Subscribe Twitter Twitter

26 Mayıs 2013

Nihayet Robben


2010 Şampiyonlar Ligi finali ile başlayan bir uğursuzluk Robben'inki. Final maçlarında bir türlü yüzünü güldürmeyen cinsten hani... 2010 Mayıs'ında Mourinho'nun Inter'i Bernabeu'da kupadan uzak tutmuştu onu. O günden bir buçuk ay sonra bu kez Hollanda forması ile dünya kupası finalinde kaybetti Robben. Geçen sezon ise tam bu kez olacak derken Chelsea bozdu planları. Bu kez belki de en istemeyeceği rakip Dortmund'tu finalde. Ama şeytanın bacağını nihayet kırdı Robben. Dün geceki oyunuyla hak etti de.

Fotoğraf Marca'dan bu arada.

25 Mayıs 2013

Der Klassiker


Akşamki Şampiyonlar Ligi finali için Cola Zero'nun hazırladığı reklam... Aynı zamanda da Bundesliga'nın 50. yılı anısına...

3 Mayıs 2013

Bayern Münih Ateşi



Son iki yılı Borussia Dortmund’un gölgesi altında geçiren Bayern Münih’in kupasız üçüncü bir sezonu geride bırakmasını kimse beklemezdi.Nitekim rüya gibi bir sezon yaşayan Bavyera ekibinin dönüşü şimşek misali oldu. Öyle ki, Guardiola’nın takımı bu seviyeden daha ne kadar yukarı taşıyabileceği tartışılır oldu. Yine de bu parlak dönem, Bayern’in kalıcı yönetimsel başarısının görünen küçük bir kısmı.

Süreklilik taşıyan ve uzun vadeli herhangi bir başarının arkasında mutlaka yönetim kabiliyeti yatar. İşin sırrı bazen Alex Ferguson gibi tek kişilik bir ilham kaynağında yatarken, kimi zaman da Shankly ile başlayıp Dalglish’e kadar uzanan Liverpool’daki ortak akıldan doğan ekip ruhuna dayanır. Alman futbolu denince tartışmasız akla ilk gelen unsur olan Bayern Münih’in devamlı başarısı, bu ikisinden çok daha fazlasından ileri geliyor. Zira yönetim şeklinden finansal yapısına, yönetici profilinden rekabet anlayışına dek Bayern artık tam anlamıyla örnek bir kulüp niteliğinde. Böylesine sağlam bir zemin kuruluyken teknik kadro oluşturmak sadece bir detay niteliği taşıyor. Hatta önümüzdeki sezon Guardiola gibi güçlü bir orkestra şefinin bu ekibe sahada liderlik edecek olması, zinciri tamamlamaktan ziyade onun en uçtaki halkasını güçlendirme görevi taşıyor.

Yönetim tarzı
Alman futboluna son dönemde ivme kazandıran en büyük iki unsur altyapı devrimi ve kulüplerin düzgün idare edilmeye adeta zorlanmasıydı. Bundesliga’nın diğer Avrupa liglerinden ayrıldığı bu düzlemde Bayern Münih yönetim şekli ile bambaşka bir boyutta duruyor. Pep Guardiola gibi el üstünde tutulan bir teknik adamın diğer prestijli kulüpleri elinin tersiyle itip Bayern’i tercih etmesinin altında da tam olarak bu yatıyor. Başkan Uli Hoeness’e göre Guardiola’yı Allianz Arena’ya getiren üç ana sebep var ve aslında bunlar Bayern’in güçlü yönetim tarzı hakkında önemli ipuçları veriyor.

Başarının mimarının yüzü her daim gülüyor

Öncelikle kulüp, binlerce taraftarın ucuz fiyata maç izleyebilmesi adına büyük sponsorluk anlaşmalarına imza atmayı ilke ediniyor. Hoeness 30 yıldan uzun süre önce kulüp yönetimine adım attığında toplam cironun yüzde 85’i gişe gelirleriyle sağlanıyordu. Deloitte’un son açıklanan Para Ligi raporuna göre ise bugün bu oran yüzde 23 seviyesinde. Nitekim sadece 15 € ödeyerek Allianz Arena’da Bayern’i izlemek mümkün. Futbolun her daim ulaşılabilir olması gerektiğini savunan Hoeness’e göre bu fiyat seviyesi, taraftarın müşteri gibi hissetmesini de engelleyen bir durum.

İkincil olarak Bayern, Borussia Dortmund’un finansal kriz yıllarında ezeli rakibine borç para verebilecek kadar rekabetin önemine inanan bir ekip. Yaklaşık 10 yıl önce Dortmund iflasın eşiğindeydi ve futbolcuların maaşlarını bile ödeyemiyordu. Kulübün idarî direktörü Michael Meier’in Münih’e gelişi Hoeness’i de şaşırtmıştı. “Sizden 2 milyon € borç istemekten başka çarem yok. Hiçbir garantim de yok, sadece sözüme güvenebilrsin” diyordu Meier. Hoeness ise cevap için çok beklemedi. “Dortmund tarihi olan bir kulüp ve Bundesliga onlar olmadan zayıflar. Paramızı geri alacağımıza da inanıyoruz” diye cevap verdi. Bugün Bundesliga’nın daha yakın takip edilen bir lig olmasını, Dortmund’un yükselişinin Bayern’i de tetiklemesini ve bu ikilinin Şampiyonlar Ligi’nde yarı finale yükselmesini 10 yıl önceki bu karşılıklı güvene bağlamak mümkün.

