
31 Aralık 2009
30 Aralık 2009
Sterling
Son 10 Yılda Futbol

- 10 Yılın Takımı: İlk 5 yıldaki gibi gitse Real Madrid, son 5 yıldaki gibi olsaydı Barcelona'yı seçerdim. Ancak Premier League'te 6 şampiyonluk, 1 Şampiyonlar Ligi kupası ve 1 ikinciliği ile Manchester United daha istikrarlı bir görüntü verdi.
- 10 Yılın Futbolcusu: Kesinlikle Ronaldinho... Brezilyalı tam anlamıyla evrensel bir akım başlattı. Şu an izlediğimiz Barcelona'nın doğuş yıllarındaki maçlarını izlemek için başlı başına bir sebepti.
- 10 Yılın Menajeri: 2 Portekiz Ligi, 2 Premier League ve 1 Serie A şampiyonluğu... 1 UEFA Kupası ve 1 Şampiyonlar Ligi şampiyonluğu... Lig kupalarını saymaya zahmet etmeyelim. 3 takımla 10 yılda 7 büyük kupa sayesinde Mourinho'yu pek tartışmaya gerek yok.
- 10 Yılın Maçı: Olimpiyat Stadı'nın ev sahipliğinde Liverpool 3-3 Milan. Sönen maç heyecanını bir kenara bırakıp çekirdek yemeyi tercih ettiğimiz devre arasında böyle bir skoru akıl bile edemezdik. İyi ki yanılmışız...
- 10 Yılın Olayı: Dünyanın gördüğü en büyük futbolculardan olan Zidane'ın, 2006 Dünya Kupası finalinde Materazzi'ye kafa atıp kırmızı kart görerek jübile yapması.

- 10 Yılın Takımı: Bir defa maalesef Beşiktaş değil. Galatasaray ile Fenerbahçe de eşit gibi ancak Türkiye standartları üzerindeki kurumsal ve ticari faaliyetleri sayesinde Sarı-Lacivertliler bir adım önde.
- 10 Yılın Futbolcusu: 2001-2002 sezonunun devre arasında Nihat Beşiktaş'tan Real Sociedad'a giderken Real Madrid'le şampiyonluk, Ronaldo ile gol krallığı yarışına gireceğini kimse düşünemezdi.
- 10 Yılın Menajeri: Aslında Fatih Terim'e son 20 yılın Türk menajeri desek yine göze batmaz. Kariyeri son 10 yıllık süreçte sürekli düşüşte olsa da ondan iyisini çıkaramadı bu ülke. Ne yazık ki...
- 10 Yılın Maçı: Önemine bakılırsa Fenerbahçe 4-3 Gaziantep. Seyir zevkini göz önüne alırsak Fenerbahçe 3-4 Beşiktaş. Ancak yarattığı etki sonucu Fenerbahçe 6-0 Galatasaray. Ve hepsi de tesadüfen Şükrü Saraçoğlu'nda!
- 10 Yılın Olayı: 2005-2006 sezonunun son haftasında Galatasaray'ın maçını bitirdikten sonraki 16 dakikada uzatmaları oynanan Denizli-Fenerbahçe maçının sonucunu bekleyerek şampiyonluğa ulaşması. İnsana 10 tırnak yedirten bir 16 dakikaydı...
28 Aralık 2009
Van der Sar'a Penaltı Atmak
27 Aralık 2009
Fikstür
26 Aralık 2009
Her Türlü Kral
23 Aralık 2009
Steve Bruce vs Roberto Mancini

