Subscribe Twitter Twitter

31 Ocak 2009

%39


Beşiktaş kulübünün başkanına olan borcunun, toplam konsolide borcuna oranını gösteriyor bu. Kulüp 2008 yılını 132 milyon TL borçla kapatırken, bunun 51 milyonu Demirören'e ait. Kendi dönemindeki Seric, Shildenfeld, Ailton, M. Yozgatlı, Tomas Jun gibi saçma transferlere düzgün biçimde kaynak yaratmak yerine parasını cebinden verince rakamlar kabarıyor, borç da artıyor haliyle. Zapo ve Sivok'un (ve gerçek bedellerini bilsek daha nice transferin) bonservislerine verilen yüklü paraları, ele yüze bulaştırılan stad projesi sonucu azalan kombine bilet gelirlerinin düşüşünü de unutmamak gerek tabi.

Elin Rusları, Arapları ve Amerikalıları parayı basıp kulüp satın alırken, bu işin Türkiye'deki usulü böyle işliyor! Hoş; herhangi bir kişi gelip "Beşiktaş kulübüne talibim, onu satın alacağım" dese mesela Çarşı'nın tavrı ne olur, kestirmek pek de zor değil...

30 Ocak 2009

Andrei Arshavin


Kendisini FM 2004'ten bu yana tanıyorum. Bu söz de FM'ciler arasında klişe olmuştur ezelden beri, bilenler bilir. Özellikle orta sıra takımlarında oynuyorsanız gayet iş yapan, fiyatı da kabarık olmayan bir adamdı. Kısmeti Euro 2008'eymiş, ona da kısmet denirse artık... Patlamasını Rus Milli Takımı ile bu turnuvada yaptı ama o gün bugündür, neredeyse 7 aydır bir gün Real Madrid'e, bir gün Juventus'a imza atıyordu Arshavin. Bizim medya hiç Fener'e transfer etmeye kalkıştı mı hatırlamıyorum ama şu aralar Arsenal'e katılmasının an meselesi olduğu söyleniyor her yerde.

O değil de, Zenith de amma sıkı pazarlıkçıymış maşallah... Kaç paraya bırakacaklar Arshavin'i merak etmiyor değilim ama resimden de anlaşılıyor ki artık Arshavin de bu yılan hikayesinden bir şey anlayamaz duruma gelmiş.

29 Ocak 2009

Bilge Balıkçı


Bülent Uygun


Bu adam mümkünse hiç konuşmasın, ne bileyim sadece işini yapsın odasına falan çekilsin. Sözü her aldığında abartılı bir gaz, futbol sınırlarında gereği olmayacak kadar seviyesiz bir milliyetçilik yansıyor kendisinden. "Arsene Wenger 1 milyar dolarlık takıma sahip. Buraya gelip başarılı olsun da göreyim, ancak öyle büyük hoca olunur" diye bir şeyler sallamış ortaya en son. Ne işin olur şimdi senin durduk yere Wenger'le? Adam İngiltere'ye geldikten sonra altyapı ve idman sistemine bakış açısı bir sürü kulüp tarafından örnek alınmaya başladı. Her sene milyonlar saçıp büyük transferler de yapmıyor, her taraftan araştırıp işine yarayan gençleri parlatıyor. Üstüne üstlük İngiltere'nin en atak, en göze hoş futbolunu seriliyor takımı Arsenal. Son olarak tamam, parası var ama yine de ayağını yorganına göre uzatıyor. Highbury'den Emirates Stadı'na geçiş sürecinde bir sezon transfer bile yapmadı takımına. Kısacası Wenger de düşünüyor, çalışıp çabalıyor işte olabildiğince. Tabi Uygun ve Wenger'in futbola bakış açıları ve "büyük hoca" anlayışları arasında dağlar kadar fark var, orası ayrı.

Bir de Türk futbolcuları ve hocalarına dair sözleri de var Bülent "Hoca"nın ki dillere destan! "Yabancı hayranlığına tutulmuş gidiyoruz. Yeni nesiller bunu değiştirecek. Biz Türkler dünyanın en iyileriyiz. Yeter ki bunu fark edelim." Bu sözü söyleyen insanın takım kadrosunda 8 yabancı var. Yüzlerine nasıl bakacak? Herhangi bir maçta onlardan birini kesip bir Türk'ü ilk 11 oynattığında o yabancı neler düşünecek bu sözlerden sonra? Diyelim Uygun seneye Fener'in başına geçti. Bütçesi ve ihtiyacı varken hiç mi parayı verip kaliteli yabancı almayacak bakalım?

