Subscribe Twitter Twitter

5 Ocak 2011

55. Yılında Ballon D’Or


TamSaha dergisinin Ocak sayısında yayımlanmıştır.

1956 yılında France Football’un başyazar koltuğunda oturan Gabriel Hanot’un günü hareketsiz geçmektedir. Sıkılganlığını atmak adına, ofisteki gazetecilerden o yılın en iyi Avrupalı futbolcusunu seçmelerini ister. Böylece Ballon D’Or’un temelini atan Hanot, bu ödülün zamanla kulüplerin transfer politikalarını etkileyecek ve kazanan futbolcuları efsaneleştirecek bir prestije sahip olacağından habersizdir.

İlk Ballon D’Or için oy kullanan Hanot’un arkadaşlarının tercihi, bir Blackpool efsanesi olan Sir Stanley Matthews’ten yanaydı. O günden itibaren giderek önem kazanan ve çizgisini 40 yıla yakın koruyan ödül, sadece Avrupalı oyuncuları dâhil ettiği için eleştiri alıyordu. Nitekim 1995 yılından itibaren Avrupa’da top koşturan tüm futbolcular, pasaportuna bakılmaksızın ‘Altın Top’ sahibi olabilecekti. Tam da bu kararı beklermişçesine Milan’lı George Weah, o yıl Avrupalı olmayıp ödülü kazanan ilk oyuncu unvanını aldı. Bunu başaran ilk Brezilyalı ise 1997’de Barcelona ve Inter’deki kusursuz performansı ile Ronaldo oldu.

2007’ye gelindiğinde Ballon D’Or kazanma fırsatı her ligden her futbolcuya sunuldu. Artık Altın Top’un ışıltısı tüm dünyayı kaplamıştı ve onu kazanan oyuncuyu 96 gazetecinin oyları belirliyordu. Ne var ki Avrupa dışından Altın Top’u evine götürebilen halen çıkmadı. Ödülün son formatını alması ise 2010’u buldu. Nitekim ‘FIFA Yılın Oyuncusu’ gibi başka bir prestijli ödül ile yapılan birleşme sonucu “FIFA Ballon D’Or” ortaya çıktı. Gazetecilerin yanına milli takım teknik direktörleri ve kaptanlarının oyları da ekleniyordu. Ayrıca artık teknik direktörler de Altın Top kazanma şansı buldu.

Yeşil Sahalardan Gökyüzüne
Yaptıklarıyla zirveye çıkan birçok ligden futbolcu, Ballon D’Or ödülünü kazanarak adeta Oracle karşısına çıkıp hediyesini alan Eski Yunan imparatoru gibi oldu. Onlar için sadece emeklerinin karşılığı değil, aynı zamanda sıradan bir futbolcu hüviyetinden çıkıp efsane olmaya doğru uzanan bir köprü niteliğindeydi Altın Top. Bu köprüye ulaşmak, kimileri için diğerlerinden daha kolay oldu. Mesela Avrupa’da oynamak ve özellikle hücum oyuncusu olmak önemli artılardı. Öyle ki, şu ana kadar ödüle layık görülen futbolculardan sadece Beckenbauer, Sammer ve Cannavaro defansta görev yapıyordu. Bir kaleci olarak Ballon D’Or kazanan tek oyuncu sıfatını ise Rus efsanesi Lev Yashin 1963 yılından bu yana elinde tutuyor. Geriye kalan ödül sahiplerinin tamamı hücuma yönelik oyunculardan oluşuyor.

Lev Yashin ödülünü alırken
1999 yılında France Football, yüzyılın en iyi futbolcusunu seçmek amacıyla Ballon D’Or ödülünü kazanmış olan 30 kişinin oylarına başvurdu. Puanlama sonucu oluşan listedeki ilk 5 sırayı Pele, Maradona, Cruyff, Di Stefano ve Platini aldı. Bu oyuncuların tamamının hücumcu olması pek şaşırtıcı değil. Ancak Avrupa’da oynamayan hiçbir oyuncunun Altın Top’u yokken, kariyeri boyunca Brezilya ve ABD’nin dışına adım atmamış olan Pele’nin yüzyılın en iyi oyuncusu seçilmesi tam anlamıyla ironik.