22 Aralık 2009
FIFA Yılın Futbolcusu




21 Aralık 2009
Avrupa'da Gol Krallığı

19 Aralık 2009
Estudiantes 1-2 Barcelona
18 Aralık 2009
Beşiktaş 2-3 Bursaspor

"Tanrı futbolu havadan oynamamızı isteseydi, çimleri bulutların üstüne yerleştirirdi." demiş efsane Brian Clough. Dün İnönü'de o bulutlar iyice yoğunlaşıp içlerini boşaltınca sahaya, çimler de mecburen bulutların üstüne taşınmalıydı. Teoride gereken buydu ama pratikte durum Beşiktaş adına pek de öyle olmadı.
Önce genel olarak şunu söyleyebiliriz ki yılın en çekişmeli Beşiktaş maçıydı. Dünkü takım, Ağustos ayından bu yana atak yönüne en çok ağırlık vermeye çalışandı belki de. Özellikle bekteki iki İbo'nun hücuma olağanüstü katkı sağlamaya çabaladığını söyleyebiliriz. Çabaladılar diyorum; çünkü bunu yaparken geride açıklar bıraktılar. Oturmaya çalışan bir hücum / defans dengesinin handikapları diyebiliriz buna. Ancak daha da önemlisi, yağmurdan iyice yumuşamış ve göller biriktirmiş bir zeminde bu varyasyonları denemek, hele üzerinde ısrar etmek mantıklı değildi. Maç düzgün bir zeminde oynansaydı, oynamaya çalıştığı oyunla Beşiktaş çok daha güzel sonuç alabilirdi ama hava şartlarına ayak uyduran ve radikal şeyler deneyen Ertuğrul Sağlam 3 puanla döndü Bursa'ya.
İlk golde enteresan biçimde yerden pas yapabilen ve gol öncesinde topu son çizgiye kadar taşıyabilen bir Bursaspor gördük. Ağır zemine karşı bir isyandı adeta. Bu dakikaya kadar orta sahayı elinde tutan, Sercan ile defansı yıpratan ve ileride çabuk çoğalarak etkili kontrataklar yapan bir ekip görünümü çizdiler. Golden sonra daha da kapandılar ve Beşiktaş'ın işi iyice zorlaştı. Devre olana kadar da ortada bir mücadele oldu. İkinci yarıya her iki teknik adam da akıllı değişikliklerle başladı. Mustafa Denizli bu sahada sıfıra inen Nihat'ın yerine Nobre'yi aldı ve maçı çevirmenin kıyısından döndü. Sağlam ise "göller" yüzünden gol haricinde kanatta topu kullanamayan Volkan'ı çekti kulübeye. 47. dakikada Sercan o golü atsaydı çok çabuk kopacaktı oyun ama futbol işte... Bu dakikadan sonra atakları daha etkili geldi Beşiktaş'ın. Zemine rağmen kanatlardan akın yapılıyordu ama istenen verim tam alınamıyordu. Skor 2-1'e geldikten sonra Tello'nun yerine Uğur'un girmesini bekledim. Muhtemelen de girecekti ama Ferrari'nin sakatlığı bunu engelledi. Oyuna giren Yusuf normal şartlarda topu ileride tutabilirdi. Çok da işe yarayabilirdi belki ama "normal şartlarda". Topun birkaç metre öteye yerden atılamadığı bir sahada değil elbette. Bundan sonra Bursaspor oyunu iyice havaya taşıdı ve bunun da karşılığını aldı. Sercan - Ömer değişikliği ilk anda herkesin aklını karıştırsa da oyun tekrar başladığı anda ne kadar mantıklı olduğu anlaşıldı. Clough'ın deyimiyle bulutlarda oynanan oyun, Sağlam'a önemli bir galibiyet kazandırdı.

İlk golü yedikten sonra şurada belirttiğim gibi makus kaderimizin tekrarlayacağını düşündüm. Sonuçta sezon başından beri hangi maçta ilk golü yese 90 dakika sonunda sıfır puan almıştı Beşiktaş. Yine kara kara düşünürken maç döner gibi olsa da sonunda bulutlara ve Ertuğrul Sağlam'a takıldı. Oyun çevrilip galip gelinseydi güzel ve önemli bir "ilk" yaşanacaktı ama tek de olmayacaktı bu. Takımın bu sezon ilk kez penaltı kazanması, Nobre'nin golle tanışması, haftalardır Rüştü ve Hakan'ın sakatlıklarından dolayı konuşulan Korcan'ın ilk kez kaleyi koruması da değinmeye değerdi.
Devre arasında çok kritik bir noktada girdi Beşiktaş. Önümüzdeki süreçte etkili hücum yaparken takım savunmasını da unutmamayı öğrenmek gerek. Özellikle dün gördük ki bunların ikisi henüz aynı anda olamıyor.
Son 16