28 Ocak 2009

Totti

Biraz çirkef mirkef ama seviyorum ben bu adamı. Futbola başladığı takıma bu kadar gönül veren, kariyerine o takımda başlayıp orada bitiren, kaptanlığın bu kadar yakıştığı bayrak adamlara hastayım zaten. Totti de bu alanda başı çekenlerden biri. Hatırlanacağı üzere Aralık sonlarında ciddi bir sakatlık geçirmişti ve sahalara dönmesinin 2 ayı bulacağı konuşuluyordu. Daha 1 ay oldu, haftasonu Napoli karşısında yedek bekledi ve bugün de Palermo karşısında ilk 11'de sahaya çıkıp az evvel golünü de attı Totti. Bu, sakatlıktan olağanüstü bir hızla kurtulup mükemmel bir geri dönüş yaptığı ilk anı da değil kaptanın. 32 yaşındaki vücuduna bu kadar iyi bakarak hâlâ mesleğine ve kulübüne bu kadar bağlı olabilmek her futbolcuya özgü bir durum değil. Hoş, onu özel yapanlardan biri de bu ya zaten...

İf İstanbul


İf İstanbul Bağımsız Filmler Festivali'ne bu sene bayağı sağlam katılmayı düşünüyorum, tabii bilet bulabilirsem. Slumdog Millionaire özellikle izlemeyi istediğim filmlerin başında geliyor. Oscar'da En İyi Film Ödülü dahil olmak üzere 10 dalda ödül adaylığı var ve muhtemelen en iyi film seçilecek. Festivalle ilgilenenler buradan buyursun.

Edwin van der Sar


Resimdeki arkadaş 38 yaşında ve Manchester United kalesini aralıksız tam 1031 dakikadır gole kapıyor. Kırmızı Şeytanlar en son 8 Kasım'daki Arsenal deplasmanında gol yemişti ve o günden beri ligde hiç gol yemeyip sadece 4 puan kaybettiler. Son 6 maçtır da geleni geçeni deviriyorlar. Ligde liderliği de ele geçirip 3 puan fark bile açtılar. Kısacası Alex Ferguson'ın ekibi geçen seneki başarılarını kaldığı yerden devam ettireceğe benziyor.

Bu arada Ferguson görevi bıraktığı anda (ki keşke hiç bırakmasa) yerine kim gelecek, o geçiş süreci nasıl olacak çok merak ediyorum. Tahminim, Sir'ün eski öğrencilerinden birinin görevi devralacağı yönünde ama belli olmaz tabii. Kulübün başında Amerikalılar var malum, anlamadan etmeden sırf prestij uğruna popüler bir ismi getirmezler umarım takımın başına.

Seedorf ve Gelişim


Beckham Milan'a katılmadan hemen önce Seedorf'un açıklamalarına blogda yer vermiştim. "Oynaması zor, ama antrenmanlarda kendisini geliştirebilir" diyordu kısaca Hollandalı. Haftasonu Beckham Milan adına ilk golünü attı ve fotoğrafta gol sonrası sevinci (sonra pişman oldu mu bilemiyorum) yer alıyor. Görünen o ki Seedorf, takım arkadaşının başka yerlerinin de gelişmesine kafa yoruyor!

Güz Sancısı


Yazı spoiler içermiyor öncelikle. Filmin fragmanını izlediğimde politik yönü ağır basan ve 6-7 Eylül Olayları hakkında detaylı bilgiler içeren bir yapıt izleyeceğimi düşünmüştüm herkes gibi, ama yanılmışım. Film, insanı pek de etkilemeyen bir aşkı anlatıyor (aşk hikayesi değil). Malum olaylara açıkçası çok yüzeysel bakılmış. Dönemin şartları, DP'nin olaylardaki acizliği ve beceriksizliği, Yunan tarafının olaylara bakışı, dönmüş olan entrikalar vs. çok daha ayrıntılı anlatılabilirdi. Bu şekliyle pek de doyurucu ve yoğun bulamadım filmi açıkçası. Ama yine de 6-7 Eylül Olayları'nı merak edenler izleyebilir.

