Subscribe Twitter Twitter

29 Haziran 2011

Beşiktaş ve Toyota


Bugün Habertürk'te yer alan habere göre Beşiktaş, forma reklamı da dahil olmak üzere Toyota ile ana sponsorluk konusunda anlaşmış. Haberin orijinal kaynağı da burada. Hemen atlayıp da inanası gelmiyor insanın çünkü rakamlar hiç de az buz değil; 3 yıl için 26 milyon $! Yani bugünkü döviz kurlarıyla yılda yaklaşık 6 milyon €'ya denk geliyor. Bugün dünya futbolunda forma sponsorundan en fazla gelir elde eden kulüpler sıralamasında Juventus (Betclic ile) 10. sırada yer alıyor ve yıllık forma reklam geliri 8 milyon €. Yani Beşiktaş'ın haberde yer alan gelirinden sadece 2 milyon € daha fazla. Galatasaray'ın Türk Telekom ile sadece forma reklamından yılda 2,8 milyon € (5 yıl için 20 milyon $ idi anlaşma, yanlışım varsa biri düzeltsin) elde ettiği bir ortamda böyle bir imza atılırsa yönetimi kutlamak gerek. Zira Cola Turka ile olan anlaşma tam anlamıyla komik ve yılda 2 milyon € civarında yanlış hatırlamıyorsam.

Bu arada Galatasaray'ın Türk Telekom ile olan anlaşması sadece forma sponsorluğuyla sınırlı kalsaydı eminim ki 2,8 milyon €'nun gayet üzerine çıkardı. Ancak anlaşma paketinin içinde bir de stad isim hakkı için 10 yılda 50 milyon $ (bugünkü döviz kurlarıyla yılda 3,5 milyon €) olunca forma reklamı da tek başına az görünüyor.

Son olarak Beşiktaş ve Toyota arasındaki anlaşmaya dahil olarak Siyah Beyazlı oyuncuların Toyota reklamlarında yer alması da var. Bundan sonra Quaresma ve Guti gibilerini bir yandan da "Toyota Gibi Adam" olarak göreceğiz ekranlarda. Tabii eğer haberler doğruysa...

28 Haziran 2011

42.100


Almanya'da her daim dolu tribünlere ve rekabetin üst düzeyde olduğu bir lige alışıyoruz artık. Başlıktaki rakam, Bundesliga'nın 2010/11 sezonundaki maç başına seyirci ortalamasını veriyor. 42.100!.. Bu rakam sayesinde üst üste 9 sezonda ortalama seyirci sayısını arttırmayı başardı Almanlar. Geçen sezona göre %0,7'lik bir artış sağlandı ve oynanan tüm maçların %94'ünde de biletler tükendi. Aslında ortalama bir maç biletinin yaklaşık 53 TL'den satıldığı ve stadyum kalitesinin üst düzeyde olduğu bir ortamda bu rakam o derece şaşırtıcı değil.

Asıl dikkat çekmek istediğim nokta, taraftarı tribüne çekmek için illaki onun kulüp sevgisini sömürmek gerekmiyormuş demek ki. Takımının bir maçını nispeten dökülen bir tribünde izlemek için birçok zaman 80 TL civarında para ödeyen, devre arasında dandik bir sandviçe 8-10 TL verip karnını doyuran ve buna rağmen stadına girişte ve çıkışta inim inim inleyen binlerce taraftar var bizim ülkede. E şimdi bu adam onca zahmete katlandıktan sonra takımının sürekli kazanmasını, her maç şov yapmasını istemekte o kadar da haksız değil. O taraftarın fikrince bu emeğin karşılığı kuru bir galibiyet veya puan kaybı olamaz zaten. İmkanı bile yok!.. Kulüp yönetimlerinin bu noktada kendilerini biraz da tribünün yerine koyması gerekmez mi? Bundesliga örneğindeki gibi biraz sosyalist ve taraftarı düşünen bir politikayla şimdikinden çok daha tolerans sahibi bir taraftar kitlesi yaratmak bu kadar zor mu?