16 Aralık 2009
2018 Dünya Kupası
9 yıl sonraki kupanın ev sahibi adayları mart ayında belli olmuştu. Buna göre İngiltere, Japonya, Rusya, ABD ve Avustralya'nın yanı sıra Belçika&Hollanda ve İspanya&Portekiz ortaklıkları yarışacak. Adaylardan en güçlüleri Benelüx ve İber ortaklıklarının yanında futbolun babası İngiltere, ki benim de oyum onlardan yana. O statlar, o kültür, o atmosfer eşliğinde bir aylık futbol ziyafeti mükemmel olurdu. Üstelik Ada'da son (aynı zamanda ilk) düzenlenen dünya kupasında yıl 1966'ydı. Teddy Sheringham, Eric Cantona, Les Ferdinand, Gianfranco Zola henüz doğmuş, Vietnam'da savaş daha yeni patlak vermiş, Ruslar Ay'a ilk kez füze yollamış, Ronald Reagan California Valisi seçilmişti...London - Wembley
Birmingham - Villa Park
Manchester - City of Manchester Stadium
Nottingham - New Nottingham Forest Stadium
London - Emirates Stadium
Leeds - Elland Road
Sheffield - Hillsborough
Newcastle/Gateshead - St James' Park
Bristol - New Ashton Vale Stadium
London - New White Hart Lane Stadium or Olympic Stadium
Plymouth - Home Park
Manchester - Old Trafford
Liverpool - Anfield or New Anfield
Milton Keynes - Stadium:MK
6
14 Aralık 2009
Soccernomics
Adamım Simon Kuper'in Stefan Szymanski ile beraber kaleme aldığı yeni kitabıdır bu. Yeni okumaya başladım. Futbolu önceki kitaplarında olduğu gibi saha içinden çok saha dışı etkenler çerçevesinde değerlendiriyor ve okuması gerçekten çok zevkli. Henüz Türkiye'ye gelmedi, uzun bir süre de geleceğini sanmıyorum açıkçası.- Turnuva öncesi: İngiltere'nin kupayı kazanacağı kesindir.
- Turnuva esnası: İngiltere eski bir düşman ülkeyle karşılaşır.
- Zaman geçtikçe, sadece İngiltere'nin başına gelebilecek kadar kötü bir şanstan yakınılır.
- Diğer herkes hile yapmıştır.
- Kupanın yanına yaklaşamadan elenilmiştir.
- Elendikten sonraki gün "zaten hayaldi" modunda hayat normal devam eder.
- Bir günah keçisi bulunur.
- Son olarak, bir sonraki kupanın kesinlikle kazanılacağı düşünülür.

