde oynamaya başlamış, topla yatıp topla kalkmış. Nazillispor'un altyapısında 14 yaşında Genç Millî Takımlar için keşfedilmiş. Bu başarı onu Ege'den İstanbul'a, Galatasaray'a taşımış. Şimdilerde bir Avrupa, bir de Dünya Şampiyonası finalleri görmüş, 60 kez ay-yıldızlı formayı giymiş, süratli bir sol kanat oyuncusu olarak U19 Genç Millî Takımı'nın formasını terletiyor. Berkin Kamil Arslan: "Futbolun içinde doğdum…"

Bir kez dizi dönen, bir kez fibula kemiği kırılan ve ayağını kaybetme noktasına gelen genç bir adamın FIFA kokartlı yardımcı hakemlik düzeyine nasıl ulaştığının öyküsü bu… Başkalarının hatalarından dersler çıkartmasını biliyor, Fair Play olgusunun lâfta bırakılmayıp hayata geçirilmesini istiyor, hakemleri anlamak için empatiye ihtiyaç duyulduğunu söylüyor ve Türk hakemlerin yurtdışında yönettiği maçlarda nasıl saygı gördüğüne dikkat çekiyor. Erdinç Sezertam: Azmin zaferi…

Borussia Dortmund bu sezon Almanya'da son sürat şampiyonluğa koşuyor. Efsane takım yıllar sonra özlediği başarıları tekrardan yakalamaya her geçen gün giderek daha da yaklaşıyor. İşte bu başarının saha içindeki merkezinde de bir Türk var. Profesyonel futbola ilk adım attığı zaman Bundesliga'da oynayan ve gol atan en genç futbolcu olan ve bu rekorları hâlâ elinden tutan millî oyuncumuz Nuri Şahin, bu sezonun ilk yarısında da Alman Ligi'nin en iyisi seçilmeyi başardı: O artık bir dünya markası…

Bayan Millî Takımımızın gurbetçi oyuncularından birisi o. Ama Avrupa'dan değil çok daha uzaklardan, Kanada'dan geliyor. Babasının ve ablasının izinden yürüyerek başladığı futbol, artık onun hayatı. Henüz 17 yaşında ve şimdiden büyük futbolcu olma hayalleri kuruyor, Ottowa Fury ile Kuzey Amerika'da yakaladığı başarıları, Türk Millî Takımı ile Avrupa'ya taşımak istiyor. Melisa Ertürk: Futbolcu ailenin, futbolcu kızı…
Ayrıca, "Türkiye-Güney Kore: Tarihe zafer mührünü orada bastık", "Türk Telekom Arena: Bu mekân oynatır!", "Spor Toto Süper Lig: Arada gelen yabancılar ne kadar yararlı?", "En yerli lig İspanya'da", "Bank Asya 1. Lig: Yeni heyecan, yeni yüzler", "Gurbetteki kadınlar", "Futbol Ekonomi: Dünden bugüne forma reklamları", "Boateng Biraderler: Ayrı dünyaların insanları!", "Gençliğin gücü", "Balon D'Or: Altın Top, gümüş ülkesine", "Armaların Dili: Sirkten gelen keçi", "Javier Hernandez: Dedesinin torunu", "Dünya Kupası: Hayalin içinde hayal mi var?", "Bir zamanlar Balkan Kupası vardı", "Futbol Nostalji", "Antalya'da teknik zirve" dosyalarıyla TamSaha'nın Şubat sayısında da futbol kültürünün değişik konularıyla, farklı bir içerik yer alıyor.

Haftasonu Gelmeden...


1 Şubat Salı
13:30 Galatasaray-Eskişehirspor (A2) / GS TV
21:45 Arsenal-Everton / Spormax (HD)
21:45 Milan-Lazio / TV8 & Lig TV (HD)
22:00 Manchester United-Aston Villa / PL TV

2 Şubat Çarşamba
18:00 İBB-Kasımpaşa / TRT Haber (ZTK)
20:00 Beşiktaş-Gaziantep BB / TRT 1 (ZTK)
21:00 Almeria-Barcelona / NTV Spor (İspanya Kral Kupası)
21:45 Palermo-Juventus / TV8
21:45 Birmingham-Manchester City / Spormax (HD)
22:00 Liverpool-Stoke / PL TV
23:00 Real Madrid-Sevilla / NTV Spor (İspanya Kral Kupası)

3 Şubat Perşembe
18:00 Gençlerbirliği-Bucaspor / TRT Haber (ZTK)
21:30 Gaziantepspor-Galatasaray / TRT 1 (ZTK)
21:45 Bari-Inter / Spormax (HD)

Andy Carroll ve Liverpool


Her şeyden önce Carroll için 35 milyon £ abartı bir rakam. Yetenekli bir adam ve İngiliz futbolunda önemli bir role hazırlanıyor olabilir. Fakat henüz bu paraya değecek bir performans ortaya koydu mu? Veya potansiyeli bu kadar da büyük mü? Orası soru işareti işte. Bilemeyiz... Zamanlama olarak Anelka'nın R. Madrid'e erkenden transferini hatırlattı bu bana. O derece baskılı bir ortama gitmiyor tabii ama umarım kariyeri onunki gibi devam etmez.

Andy Carroll'a verilen 35 milyon £ ile Forlan, Llorente veya belki Agüero gibileri alınamaz mıydı peki? Özellikle ilk ikisine rahat yeterdi o para. Ancak İngiltere'de her takımın kadrosunda 8 tane evde yetişmiş oyuncu (home-grown) bulundurma zorunluluğu unutulmamalı. Malum İngiltere'de de genç yetenekler kolay yetişmiyor. Dolayısıyla biraz parlayan adamın piyasası kabarıveriyor. Geçen sezonun başında da aynı mantıkla Glen Johnson için 18 milyon £ sayılmıştı. Sadece yetenek göz önüne alındığında o da bu kadar para etmeyebilir mesela ama İngiltere'de yetişmiş olması fiyatına önemli katkıda bulundu.

23 milyon £ Luiz Suarez'e, 35 milyon da Carroll'a... Chelsea'nin Torres için ödeyeceği 50 milyonu kıl payı geçiyor. Bu takımın her şeyden önce defansı aylardır S.O.S. veriyorken, kanatlarda Kuyt haricinde verim alınan oyuncu yokken böyle büyük bir kaynağın iki forvete harcanması benim içime pek sinmedi. Orta saha, Lucas'ın olgunlaşması ve Meireles'in kulübe giderek alışması ile yine bir şekilde toparladı kendini. Ama bu takımın kalitesi homojen bir biçimde artmalı artık. Böylesine kritik hamleler neden son dakikalara kaldı bilmiyorum ama Liverpool'un yaz transferlerini şimdiden merak etmeye başladım ben.

ShareThis

Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...