27 Haziran 2011

Fabregas, A. Sanchez, Barcelona


Fabregas'ın burnunda tüten çocukluk kulübü Barcelona'ya transferi sonunda olacak gibi sanki. Artık bu işten Arsenal de yoruldu ki teklifleri dinlemeye hazır olduklarını söylediler nihayet. Geçtiğimiz yaz bu transferin eninde sonunda gerçekleşeceğini belirten Barça ise bu kez 35 milyon € verip işi kıvıracağını düşünüyor. Yalnız anlamadığım nokta şu ki, bu adamlar Fabragas kadar olmasa bile Alexis Sanchez için de uğraşıp duruyor haftalardır. Sanchez'i almak adına benzer bir bedel ödemek durumunda kalacaklar ama daha iki buçuk hafta önce bu yaz için transfer bütçesini 45 milyon € olarak belirlemişlerdi. Artık ya birini tercih edecekler ya da ek kaynak yaratmak adına oyuncu satacaklar, ki ilki haliyle daha mantıklı. Banka kredisi zaten yalan zira kulübün borcu 400 milyon €'nun bile üzerinde. Öyle ki, Başkan Rosell'in dediğine göre masrafları kısmak adına ofiste renkli fotokopi çıktısı bile almayı durdurmuşlar! Şimdi hem Fabregas hem A. Sanchez derken dur bakalım derler adama.

Öte yandan Udinese Başkanı Franco Soldati de malını ağırdan satmaya çalışıyor resmen. Birkaç gün arayla A. Sanchez'in bir Barcelona'ya, bir Man. City'ye yakın olduğunu açıklıyor gazetelere. Artık hangisinin teklifini az buluyorsa oyuncuyu hemen diğerine yamıyor adam. Şahsi fikrim, Barcelona'nın tercihinin Fabregas'tan yana olacağı yönünde. Bana kalırsa A. Sanchez oyuna biraz daha dinamizm katmak adına daha faydalı olabilir. Keza halihazırda dünyanın bir numarası olan o orta sahada bir de arkadan gelen Thiago Alcantara bulunurken Fabregas lüks kaçabilir. Bir bakımdan Barcelona'nın bu kadar mükemmel bir takıma sahip olup pahalı transfer peşinden koşması, alttan gelenlerin önünü kapatıyor. Bu durum 2-3 yıl daha devam ettiği taktirde Barcelona'nın duraklama ve gerileme devrinin ana sebebi doğmuş olabilir, ki henüz Guardiola'nın takımdan ayrılma ihtimalini söylemedim bile...

Yine de Pep orada durduğu sürece kulübün yoldan çıkması, takımın bozulması gibi ihtimaller yakın durmuyor. Ama futbol bu, hiçbir şey belli değil. Oyunun on yıllardır bu kadar sevilmesinin öncelikli sebebi, sürekli yeni akımların doğması ve onları çürüten daha de yeni akımların baş göstermesi. Yani olaya geniş açıdan bakarsak futbol taktik anlamda belki de dünya üzerindeki en esneklik sahibi oyun. Hâl böyle olunca İngilizler icat ediyor, Macarlar onları sallıyor, sonra Almanlar da Macarlar'ı deviriyor. Catenaccio diye bir kavram ortaya çıkıyor ama Total Futbol gelip onun havasını alabiliyor. Ardından dünya futbolu defansın önemini tekrar hatırlıyor ancak Brezilya havası gelip onu dağıtabiliyor. Bunlar gibi daha birçok dinamik sayılabilir. Artık bundan sonra da Barcelona 'panzehiri' adına üçlü defans mı denenir, yoksa Spalletti'nin forvetsiz 4-6-0'ı mı yaygınlaşır bilemem. Ama şu bir gerçek ki bunu çözüp uzun vadeye yayabilen teknik direktör, dâhi taktisyenler arasındaki yerini alacak.

26 Haziran 2011

1982 Yılında Maradona


1982 Dünya Kupası'na sayılı zaman kalmış. 21 yaşındaki Maradona, Boca Juniors'taki henüz ilk yılında bir kulüp efsanesi olmasının yanı sıra takım kaptanlığına bile yükselmiş. Öyle ki, takım kötü giderken tesisleri basan 'ultra' taraftarlar bir tek ona dokunmamış. Zaten onların karşısına çıkıp dayılanan tek kişi de genç Diego olmuş! Neyse, o yaz İspanya'daki dünya kupasında yıldızını iyice parlatıp Barcelona'ya geçti Maradona.