- "Aslansınız, bir Türk dünyaya bedeldir, Avrupa Avrupa duy sesimizi vs"... Amacımız önce elemeleri geçebilmek. Sonuç olumluysa hedef final, ama asla kupa değil!
- Epi topu Yunanistan'la eleme gruplarında karşılaştık.
- Sakatlık belaları, basit kart cezaları, "ah o toplar da direkten dönmeseydi"...
- Taraflı hakemler, art niyetli rakip futbolcular, sertlik tutkunu rakip antrenörler, ah o şerefsiz (!) İsviçreliler...
- Katıldığımız finallere diyecek söz yok. Sistemsizlikle gelen garip yarı finaller!.. Yine de çoğu zaman play-off'tan kurtulamadık, hatta bazen onu da göremedik.
- - Nasıl elendik be abi?
- Bırak şunları be oğlum her sene aynı hikaye... - Oynadığımız turnuvalar parlak geçtiğinden burada genelde fire vermiyoruz. Sadece Euro 96'da Alpay centilmenliği yüzünden (!) hedef haline geldi. Bir de yıllar yılı Hakan Şükür. Ancak 2004'e hazırlanırken Şenol Güneş, 2006 yolunda Ersun Yanal, 2010 kaçınca da Fatih Terim'in kellesi istendi.
- "Neyse artık... Zaten genç jenerasyon geliyor. Bütün Avrupa da düşüşte. Aha buraya yazıyorum, 2012'de kesin finale çıkarız."
Felipe Melo
13 Aralık 2009
Manisaspor 1-1 Beşiktaş
Buhranlarla dolu başlanan sezonun ilk haftalarından daha iyi olduğunu söyleyebiliyoruz artık Beşiktaş'ın. Yalnız defansif konsantrasyonun ve takım savunmasındaki koordinasyonun haftalar geçtikçe gelişmesi, hücum hattında aynı şekilde olmadı maalesef. Bu noktada atak oyuncularının bireysel dağınıklıklarından ve genel formsuzluklarından daha önce bahsetmiştik ancak bugün itibariyle Mustafa Denizli'nin oyuna müdahale etmedeki kısıtlı hamleleri bizi kulübeye biraz daha bakmaya yöneltti. Denizli'nin kulübü şiddetli fırtınaların içinden çok iyi bir şekilde çıkardığı malum, ancak maç içinde aynı performansı gösterdiğini söyleyemeyiz. Ligde şu ana kadar öne geçtiği 11 maçın sadece ikisinde puan kaybetti Beşiktaş; bunlar da ilk hafta oynana İBB maçı ve bugünkü Manisa deplasmanı. Yenik duruma düştüğü ve mutlak kazanması gereken Galatasaray ile Kayseri maçlarının yanında İnönü'deki Wolfsburg ve CSKA karşılaşmalarında eli kolu bağlandı Beşiktaş'ın. Buradan çıkacak sonuç şudur ki; zor da olsa gol atarak öne geçiyor Beşiktaş ve durumu korumayı çoğunlukla beceriyor. Ancak oyunun kilitlendiği zamanlarda beraberliği bozmayı veya yenik durumdayken maçı çevirmeyi başaramıyor. Biraz daha detaya inmek gerekirse, CSKA ve Manisa maçlarında çok net görüldüğü üzere oyunu açmak bir yana iyice kilitliyor Beşiktaş. İki maçta da gol bulunması gerekirken orta sahadan oyuncu çıkarıp Uğur'u sokmak bunun en büyük kanıtı. Halbuki bunun yerine risk alıp pas yapabilen bir hücumcuyu oyuna dahil etmek veya oyunu genişletebilecek hareketli bir kanat oyuncusunu almak daha mantıklı olmaz mıydı? İşte böyle olmayınca her seferinde duvara çarpıp geri dönen dalgalar gibi oluyor Beşiktaş'ın hali. Top birinci bölgeden ikinci bölgeye çıkarılıyor ve burada yoğun bir dirençle karşılaşılmadığı sürece hücum denemeleri başlıyor. Ancak bir türlü rakip sahanın son 25-30 metresinde istenen hareketlilik sağlanamıyor. Delgado'nun dönüşü de bu kaderi tersine çeviremeyecektir tam olarak, çünkü onun da bu kadar sıkışmış bir hücum formasyonunda yapabilecekleri kısıtlıdır. Dolayısıyla devre arasında sahanın kenarlarını etkin kullanabilen kanat oyuncuları transfer edilir mi, yoksa Nihat ve Serdar (hatta Ekrem) ile bu bölgelerde idare edilebilir mi tartışılır. Ancak ortadan Ernst ve Fink'in destek verdiği, Delgado'nun öldürücü paslarıyla tamamladığı ve Bobo'nun pivot santrfor özellikleri sayesinde kanatlarda kurulacak etkili üçgenler, takımın hücum varyasyonlarını ligin kalan kısmında canlandıracaktır.
FIFA Club World Cup 2009
2000 yılında sadece gösteriş amaçlı başlayıp, 2005 yılından itibaren düzenli bir organizasyon olarak devam ediyor bu turnuva. Kayda değer bir ciddiyetinin olduğunu söyleyemeyiz. Nasıl ki Avrupa Süper Kupası'nın potansiyel prestiji yeterince kullanılamıyorsa, işte Dünya Kulüpler Şampiyonası da bunun bir alt versiyonudur bana göre. 6 kıtanın şampiyonlarının yanında bir de ev sahibi ülkenin lig şampiyonu katılır ama tüm fikstür Avrupa ve G. Amerika temsilcilerine göre yapılır; öyle ki bu iki ekip yarı finalden itibaren turnuvaya dahil olur.11 Aralık 2009
Maç Sonu Röpartajı
Ülkemizde maçlardan sonra mikrofonlara konuşurken sıkıntı çeken, aynı şeyleri tekrarlayıp duran bir sürü futbolcu görüyoruz her hafta. "Önümüzdeki maçlara bakacağız, bugün şanssız goller yedik, hakem hakkında konuşmak istemiyorum ama..." diye uzayıp gidiyor bu arkadaşlarımızın klişeleri; ki Arda Turan, Egemen Korkmaz, Sergen, Tümer gibilerini bu çerçevenin dışında tutarım. Futbolcularımız çoğunlukla temel eğitimden yoksun ve zaten parayı vurmuş olmanın rahatlığıyla kendilerini geliştirme gereği de duymuyorlar. Bu konuşamama durumu yüzünden büyük oranda onlara sitem edebilirim ancak tek suçlu futbolcular değil. Mikrofonu uzatan muhabirler bazen öyle sorular soruyor ki karşısında bir politikacı da olsa hemen hemen aynı cevabı verecek. "Bugün takımının galibiyet golünü attın Osman, ne hissediyorsun?" tarzında bir soruya en fazla ne kadar enteresan bir yanıt verebilir Osman? Veya "pozisyon faul/penaltı mıydı" sorusu çok mu gerekli sanki? Bunların yerine futbolcuyu biraz daha özel cevaplar vermeye itmek adına akıllıca ve taktik anlamda futbolu bilerek sorulmuş sorular daha hoş olmaz mıydı?
Messi'yi Korumak
Yıldız futbolcusu Messi'yi korumak adına 2008 yazından beri özel ve gayrı resmi bir prosedür uyguluyor Barcelona. Bu mevsimde takımın başına geçen Guardiola, bir önceki sezon boyunca Ronaldinho ve Deco'nun takım içinde ayrı bir yoldan gittiklerini bilmektedir. Saha dışında da gece kulüplerinin müdavimlerinden olan ikili, daha 20 yaşındaki Messi'yi de yanlarına almaya çalışır ve bu da onların İspanya'daki sonunu getirir. Çünkü kulüp yönetiminin Guardiola ile birlikte stratejik kararlarının arasında, Xavi ve Iniesta'nın da bir adım önünde olmak üzere Messi'ye takım liderliğini vermek vardır. Bu durum aslında Arjantinlinin Barcelona'daki günlerinin daha mutlu geçmesi içindir aynı zamanda. Futbolda transfer piyasasının ne hale geldiği malum. Bir de Messi'ye A takım idmanlarının bile artık kolay geldiği ve onu sıkmaya başladığı gerçeğinin farkındadır Barça yönetimi, ki bu da çok genç yaştaki herhangi bir futbolcuyu yeni arayışlara itebilecek bir nedendir. İtmese bile sahada onun daha bencil oynamasına sebebiyet verebilecektir. Bunun da çözümünü kısa zamanda bulur Barçalılar. Hem de kısıtlayıcı olmadan, tam tersine gayet özgürlükçü bir biçimde... Messi'nin kendine özgü oyununu oynamasına izin verip takımın onun üzerine kurulduğunu saklamazken, aynı zamanda takım arkadaşları olmadan onun da bir hiç olacağını hissettirirler Arjantinliye. İşte bu sayede Barcelona'da çok mutlu Lionel Messi. Kontratını 2016'ya dek uzatacak kadar hem de... Ve işte bu yüzden Messi ne zaman sahada bir tekme yese takım arkadaşları onu topluca savunur. Messi de Altın Top'u kazandığında bu ödülü takım arkadaşlarına ithaf eder. Son bir yıldır zirvede olan global Barcelona sevgisinin asıl sebebi de hem saha içi hem saha dışında sergilenen bu üst düzey yardımlaşma değil midir?10 Aralık 2009
World Soccer 2009 Awards