Gölgede ve Güneşte Futbol

Eduardo Galeano gerçekten güzel bir kitap yazmış, anca okuyup bitirebilme fırsatı buldum. Her sayfasında futbola olan tutkusunu sonuna kadar hissedebiliyorsunuz. Genel olarak kitap, dünya kupaları üzerinde örülmüş ve futbola dair önemli olaylar bu aralıklarla serpiştirilmiş. Her dünya kupası yazısında da öncelikle dönemin sosyal ve politik olaylarına tek cümlelik yerler ayrılmış.

Kitabın çok hoşuma giden nüktedan bir noktası da var. Bahsettiğim tek cümlelik olaylar içinde 1962 Dünya Kupası'ndan 2002'dekine kadar (son olarak 2002 Dünya Kupası'na yer verilmiş bu arada) bir ayrıntıya istisnasız yer verilmiş: "Miami'den gelen bilgilere göre Küba'da Fidel Castro'nun devrilmesi an meselesiydi." Bu cümle, belirttiğim tarih aralığındaki 11 dünya kupası yazısında da var! Artık adam ABD'nin bu yöndeki çabalarından ne kadar bıkmışsa...

17 Ocak 2009

Vefa

Fahri Tatan ve Tuna Üzümcü... İki futbolcu da Beşiktaş'ta sonları oynayan "vefa" kırıntılarından nasiplerini aldılar. Fahri sezon başında Konyaspor'a transfer olduğunu cep telefonuna gelen bilgi mesajı sayesinde öğrenirken, Tuna da Bursa'ya gideceğini basından haber aldı. Gelecek vaad eden topçularımızdan Aydın da resmen zorla Bursa yolunu tuttu, istemediği halde... Belli ki oyuncuların fikirleri bile alınmadan tepeden inme kararlar veriliyor kulüpte. Kulübe az veya çok, bir şekilde hizmet etmiş futbolcuya köleden farksız davranılıyor.

"Büyük takım" diyoruz ya... Bazen düşünüyorum da bizimkiler büyükse Milan, Barcelona veya Manchester United ne oluyor o zaman? Olaya sadece evrensel tanınırlık, zenginlik ve kupalarla dolu bir müze açılarından bakmamak gerek. Örnek vermek gerekirse Milan futbolcularını sonuna kadar koruyan, jübile yaptıktan sonra da onlara kulüpte bir sürü imkan vererek gelişimlerini farklı bir boyutta sürdürmelerini sağlayan bir kulüp. Son 40 küsur yılda sadece 4 kaptan (sırasıyla Cesare Maldini, Gianni Rivera, Franco Baresi, Paolo Maldini) görmüş olmaları bile çok şey ifade ediyor. Üstelik terlik kavgası da etmiyor bu kaptanlar!

Barcelona tarafı zaten başlı başına şehir olarak bir kitle, bir başkaldırış... "Bir kulüpten daha fazlası" sloganıyla ve Güney Avrupa'daki bir ırkı (Katalan ırkı malum) temsilen yola çıkan, bugün ise dünya çapında saygı gören bir kulüp Barcelona. Daha fazlası, 100 küsur yıllık mazisi boyunca kutsallığını ön plana çıkararak hiçbir reklam almadığı formasına, herhangi bir ücret talep etmeden Unicef logosunu koyan da aynı Barcelona.

Man. Utd'a bakarsak zaten kulübün artık ilahlarından olan Alex Ferguson'u 22 yıldır takımın başında görüyoruz. Bu sürede kulübe kazandırmadığı kupa yok Sir Alex'in. Kulüp tarihinin en büyük faciası olan, 1958 yılındaki Bayern Munich deplasmanına giderken geçirilen uçak kazası sonucu ölen takım elemanlarına ithafen müthiş bir saygı gösterisi düzenleyen kulüptür aynı zamanda. Facianın 50. yıl dönümüne denk gelen City derbisine iki ekip de 50 yıl öncesinin reklamsız ve nostaljik formalarıyla çıkmış, tüm dünyaya o olayı derinlere kadar hissettirebilmiştir. Kazadan kurtulan nadir kişilerden olan efsane Bobby Charlton'ı 2008 Şampiyonlar Ligi finaline çağırıp, seremoni sırasında takıma önderlik etmesini sağlayan kulüp de yine Manchester United'tır.