Fotoğraf da Arjantin Milli Takımı'nın o kupa öncesinde FIFA'ya yollayacağı resmi futbolcu profilleri için çekiliyor. Ortamın, etraftaki insanların ve Maradona'nın bile ne kadar naif olduğuna dikkat çekmek gerek. Özellikle sol üstteki bıyıklı esmer amca resmen "bitse de gitsek, ne işle uğraşıyoruz bu sıcakta" der gibi! Fotoğrafın ortasındaki abi ise dönüp koskoca Maradona'ya bakmamış bile! Ne bilsin arkasındaki adam 4 yıl sonra ülkesini dünyanın zirvesine taşıyacak, onu ister istemez sokaklara çıkaracak... Futbolun küreselleşmesini ve endüstrileşmesini geçtim, forma sponsorluğunun bile daha yeni yeni ortaya çıktığı yıllar işte. Bir Messi veya Ronaldo'yu şu ortamda fotoğraf çektirirken hayal edebiliyor muyuz şimdi?

21 Haziran 2011

Milli Takımdan Kulübe Geçiş


Ha oldu ha olacak derken nihayet Villas Boas Porto'dan istifa etti. Ciğerci kedisi gibi Portekiz ekibinin kapısında bekleyen ve 'şimdilik' Mourinho'nun replica'sı olarak Boas'ı takımın başına getirmeye çalışan Chelsea amacına ulaştı gibi. Artık Hiddink de Milli Takım'ın başında kaldığına göre bu tartışmayı çöpe atabiliriz. Ancak dikkatimi çeken şey şu ki, neden büyük takımlar halen 60 yaşını devirmiş ve bir milli takımın başında yer alan hocalara göz dikiyor?

Bu konuda Chelsea'nin yaklaşımı taban tabana zıt mesela. 64 yaşındaki Hiddink'in peşinden o kadar koştuktan sonra 33'lük Boas'la anlaşmaları, Stamford Bridge'deki kafa karışıklığı ve plansızlığı gösterir bana göre. Hiddink'in son çalıştırdığı  kulüp takımı Chelsea idi, hatta o sezon hiç de fena idare etmedi takımı. Barcelona'yı yarı finalde eleme fırsatını son anda kaçırdı ama FA Cup'ı da kazanmayı bildi. O sezonun başında yine bir milli takım hocası olan Scolari'yle anlaşmak zaten başlı başına bir riskti ve tutmadı. Bana göre onun ardından Hiddink'in gelmesi de aynı derecede olmasa da riskliydi ama meyvesini verdi. Hollandalı, Chelsea veya bir başka kulüp takımını sezon başından alıp sonuna kadar götürebilir mi peki? İşte orası tam bir soru işareti. Nitekim mükemmel bir momentum yakalayan Boas'ı Londra'ya getirmek birçok yönden daha akıl kârı bir iş.

Hiddink gibi Capello'nun da adı Inter ile anılmıştı ama şimdilik her iki taraf da bu söylentiyi yalanladı. Nedense milli takım hocaları her an mevcut görevlerini bırakabilecekmiş gibi bir algı var piyasada. Tecrübe, taktik bilgisi, otorite desen tamam da bu adamların takım başında maça çıkma alışkanlıkları körelmiyor mu hiç? Bu handikapla sezon başında kaybedilen birkaç puanla İtalya'da kazan hemen kaynamayacak mı? Veya İngiltere'de?

Galatasaray da Fatih Terim'i getirmekle ne kadar doğru ne kadar yanlış bir karara imza attı göreceğiz bakalım. Her şeye rağmen İmparator'un kredibilitesi taraftarın gözünde zirve noktada. Şimdiye dek yapılan transferler de bu güveni pohpohlar nitelikte. Terim için de en kritik nokta bana göre sezona iyi başlayabilmek. Zirveden kopmamak bile demiyorum, özellikle ilk haftalarda zirvede kalabilmek... Zira yepyeni bir takım oldu Galatasaray ve oyuncuların birbirine alışırken aynı zamanda kazanma alışkanlığı elde etmesi ne kadar önemliyse, Terim'in bu süreçte kulüp futboluna tekrar ısınması da çok kritik. Açıkçası bunu isterim çünkü sevilsin ya da sevilmesin Fatih Terim bu ülkenin apayrı bir rengi.