Guardiola önümüzdeki sene bu pozu verebilecek mi?

Hoeness’e göre Guardiola’yı Münih’e getiren üçüncü ve belki de en önemli sebep, kulübün büyük çoğunluğunun taraftarlara ait olması ve yine futbol adamları tarafından yönetilmesi. Bayern’in yüzde 18,2’lik hissesi eşit olarak Adidas ve Audi’ye aitken geri kalanın tamamı kulübün elinde. Ayrıca Hoeness’in yanı sıra Karl Heinz Rummenigge ve Matthias Sammer gibi futbolun içinden gelenlerinyönetimde bulunmasının önemi çok büyük. Böylece bu kişiler takımın dilinden kolayca anlayabilirken, önemli kararlar alırken teknik direktörle birlikte yapıcı tartışmalara girebiliyor. Son olarak Hoeness ve ekibinin futbolcuyken de bolca kupa kazanmış olması, Bayern’in daha tutarlı adımlar atmasını sağlıyor.

“Ben tam 20 kupa kazandım. 21.yi kazanmak için etrafa büyük paralar saçmam. Fakat hiçbir şey kazanmamış biri acilen kupa ister ve bu baskıyla yanlış kararlar alabilir.”Hoeness’in bu sözleri, 2000’li yıllarda Avrupa’yı saran Rus, Arap ve Amerikan sermayesine ciddi bir ders verir gibi…

Hoeness, Sammer ve Guardiola
Futbolun içinden gelen adamların uyumlu çalışması sonucu Bayern Münih’in başarısı uzun vadeli ve sürekli olabiliyor. Öyle ki, bu sezon takımın başında Heynckess yerine Guardiola olsaydı bile başarının mimarı olarak Hoeness’ten daha yukarıda yer alamazdı. Dolayısyla Katalan teknik adamın sırası gelene kadar Uli Hoeness ve Matthias Sammer’in kulüpteki önemini anlamakta fayda var.

Mükemmel üçlü: Hoeness, Sammer ve Rummenigge

Bayern’deki tüm idarî işlerden genel anlamda sorumlu kişi olarak Hoeness, sportif başarının mutlaka sağlam bir ekonomik temele oturtulmasını savunuyor. Elbette bu fikre sahip birinin 50 – 60 milyon € zarar ederek Şampiyonlar Ligi’ni kazanmayı eğlenceli bulmaması da çok doğal. Ne var ki Avrupa’nın diğer birçok devi tam olarak bu haldeyken Bayern’in düzgün yönetim örgüsünün bir anlamda cezalandırıldığını düşünüyor Hoeness. İşte bu noktada Finansal Fair Play kuralları doğrultusunda Malaga’nın aldığı Avrupa’dan men cezası ona göre iyi bir başlangıç. Fakat Manchester City, Chelsea ve Paris St. Germain gibi büyük zararlar yazan veya borç içindeki dev ekiplere günü geldiğinde yaptırım uygulanmaması şüphesiz ki Hoeness’in kaşlarını çatmaya yeter. Bunun yanı sıra bir Bundesliga kulübünün ve özellikle de Bayern’in yatırımcıların eline geçmesini engelleyen “50+1” kuralının da en büyük savunucusu Hoeness’ten başkası değil.

Bu sezonki fırtınanın baş mimarlarından sayılamasa bile, geçen yaz sportif direktör olarak Bayern’e imza atan Matthias Sammer de yakın gelecekte önemli katkı sağlayacağa benziyor. O da tıpkı Hoeness gibi futbolculuk geçmişinde birçok kupaya sahip ve yeni görevinde başarılı olmak için gerekli azmi ve karakteritaşıyabiliyor. Ayrıca Sammer, selefi Nerlinger gibi Hoeness’in gölgesinde kalmaktan ziyade kendi tarzını ortaya koyabilecek bir kişilik, ki yıllar önce göreve başladığında Hoeness de bu çizgide ilerlemişti. En önemlisi; Bayern’e gelmeden önce Sammer 5 yıl boyunca Alman Futbol Federasyonu bünyesinde 11 -18 yaş arasındaki yetenekleri geliştirmeye yoğunlaşmış ve spor bilimindeki son gelişmeleri bu eğitim sistemine entegre etmeye çalışmıştı. Alman futbolundaki gençlik devrimine ivme kazandıran bu geçmişi, Sammer’e Bayern’de teknik kadro ve keşif ekibini idare etmenin yanı sıra altyapı sorumluluğunu da getirmiş oldu.