Sadece parayla ve kupayla büyük takım olunmuyor haliyle. Bazen gerçekten bir kulüp olmaktan çok daha fazlası gerekiyor. Vefa denince kaç kişinin aklına bozacıdan daha fazlası gelebiliyor ki bugün?

14 Ocak 2009

Yozgat


13 Ocak 2009

Cristiano Ronaldo


2008'de kazandığı kupalar ve ödüller arasında bir yenisini daha ekledi. Ballon d'Or'dan sonda FIFA Yılın Futbolcusu ödülü de artık Ronaldo'nun. Bir sezonda 42 gol atarak George Best'i geçmek, hele de bu gollerin 31'ini Premier Lig'de atılmış olması az buz bir başarı değil. Ödül için en büyük rakibi Messi olarak görülüyordu ama açık farkla aldı ödülü.

Bu arada Messi nedense Ronaldo'dan çok daha sempatik geliyor bana. Yetenek seviyeleri aynı gibi ama Messi daha bir efendi uslu sanki. Sahada artistlik yaparken, kız peşinde koşarken veya Ferrari'sini oraya buraya çarparken görmüyoruz Messi'yi işte!

Ben Pozisyon Yorumlamam*


Collina’ya bir Türk televizyon kanalı iş teklif ediyor. Her hafta İstanbul’dan kaset yollanacak. Tartışmalı pozisyonların yer aldığı bu kaset Collina tarafından izlenecek. Artık Webcam’le mi olur başka bir sistemle mi olur, Collina beş dakikalık bir yorum yapacak ve evinden çıkmadan hatırı sayılır bir para kazanacak. Araya sponsorlar, Collina’nın menajeri vs giriyor. Teklif iletiliyor.

Türkiye’ye belki de daha az bir paraya reklam çekimlerine, toplantılara vs gelip giden Collina teklife cevabını hemen veriyor. ‘Ben pozisyon yorumlamam’

Dersi kendiniz çıkarın!

* Mehmet Demirkol'un bugünkü yazısından ufak bir alıntı.

11 Ocak 2009

Kaptan Emre


Tokatspor - Fenerbahçe maçında takım kaptanlığını üstlenen Uğur Boral 60. dakikada yerini Ali Bilgin'e bırakınca kaptanlık pazubandını Emre'ye verdi. O da 79. dakikada kulübeye dönene kadar takımın kaptanlığını üstlendi. Halbuki kadroya baktığımız zaman kaptanlığı Emre'den kat kat daha fazla hak eden oyuncular vardı sahada; Lugano (ki Uruguay Milli Takım kaptanı aynı zamanda), Gökhan Gönül, Deivid, hatta Edu mesela...

Emre gerçekten ballı bir adam bu arada. Her oynadığı takımda bir şekilde birileri tarafından korundu. Korunamadığı takımlarda da tutunamadı zaten. Galatasaray'da genç diye Terim kanatları altına aldı onu. Zamanla iyice pişen şımarıklıkla ve "ne istersem yaparım" havasıyla arkasına bakmadan Inter'e gitti. FM transferi gibi bir durumdu, tutunamadı ve Newcastle yolunu tutarak istikrarsız olmakta ısrar eden takıma transfer olma hatasını tekrarladı. Burada tutunmayı geçelim, ırkçı damgası yiyerek Fener'e geldi Emre. Fener'de de Aziz Yıldırım'a sığınmış durumda; malum eski Cimbomlu topçu aldı, koruyacak tabi Aziz... Milli Takım'da yine Terim ve biraz da Tayyip Erdoğan'ın korumacılığı ve gazıyla medyaya rahatça saldırabiliyor halen.

Bu arada Emre'yi alan tüm kulüpler ücrette maç başına anlaşsalardı, şimdiki servetinin yarısından biraz fazlasına sahip olabilirdi anca Emre. Bir futbolcu son 7 yılında 20 maç ortalamasıyla da oynar mı? İnsaf... 50 maç oynayanlar var dünyada. Emre yıldız futbolcuysa Lampard ne oluyor o zaman?