16 Haziran 2011

40 Yıl Önce Liverpool


Yıllardan 1972... Liverpool kaptanı Emlyn Hughes, 21 yaşındaki takım arkadaşı Kevin Keegan'a "Ayın Oyuncusu" ödülünü verirken... Ayrıca sırasıyla Bill Shankly, John Toshack, Ray Clemence ve Steve Heighway... Hani arada Shankly Baba olmasa ilk bakışta "aha Beatles lan bu" diyecek gibi oluyor insan ama onu görünce iş değişiyor elbet! Bu neslin son meyvelerinden Dalglish'i bu sezon da takımın başındayken izleyeceğiz. Şu günlere bire bir tanık olmasa bile istikrar ve sadakatten etkileniyor insan ister istemez. Gel de şimdi Liverpool'u sevme!..

12 Haziran 2011

Bob Marley


10 Haziran 2011

Bir Piyon Olarak Beşiktaş


Bebe transferine sevinen Beşiktaşlı arkadaşlarım varsa artık ben o tribüne gitmek istemiyorum. Bu kadar basit... Jorge Mendes'in güzelce avucunun içine aldığı bir kulüp oldu Beşiktaş. Ya kendisi ya da geldiği kulüp popüler olan birkaç adamı alıp dünya kulübü olma yolunda ilerliyor Beşiktaş! O yönetimden Allah aşkına kimse sorgulamıyor mu bu saçmalığı? Tek bir adamın himayesi altındaki onca Portekizli'yi takıma getirmek risk değil de nedir? Gelsin Jorge Mendes yönetsin kulübü madem! Manchester United veya ne bileyim Atletico Madrid'in pilot takımı hüviyetine bürünsün Beşiktaş da olsun bitsin bu iş! Mendes'in tozlanmış veya hiç parlayamamış yıldızlarından bile para kazanmasını sağlıyor bu yönetim. 

Bobo'nun günahı neydi peki? Bu adamın değerini neden bilemedik veya bilmezden geldik? Adı sanı yok diye mi, yoksa prestijli bir kulüpten alınmadı diye mi? Elimizde yetişen, halen de kendini geliştirmeye devam eden, ligde her sezon belli bir standardın üstünde gol atabilen bir adamı sözleşmesinin sonu geldiği anda postaladı Beşiktaş. Neden? Çünkü Forlan veya Bebe veya bilmem kim gelecek! Çünkü Mendes'in portföyünde performansı düşüşe geçmiş, yaşı ilerlemiş veya istenen derecede patlama yapamamış sürüyle adam var. Hangisi gelse Demirören yine Büyük Başkan! Takım ligi 13. sırada bitirse de Beşiktaş artık bir dünya kulübü! 

Ve evet... Gerçekten de bu stratejiye kanarak dünyanın en büyük piyon kulübünü sırf transfer heyecanı yüzünden seven taraftarlar varsa bir zahmet gidip çay koysunlar, ömür boyu FM falan oynasınlar... Zira o tribünde gerçek bir taraftar kitlesi olsaydı, her gelen topçu uğruna ağzından salyalar akıtarak Atatürk Havalimanı'nı yıkan adamlar olmasaydı bu kadar saçma bir yönetim ayakta duramazdı.

8 Haziran 2011

Xavi ve Tüm Kupaları


13 sezonluk Barcelona A takım kariyerinde kazandığı tüm kupalarla birlikte bir hatıra fotoğrafı Xavi'den... Sağ tarafta 6 La Liga, 1 Copa del Rey, 1 Avrupa Süper Kupa, 1 FIFA Dünya Kulüpler Şampiyonluğu kupası. Solda ise 3 Şampiyonlar Ligi ve 4 İspanya Süper Kupası. Bu 16 kupanın 10 tanesini son üç sezonki Guardiola döneminde kazanması da ilginç olduğu kadar şaşırtıcı olmasa gerek. Tabii İspanya Milli Takımı müzesinde de elinin değdiği birer Dünya Kupası ve Avrupa Kupası mevcut. Serideki tek eksik UEFA Kupası ama onu da pek sallamıyordur artık herhalde...