Futbol tarihinde her dönem, kendi kahramanını ön plana çıkardı. 70’lere Cruyff ve Beckenbauer ağırlığını koyarken, 80’lerde Platini, Van Basten, Gullit ve daha nicesi hayranlıkla izlendi. Bu durum haliyle Ballon D’Or ödüllerine de yansıdı. Nitekim Cruyff, Platini ve Van Basten üçlüsü, ödülü 3’er kez ile en çok kazanan oyuncular olarak tarihe geçti. Özellikle Platini, 1983’ten 85’e kadar 3 yıl art arda Altın Top’a ambargo koyarak başka bir rekorun da sahibi oldu. Fransız oyuncu, ayrıca 5 kez ilk üç içinde yer aldı ve Beckenbauer ile birlikte bu dalda da lider durumda. Son olarak, ödülün ilk sahibi olan Stanley Matthews aynı zamanda bu onura ulaşan en yaşlı futbolcu konumunda. İngiliz oyuncu, Ballon D’Or’u eline aldığında tam 41 yaşındaydı. En genç kazanan ise bunu 21 yaşındayken başaran Brezilyalı Ronaldo oldu.

Ekol Yaratanlar
Kariyerinde zirveye çıkıp Ballon D’Or kazanan neredeyse her futbolcu, bu başarısını o dönemde ekol yaratmış olan ülkesine veya kulübüne borçlu. Bir anlamda, zaten yüksek debiyle akan nehrin gücünü arkasına alıp en önde yüzenler onlar oldu. Portekiz Millî Takımı ve Benfica’ya sınıf atlatan futboluyla Eusebio’yu bu ‘yüzücüler’ arasında gösterebiliriz. Benzer biçimde onunla aynı yıllarda top koşturan Manchester United’lı Bobby Charlton ve George Best ile daha sonraki dönemlerden Cruyff, Blokhin, Müller, Keegan gibilerini de… Ne var ki hiçbir ekol, 80’lerin başında Platini’nin yükünü çektiği Juventus ile 90’lara gelirken Hollandalı futbolculardan beslenmiş olan Milan’ınkine benzemez. İtalya’nın 80’li yıllarda iz bırakmasını sağlayan bu iki kulübün aynı zamanda 6’şar farklı futbolcuyla 8’er kez ile en çok Altın Top kazanan ekipler olması şaşırtıcı değil. Bu yıllardaki 4 ödül Platini ve Rossi ile Juventus’a giderken, Milan 3 kez art arda Gullit ve Van Basten ile güldü. Üstelik 1988 ve ’89 yıllarında son üçe kalan futbolcuların tamamı Milan’dandı. Bu başarı, 10 Ocak’taki ödül töreninde Barcelona’lı Messi, Xavi ve Iniesta’nın sahneye çıkacak olmasıyla tekrarlandı.

Yıl 1985... Ballon d'Or Platini'nin ellerinde.
Ballon D’Or tarihine damga vurmuş ekollere ülke bazında bakacak olursak, ödülü 7’şer defa kazanan Alman ve Hollandalı oyuncuları bu dalda zirvede görüyoruz. 1972 ve ’81 yıllarında Batı Almanya, 1988’de ise Hollandalı oyuncular ilk 3 sırayı ‘işgal’ etti. En fazla birincilik ödülü Serie A’ya giderken, onun hemen arkasındaki La Liga’nın iki yıldır zirveyi ‘üçlemesi’ dikkat çekici.