10 Ocak 2009

"Doğuştan Beşiktaşlıyım"

Sözler Yusuf'a ait tabii ki. Sadri Şener'in sözlerinde özneyi değiştirip Yusuf yapalım, manyık aynı zaten. Kim şaşırdı ve daha önemlisi kim inandı ki şimdi bu sözlere? Gitgide daha da sığ bir futbol denizinde yaşadığını farkediyor insan bunları duyunca. Deniz sığ olunca da bu gibi "kıvrak" dalgaların etkisi azalıyor.

Açıkçası biraz form tutsa, böyle 3-5 demeç daha verse, bir de kamplarda terlikle dolaşmazsa kaptan da yaparlar Yusuf'u Beşiktaş'a. Zaten kulübün tüm değerleri gibi, kaptanlık mevkiinin de pek bir değeri kalmamaya başladı.

9 Ocak 2009

Yusuf Şimşek

Transferi Beşiktaş ve Trabzon arasındaki ipleri gerdi. Beşiktaş'a transfer oluşunun uzun vadede hiçbir açıklaması yok. Gittiği her kulüple prensip gereği 1 yıllık sözleşme yapan ve kısa vedede iş yapan Mustafa Denizli'ye bu açıdan uygun bir politika aslında. Ancak Delgado iyileşince ve form tutunca ne olacak? Medyada bu sefer "Delgado ile Yusuf birlikte oynar mı" tartışmaları yaşanacak tabii ki!

Beşiktaş'ın artık uzun vadeli düşünüp bu doğrultuda transfer yapması gerektiğini düşünüyorum. Yoksa hâlâ küçük şeylerle avunup duracağız. Türkiye Kupası'nı alıp destan yazmış olacağız, Fener'i yenince ligin kralı olacağız mesela...

Geçelim bunları...

"Beşiktaş'a da Bu Yakışırdı"

Sözler Trabzonspor Başkanı Sadri Şener'e ait. Yusuf Şimşek'in son dakikada elinden alınmasından sonra Beşiktaş'a söyleniyor. Olay hakkında Beşiktaş'ın kendilerini bir defa arayıp sormamasını eleştiriyor.

Beşiktaş'ın ne kadar kötü yönetildiğinden bahsetmiştim daha önceki postlarda. İşin neticesinde bu gibi sözleri duymaya devam ediyoruz. Kulübün imajı yerlerde sürünüyor artık. Süleyman Seba döneminden bu yana 10 yıl bile geçmedi ama nerden nereye demeden geçemiyor insan... Tüm kulüpler tarafından saygıyla karşılanan, hatta dönemin Galatasaray yöneticilerinden Alp Yalman'ın "Başkanım" diye hitap ettiği Seba ile Demirören'i yan yana bile koyamıyorum. O derece siyahla beyazlar çünkü...

Beşiktaşlılığımdan utanır hale geliyorum sanki. Biliyorum, tek de değilim...

5 Ocak 2009

Mark Hughes

Mark Hughes'un Man. City başında daha kaç gün durabileceğine dair bahisler eminim ki yapılıyordur Ada'da. İyi bir menajer olmadığından değil tabi bu durum. Blackburn'deyken mütevazi bir kadroyla uzun yıllardan sonra FA Cup'ta yarı final oynamış, son sezonunda ligi 7. bitirerek UEFA yollarına düşmüştü. Ondan önce de Galler'e UEFA 2004 yolunda play-off oynatmış ancak Rusya'yı geçememişti. City ile bu sezon aradığı uyumu bir türlü yakalayamadı Hughes. Şu anki kadrosu gayet güzel; Robinho, Ireland, Richards, Jo, Corluka, Wright-Philips öne çıkan oyuncular. Hatta herkesin bildiği üzere ara transferde 100 milyon puond civarı para da harcayacaklar transfere. Bunlara rağmen takım 20 maçta 22 puan toplayabildi ve FA Cup'ta Nottingham Forest'a 3-0 yenilerek elendi. Ligin ikinci yarısında o kadar yeni transferi takıma monte edip bir ekip ruhu yaratması hiç de kolay olmayacak. Arapların da bu süreçte ne kadar sabırlı davranacaklarını her beraber göreceğiz...

2 Ocak 2009

Fanatik

Süper şiirsel bir sayfa olmuş, nazar değmesin! Hamit Aslan oldu, Diego Fener'de, Gattuso Kartal, Yusuf da Trabzon'a imzayı çakmışmış. Ama en çok da Gattuso'ya güldüm açıkçası...

ShareThis

Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...