5 Haziran 2011

Şekilli Garson

4 Haziran 2011

FIFA Nereye Gidiyor?


Libya'da nasıl ki Kaddafi yıllardır ülkenin başındaysa, FIFA'nın bir türlü yıkılamayan kalesi de Sepp Blatter resmen. Kendisi ve kurumu hakkında kaç yıldır ortaya atılmadık pis kokulu iddia kalmadı ama en sonuncusu gerçekten yenilir yutulur değil. Birçok kişi de bunun ilk olduğunu düşünmüyor keza. Kendinden önceki başkan Joao Havelange, 24 yıllık görev süresi boyunca futbolu Eski Kıta merkezli olmaktan çıkarmış, diğer ülkelere de daha fazla katılımın yolunu açmıştı. Tabii bu şekilde sponsorların da yoğun ilgisini yavaş yavaş çekmeye başlamıştı.

Görev süresi boyunca onun yanında yer alan ve 1998'de yerine geçen Blatter ise olgunlaşmaya başlayan bu stratejinin üstüne konmuş gibi oldu. Havuzda biriken muazzam para sonucu FIFA çok daha fazla kazanan bir kurumdu artık. Bu şekilde, yılda ortalama 150 milyon $'ı bulan "Geliştirme" bütçesi sayesinde özellikle küçük ülkeleri himayesine aldı Blatter. Zira gelişmekte olan ülkelerin bu fona ihtiyacı büyük ve hal böyleyken bu federasyonların oyu direk Blatter'e gidiyor. Bu arada fonun tam olarak nerelere harcandığı FIFA tarafından şeffaf biçimde açıklanmıyor. Blatter'in bu yılki seçim sürecinde "Ben seçilmezsem futbol kaybeder" sözünün alt metnini de bu kalemde arayabiliriz bir anlamda. Nitekim İsviçreli'nin karşısına çıkan Bin Hammam da rüşvet iddiaları arasında yarıştan çekilmek zorunda kalınca meydan yine Blatter'e kalmış oldu.

Kısacası Blatter 4 yıl daha görevinin başında. Platini de sessiz sakin bir şekilde onun destekçileri arasında yer alıyor. Bu seçimde yarışa katılmak yerine birçok fırsatta Blatter'e olan desteğini satır aralarında belirtti. 2015 yılındaki seçimde İsviçreli kesin olarak aday olmayacak. İşte o seçime girmesi çok muhtemel olan Platini için Blatter'in desteğini şimdiden almak çok önemli.

1 Haziran 2011

3 Kuşakta Barcelona




Barcelona'nın son 35 yıldaki tarihini şu üç fotoğrafla özetlemek mümkün olabilir. Biri bir kıvılcım çakar, öteki onu alevlendirir, sonrakiyse ateşi iyice körükleyerek önce Roma'yı sonra Londra'yı yakar. Bu kadar basit görünüyor işte ama değil. Dile kolay; inişli çıkışlı bir 35 yıl... Biz buralarda deriz ki "abicim takımın başına hocayı getir ama yeter ki arkasında dur, 3 yıl pek başarı bekleme, sistemin otursun, sonrası gelir...". İyi güzel ama peki bu sistemin bir kulüp kültürü haline gelmesi? A takımından genç ve minik takımlara kadar tüm hücrelerine yayılması? En önemlisi yıldan yıla aktarılması? İşte bunu sağladığınız anda takım zor dönemlere girse de korkmazsınız. Onca yılın başrol oyuncuları arasından illaki bir kahraman çıkarırsınız çünkü. Barcelona hakkında artık medya dünyası ne yazsa, nereye değinse, nasıl övse bilemez hale geldi! İşin özü de on yıllara dayanan bu devamlılık işte.

Bu arada malum bayrak yarışında Guardiola'dan sonra Xavi'yi layık gördüm kendimce. O da orta sahadaki eşsiz vizyonunu kulübeye taşıyabildiği anda neden olmasın?