World Soccer dergisi bu yıl da "Player of the Year" kazananını seçti ve aşağıda bulacağınız üzere bir sürü ödül daha verdi. Barcelona yine her yerde olduğu üzere takımıyla, topçusuyla, hocasıyla ne var ne yok götürmüş haklı olarak. Her sıralamada sadece ilk üçe yer veriyorum, detaylara World Soccer'dan ulaşabilirsiniz.
1 Lionel Messi (Barcelona & Argentina) 43.2
2 Andres Iniesta (Barcelona & Spain) 21.5
1 Barcelona 75.9
2 Spain 8.3
3 Brazil 3.8
1 Pep Guardiola (Barcelona) 62.1
2 Felix Magath (Wolfsburg/Schalke) 9.7
3 Alex Ferguson (Manchester United) 5.3
1 Sergio Aguero (Atletico Madrid & Argentina) 45.1
2 Alexandre Pato (Milan & Brazil) 25.2
3 Stevan Jovetic (Fiorentina & Montengro) 9.8
1 Ronaldinho 781
2 Lionel Messi 759
3 Cristiano Ronaldo 708
9 Aralık 2009
Mustafa Denizli'yi Anlamak
Şampiyonlar Ligi'nde evinde galibiyet görememektir...7 Aralık 2009
UEFA Team of the Year 2009
Kayserispor - Bursaspor
Bugünkü maç Türk futbolunda gelecekte hatırlanması gereken bir dönemeç olabilir. Skorun pek bir önemi yok bu noktada. Bundan ziyade ülkemizde olması gereken yerli teknik adam profiline ve başarılı kulüp yönetimine hem de Anadolu'dan güzel bir örnek teşkil etmesi sebebiyle önemliydi bugün. O sözde "fırsat verilmeyen" Türk teknik direktörlerin aslında bunu beklemek yerine kendi yollarını çizerek ve her gittikleri yerde ortaya güçlü karakterlerini koyarak başarıya ulaşacaklarının bir göstergesiydi. Egolardan arınmanın, takımın başına geçer geçmez önceki teknik adama çamur atmak yerine onun doğrularını kendi felsefesiyle geliştirmenin, Anadolu'dan ancak uzun vadeli düşünerek zirvelere çıkılacağının daha iyi görüldüğü gündür aynı zamanda bugün. Ertuğrul Sağlam'ın yeni eseri olan Bursaspor'u kısa sürede zirveye ortak etmesi, onun Kayseri'deki halefi olan Tolunay Kafkas'ın takımı iyice olgunlaştırarak zirveye yerleştirmesi kesinlikle tesadüf değildir. Ertuğrul'un Bursa macerasını değerlendirmek için daha zaman var; zira bunun uzun vadeli ve tabanı olan bir düşünce olduğunu görmek için henüz erken. Ancak Kayserispor'un 2006'da Ertuğrul'la başlayan ve 2007'den beri Tolunay'la devam eden gidişatı, 32.000 kişilik yeni stadı ve kulübe yapılan yatırımlarla desteklendiğinde gayet akılcı bir yönetim hareketi olarak görülebilir. Aynı hamleleri müthiş taraftar gruplarına sahip Eskişehir ve Bursa yönetimlerinden de beklemek gerekir çünkü sadece saha içi başarılarla kalkınamaz bir kulüp. Türk futbolunun artık bir üst lige çıkabilmesi için köklü bir Anadolu devrimi şarttır. Bu durum da en az 5 yıl değişmeyen sağlam bir kurumsal ve ticari planlamayla, güvenilir ve idealist bir teknik adamla, son olarak tabanı iyi oturtulmuş bir altyapı sistemiyle mevcuttur. 6 Aralık 2009
Turkcell Süper Lig Hiç Bitmesin



