Subscribe Twitter Twitter

10 Aralık 2010

Luce'nin Yolu


Lucescu'nun Shakhtar'ını izledikçe her seferinde bir kez daha hayıflanıyorum. Ülkeye ayak basan her teknik adama yaptığımız gibi çeşitli sıfatlar takarak ve hakarete varan sözler sarf ederek yolladık onu buralardan. Çingene, korkak, futbolu bilmiyor, karaktersiz vs... Şimdilerde Schuster'in yaptığı gibi o da bir süre sonra medyaya sıklıkla laf soktu ama medya onu biraz olsun anlamak yerine "aha bize ne diyor böyle yahu" modunda daima üstte kaldı. E tabi; Schuster, Del Bosque, Aragones, Rijkaard gibi birinci sınıf teknik adamların bile futbol bilgilerini birkaç ayda sıfırlayan (!) o tantanacılar Lucescu'ya mı laf söylemeyecekti? Ne de olsa onun diğerleri kadar kredisi bile yoktu. Yine de tüm eleştirilere rağmen Türkiye'deki 4 yılına 2 şampiyonluk, bir Şampiyonlar Ligi ve bir UEFA Kupası çeyrek finali sığdırdı Luce.

Shakhtar'daki icraatları ise çok daha parlak. İstanbul'daki kaygan zeminde kalıcı eserler bırakabilen Rumen hoca, uzun vadeli düşünüldüğünde tabii ki daha verimli olacaktı. Ukrayna'daki 7. sezonunu yarılarken geride kalan sürede hiç 2.liğin altına düşmedi ve 4 lig şampiyonluğu kazandı. Şu anda da bitime 11 hafta varken "daimi en yakın rakibi" olan Dynamo Kiev'e 12 puan farkla lider durumda. Son 6 sezonda özellikle UEFA Kupası'nda başarıyı sürekli kovaladı ve 2009 Mayıs'ında Şükrü Saraçoğlu'nda kupayı nihayet kaldırdı. Ve bu sezon takımını Şampiyonlar Ligi'nde tarihte ilk kez 2. tura yükselterek bir kez daha parladı Luce. Üstelik 15 puanla, grubu Arsenal'in önünde lider tamamlayarak...


Sadece topladığı puanlar ve aldığı kupalarla başarı kazanmadı Lucescu. Elano, Tymoshchuk, Ilsinho, Brandao, Chygrynskiy, Fernandinho, Luiz Adriano, Jadson, Srna, Matuzalem, Douglas Costa gibi isimleri Avrupa futboluna zevkle sundu. Onları ya çok gençken keşfedip geliştirdi ya da Beşiktaş'ta Sergen'e yaptığı gibi yeniden bulutların üstüne çıkardı. Gerektiğinde yerlerine aynen yenilerini buldu ve iyi fiyata elden çıkardı. Sonuçta kazanan hep o ve kulübü oldu.

Ülke olarak bir teknik direktörden ne istediğimizi mantıklı bir biçimde tanımlayabildiğimiz anda önemli mesafe  kat edeceğimizi düşünüyorum. Üç ayda Barcelona gibi oynayan bir takım görmek istiyor herkes. İddia ediyorum, bizim Üç Büyükler'i çalıştırmak bir teknik adam açısından Real Madrid'in başına geçmekten bile daha stresli bir iş. Çünkü her şeyden önce futbolcunun fundamental eksikleriyle, basiretsiz yöneticilerle ve ne dediğini kendi de bilmeyen bir medyayla uğraşmak gerekiyor. Hal böyle olunca kolayca yıpranıyor adamlar ve eninde sonunda sahadaki sözde başarısızlık kalıyor ortada.


Sabır göstermediğimiz gibi değer de bilmiyoruz. Buraya gelmeden evvel Real Madrid'te kazanmadık kupa bırakmayan Yeniköy Kasabı, buradan sonra Dünya Kupası'nı alarak devam ediyor kariyerine. Kaldığı yerden... Yine İstanbul'dan ayrılan Luce, Viktor Maslov ve Lobanovski'nin ardından Ukrayna'da yeni bir ekol yaratıyor. Eminim ki Rijkaard ve Schuster de (elbet bir gün ayrılacak nasılsa) şöyle bir nefes nefes alıp mutlu mesut yollarına devam edecekler. Biz de burada geleni öğütmeye, gideni övmeye devam edeceğiz.

Ah be Luce... Şimdi keşke burada olsaydın da yine basın toplantılarında kafanı kaşıyıp atlardan köpeklerden bahsetseydin. Maç sonunda soğuk havada terli terli röportaj veren futbolcuna paltonu çıkarıp verseydin. Erken gittin diyeceğim ama senden sonra olanlara bakınca çok bile durmuşsun diyorum ne yazık ki. Yolun açık olsun...

0 yorum:

Yorum Gönder

ShareThis

Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...