TamSaha Haziran


TamSaha dergisinin Haziran sayısı yayında. Dünya ve Türkiye futbolunun gündemindeki konuları, röportaj ve dosyalarla ele alan derginin 80. sayısında, sezona damgasını vuran oyunculardan Büyükşehir Belediyespor'un İsveçli yıldızı Samuel Holmen, performansının sırrını anlatıyor: "Kendimi önemli hissediyorum!"

İlk sezonunda şampiyonlukla taçlanan bir Beşiktaş deneyiminden sonra biten sezonu Medical Park Antalyaspor için ter dökerek geçirdi. Yeni takımında lider oyuncu kimliğini bir kez daha bulan Uğur İnceman, son yıllarda Türkiye'de yaşadıklarını ve Türk futbolunun sorunlarını Almanya'da yetişmiş bir oyuncu gözüyle bizlerle paylaştı: "Güven varsa başarı da var..."

Diyarbakırspor'daki performansı onu önce takım kaptanlığına, ardından da Trabzonspor'a taşıdı. Özellikle takımın skoru tutması gereken maçlarda sonradan oyuna girerek çalışkanlığı, sert ve yıldırıcı oyunuyla takımına katkı sağladı. Trabzonspor'un yeniden yapılanmaya gitmesi muhtemel yeni sezonda, Barış Ataş orta alanın önemli alternatiflerinden biri olarak görünüyor: Atom karınca...

Bu sezonun ikinci yarısında Eskişehirspor'da sürekli oynayan, orta sahada ve savunmanın her bölgesinde görev alan bir joker olarak tanıdık onu. Futbol hayatının büyük bölümü amatör kümede geçen bir oyuncu olarak yaptığı sıçrama parmak ısırtıyor. Üstelik 16 yaşında başından çok talihsiz bir olay geçmiş ve yürümesi bile tehlikeye girmiş. Veysel Sarı: "Kurşun yedim, pes etmedim!"

Orkun Aktaş FIFA kokartlı yardımcı hakemlerimizden birisi ve sahadaki en dikkat çekici özelliği kıyamet kopsa bile soğukkanlılığını koruma becerisi. Hırstan arınmış olmanın, bir ekibin başarısına katkıda bulunmakla yetinebilmenin önemine dikkat çekiyor: "Hakemlik sakin kalabilme mesleğidir..."

İngiltere'nin büyük kulüplerinin çoğu peşindeydi ama onun kaderi Liverpool'la kesişti. Millî Takım'ın da gelecekteki umudu olan genç kaleci, önünde uzun ve zor bir yol olduğunun farkında. Van Der Sar gibi büyük kalecileri örnek alan Yusuf Mersin'in idolü ise futbol dünyasının dışından sürpriz bir isim, Roger Federer: Asla yalnız yürümeyecek...

U17 Milli Takımı ile Almanya'daki Elit Tur'da mücadele ettiğinde herkesin sorduğu 11 numaraydı. Mustafa Denizli döneminde Beşiktaş'ın A takım kampına çağrıldı. Maçların sonuna kadar enerjisini koruyan ve soğukkanlılığıyla dikkat çeken sol kanat oyuncusu Erkut Şentürk, bir gün A takımda kendine yer bulabilmek için var gücüyle çalışıyor: Gözü Avrupa'da...

Ayrıca, "Euro 2012'nin yolu Brüksel'den geçiyor", "Belçika: Mazisini arayan Şeytanlar", "Rekortmen şampiyon Fenerbahçe", "Avrupa'ya Kartal uçtu", Bank Asya 1. Lig: Nefes kesen yarışın anatomisi", "Mersin İdman Yurdu: 28 yıllık hasret bitti", "Samsunspor: Karadeniz'in ligdeki ilk temsilcisi", "Mor menekşe çiçek açtı", "Spor Toto 2. Lig: Bank Asya'nın üç yenisi", "Büyük liglerin 'en'leri", "Barcelona ambargosu", "Porto'ya en büyük ödül", "Eski Wembley'de beş final"; "Fransız futbolu ırkçı mı?", "Napoli: Küllerinden doğan efsane", "Kadın Ligleri" dosyalarıyla TamSaha'nın Haziran sayısında da futbol kültürünün değişik konularıyla, farklı bir içerik yer alıyor.

ShareThis

Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...