Delgado Kimi Gönderecek?

Sezon başından bu yana gol yememe konusunda pek bir sıkıntısı olmayan Beşiktaş'ın gol atma ve pozisyon üretme sorununun olduğu aşikar. 15 haftada yenen 6 golün üçü Galatasaray'dan gelirken biri de ligin ilk maçında karşılaşılan İBB'dendi. Bu noktada takımın artık belkemiğinden de öte olan Sivok-Ferrari-Ernst ve onlara sonradan dahil olan Fink'in katkısı yadsınamaz. Zira hem aktif savunma yapma, hem de topu 1. bölgeden 2. bölgeye aktarma konusunda maksimum fayda sağlıyor bu dörtlü. Ağustostan bu yana asıl sıkıntı ise 2. ve 3. bölge arasındaki bağlantının bir türlü kurulamaması, yani atak organizasyonları ve gol pozisyonlarının üretilememesi. Bobo'nun sakatlığı ve motivasyon sıkıntısı, Tello'nun sürekli düşen performansı, Nobre ve Nihat'ın hiç yükselemeyen performansı ile yaka silktiren formsuzluğu, Holosko'nun erkenden sakatlanması, Tabata'nın uyum sorunu ve Delgado'nun zaten hiç olmayışı derken taraftarlar golü unutmuştu. Ekim ayı ile başlayan galibiyet serisi takımın üzerinden ölü toprağının atılmasını sağlarken, bu durum hücum oyuncularının performansına da olumlu yansıdı. Birkaç hafta içinde iyi veya kötü oyun fark etmeksizin galip gelinmeye başlarken, aynı anda defansın da sağlamlığı takımın özgüvenini iyice artırdı. İşte bunun sonucu olarak art arda Trabzonspor, Fenerbahçe ve Manchester engelleri akılcı ve kalburüstü sayılabilecek bir oyunla, ayrıca tek gol yemeden geçildi.


5 Aralık 2009
Dünya Kupası'nda Gruplar
2 Aralık 2009
Dünya Kupası'nda Torbalar

1 Aralık 2009
Hangisi Daha Yabancı?