Almanya'daki gençlik aşısında Sammer'in rolü çok büyük

Bavyera ekibindeki uzun vadeli planlara bir virgül koyup kısa vadeye bakacak olursak Guardiola’nın zinciri güçlendiren mükemmel bir halka olduğu söylenebilir. Yine de bu anlaşmanın bile riskleri hiç yok değil. Guardiola Barcelona’nın başına geçtiğinde takım son iki sezonu kupasız geçirmişti ve tekrar çıkışa geçmek adına her türlü denemeyi yapma fırsatı vardı. Nitekim kısa sürede zirveye çıkıp üç sezon orada tutunsa da Guardiola’yı Nou Camp’tan ayıran ve hatta futbola bir sezon ara vermeye zorlayan sebep, zirvede kalma çabasının tarifsiz yıpratıcılığıydı. Eğer Bayern sezonu Şampiyonlar Ligi şampiyonu olarak tamamlarsa, Guardiola tekrar kendini zirvede kalma psikolojisinde hissedebilir. Yine de Hoeness ve Sammer gibi tecrübeli futbol adamlarının da benzer yollardan geçtiğini düşünürsek bu ihtimalin Bayern için önemli bir sorun yaratmayacağını görebiliriz.

Finansal durum
Bayern Münih’in sürekli sportif başarısı ile sağlıklı finansal yapısı birbirini besleyen verimli bir döngü niteliğinde. Geçtiğimiz Kasım ayında açıklanan resmî rakamlara göre kulüp, tüm Avrupa’nın ekonomik krizle boğuştuğu bir dönemde tarihinin en yüksek gelir seviyesine ulaştı. 370 milyon €’luk cirosu Bayern’i Deloitte Para Ligi’nin dördüncü sırasında tutarken, 11 milyon €’luk net kâr ise kulübün tam 20 sezon üst üste para kazandığını belgeledi. Öte yandan Bayern’in Javi Martinez uğruna 40 milyon €’yu hiç kredi kullanmadan, tamamen kendi hesabından çekip verebilmesi de kulübün nakit seviyesi hakkında söze gerek bırakmıyor. Öyle ki, Bayern’in Dortmund haricinde Hertha Berlin, St Pauli, Hansa Rostock ve 1860 Münih’e bile zor zamanında borç para vermişliği var. Hoeness bu başarının sırrını gerek transfer, gerekse futbolcu maaşları konusunda yeri geldiğinde “hayır” diyebilmeye bağlıyor.

Sponsorların lokomotif olduğu Bayern finansalları parmak ısırtıyor

Bayern’in sponsorluk anlaşmalarındaki başarısı artık her kesim tarafından bilinen bir gerçek. Sadece 202 milyon €’luk ticarî gelirleri hesaba katılsa bile Deloitte Para Ligi’nin 10. sırasında kendine yer bulabiliyor. İşte bu güç, kulübün taraftarlarına İngiltere’dekilere nazaran yarı fiyatına maç izleme imkânı sunuyor. Örneğin bir Bayern taraftarı en fazla 800 € ödeyerek sezonluk bilet sahibi olabilirken, Arsenal taraftarı için bu rakam 1.300 € seviyesinden başlıyor. Fakat Bayern’in Para Ligi’nde önünde yer alan üç rakibi Real Madrid, Barcelona ve Manchester United’tan en büyük eksiği bundan ziyade TV yayın gelirlerinde yatıyor. Zira Bundesliga’nın bugünkü yayın anlaşmasının değeri, Avrupa’nın beş büyük ligi arasında kendine ancak son sırada yer bulabiliyor.

Masraf kalemlerine bakıldığında da Bayern’in sağlıklı finansal yapısının izlerini görmek mümkün. Futbolcu maaşlarının toplam gelire oranı sadece %50’lerde dolaşıyor, ki Finansal Fair Play kurallarının kulüplere tavsiye ettiği seviye %70. Özellikle de altyapıdan yetişenler olmak üzere aslında birçok Bayern oyuncusu nispeten düşük ücretle oynamayı kabul ediyor. Zira bu formayı giyen bir oyuncu imzayı attığı anda herhangi bir kupanın ucundan tutuyor demektir. Öte yandan kulüp Robben ve Ribery gibi yıldızları kolayca ikna edebilirken, Javi Martinez’i Barcelona’nın elinden kapabilecek güce de sahip.

Bayern'i uçuran kanatlar: Robben & Ribery

Ucuz maç biletleri, futbol tecrübesine sahip âkil yöneticiler ve olgun bir rekabet anlayışı... Tüm bunlar bir araya geldiğinde sportif başarıyı ekonomik güçle kalıcı olarak birleştirebilen bir kulüp ortaya çıkıyor. Hoeness, Sammer ve Guardiola’nın oluşturacağı ortak irade şimdiden Bayern’in önümüzdeki dönemlerine dair heyecan yaratıyor. Özellikle Finansal Fair Play yaptırımlarını dört gözle bekleyen Bayern, bu sayede Avrupa’nın zirvesini belki de geçmişinde hiç olmadığı kadar gözüne kestirebiliyor.

Not: TamSaha dergisinin Mayıs '13 sayısında yayımlanmıştır.

ShareThis

Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...