Subscribe Twitter Twitter

18 Şubat 2010

Guus Hiddink


Dünya üzerinde bulabileceğimiz ve Türkiye'ye gelmeyi makul şartlarda kabul edebilecek en iyi teknik direktördü Hiddink. Geçmişine bakınca Milli Takım'ın başında onu görmek, benim gibi bir sürü insanın içine tekrar umut tohumları yerleştirmiştir sanırım. Çünkü nihayet sisteme inanan, belli bir ekol oturtma fikrini benimseyen, oyuncularıyla çok iyi ve tam ölçüsünde iletişim kuran bir Milli Takım hocamız oldu artık.

Yurt dışında takım çalıştırma adına ilk deneyimini 1990-91 sezonunda Fenerbahçe'de yaşamıştı Hiddink. Yıllar yılı adam savunması yapmaya alışmış memleket topçusuna çizgi halinde alan savunması öğretmeye çalışınca felaket gibi bir sezon geçirdi. Hatta Fener'in ünlü 6-1'lik Aydınspor (lige yeni yükselmişlerdi) mağlubiyeti de o sezonun ilk maçına denk geldi. 30 maç sonunda topladığı 44 puan sonucunda da bavulunu topladı. Aslında bu başarısız dönem, şimdiki o her gittiği yere uyum sağlayıp çevresini değiştirebilen Hiddink profiline çok katkı yapmış olabilir. Zira teknik direktör olarak yabancı bir kültür içinde fikirlerini düzgün biçimde empoze edebilmenin ve oraya mutlak surette uyum sağlamanın önemini belki de ilk kez Fenerbahçe sayesinde keşfetti. Tam da bu noktada ne kadar başarılı olduğunu, onun kariyerini Güney Kore macerasından itibaren takip ederek anlayabiliriz.

Dedik ya, her gittiği yere kolayca uyum sağlayıp takımını en verimli tarzda sahaya sürebiliyor Hiddink. Hollanda dışındaki ilk milli takım deneyimi olan G. Kore belki de bu konuda en zoruydu. Çünkü G. Koreli futbolcular Türkiye'dekinden bile daha ataerkil bir kültüre sahipti. Bu durum, Hiddink'in her dediğini koşulsuz şartsız kabullenen ancak insiyatif alamayan bir takım sundu Hollandalının önüne. Ayrıca hiçbir genç futbolcu, yaşça kendisinden belirgin biçimde büyük olan bir takım arkadaşını en ufak şekilde uyaramıyordu. Ne yapsın, aileden böyle öğrenmiş saygıyı! İşte tüm bunları kırabilmek adına önce çareyi futbolcularıyla yakınlaşmakta buldu Hiddink. Onlarla daha samimi sohbetlere girdi, hatta bazen beraber maç oynadı. Böylece onların gözünde bir tanrı olmaktan sıyrılmaya çalıştı. Ayrıca 2002 Dünya Kupası başlayana kadar ekibindeki nispeten yaşlı oyuncuları birkaç aylığına uzaklaştırdı. Bu sayede de genç futbolcular daha interaktif bir çalışma ortamıyla tanıştı ve "abilerinin" doğal baskısını hissetmemeyi öğrenme imkanı buldu.


Hiddink'in Avustralya'daki sorunu ise profesyonelliği tam olarak özümseyememiş oyunculardı. Öyle ki, onlarla tanışmak için toplandığında kimileri gecikmiş, gelenler de gayet geniş bir şekilde şort, terlik veya kapriyle boy göstermişti. Tabii Hiddink, bir şekilde onları da tatlı sert ama güven veren tutumu ile disipline sokmayı başardı. Bir sonraki durağı Rusya'yı hangi metod ile 1. torba takımları arasına soktu bilmiyorum açıkçası ama belki de kamplarda votka içmeyi serbest bırakmış olabilir!

Hiddink'in Türkiye'de başarılı olamayacağına ihtimal veremiyorum. Ne kadar kalırsa kalsın, o gittikten sonra da devam ettirilmesi gerekecek olan verimli bir sistemimiz ve cevheri ortaya çıkarılmış bir jenerasyonumuz olacak. Ayağının tozuyla çıktığı ilk maçta bizim skor basını o sadece 90 dakikalık bakış yeteneğiyle saldıracaktır Hollandalı'ya. Onlara da alıştık zaten. Kim bilir? Belki de bu seferki milli takım seferinde ülke basınını yola getirmeyi ilke edinecek Hiddink.

0 yorum:

Yorum Gönder

ShareThis

Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...