Kıymeti Bilinmeyenler
Bazı oyuncular vardır ki, her ne kadar mükemmel bir kariyere sahip olsalar da ufak bir detayın eksikliğinden dolayı hikâyelerinde Ballon D’Or eksik kalır. Bazen onların yoluna mevkileri taş koyarken, bazen de o müthiş performansın başka bir futbolcununkiyle çakışması dezavantaj olabilir. 1995’e kadar sadece Avrupalılara verilen Ballon D’Or’u hak ettiği halde kurallar gereği alamayan bir sürü oyuncu sayabiliriz. Ancak 1995’teki kural değişikliği sonrasına baktığımızda ödülü kazanamayan bazı isimler dikkat çekici. Örneğin 90’lardaki mahalle maçlarında kaleye geçen hemen her çocuğun adını aldığı Peter Schmeichel, 1999 yılında Altın Top’a gayet yakışan bir performans göstermişti. Manchester United’la Avrupa’nın en büyüğü olma yolunda özellikle de finalde müthiş oynayan Danimarkalı, kaleci olması sebebiyle oy verenleri yeterince etkileyememiş olacak ki ilk 3’e bile kalamadı. O yıl ödül, Barcelona’nın 100. yıl şampiyonluğunda başrol oynayan Rivaldo’ya gitti. Manchester United kontenjanından katılan Beckham ise ikincilikle yetindi.

Real Madrid ile kazanmadığı kupa ve kırmadığı rekor kalmayan Raul da hiçbir zaman Ballon D’Or’u elde edemeyenlerden. Hücum oyuncusu olup bir yığın gol atmasına rağmen, belki de hiç bol sıfırlı transfere imza atmadığından ötürü takımdaki diğer yıldızların arasında nispeten sönük kaldı o. Aynı şekilde Henry de bir golcüydü ve Arsenal tarihine geçen bir kariyer sahibiydi. Bulunduğu her takımda kazanabileceği tüm büyük kupaları elde etmesine rağmen kişisel anlamda Altın Top hep eksik kaldı onun için.

Paolo Maldini ödül alamayan en büyük yıldızlardan biri
Tarihte sadece üç defans oyuncusunun Ballon D’Or kazandığını düşünürsek, Cafu ve Thuram gibilerinin bu onura aday bile gösterilmemeleri pek de ilginç gelmiyor aslında. Ne var ki çeyrek asırlık istikrarlı futbolculuğu sonrasında Maldini’nin bir kez bile Altın Top almadığını görmek gerçekten çarpıcı. Hâlbuki, sadece Maldini Milan kadrosundayken kazanılan 5 Şampiyonlar Ligi kupası bile halen çok az sayıda kulübün müzesinde yer alıyor.

Büyük Kupalar ve Altın Top
Yakın zamandaki Ballon D’Or fatihlerine baktığımız zaman, o yıl düzenlenen Dünya Kupası veya Şampiyonlar Ligi’nin seçime önemli bir etkisinin olabileceğini görüyoruz. Son üç yılda sırasıyla ödülü kazanan Kaka, Ronaldo ve Messi’nin o yıl içinde Milan, Manchester United ve Barcelona ile Şampiyonlar Ligi’nde zafere ulaşmış olmaları tesadüf değil. Hakeza, bu seriden hemen önceki Ballon D’Or sahibinin dünya şampiyonu İtalya’nın kaptanı Cannavaro olması da… Hatta 10 Ocak’taki törende üç adaydan ikisinin Güney Afrika’dan dünya şampiyonu olarak döndüğünü düşünürsek bu sefer de aynı etkiyi yaşayabileceğimiz bir gerçek.

Ballon D’Or’un tarihî sürecine göz atacak olursak, benzer ilişkinin ilk yıllardan beri var olduğunu söyleyebiliriz. Hatta ilk 39 yılda ödül sadece Avrupalı oyunculara verilmeseydi çok daha bariz bir yansıma görülebilirdi. Mesela Şampiyonlar Ligi’ni ilk 5 yılda kimselere kaptırmayan Real Madrid, 1957’den itibaren Di Stefano ve Raymond Kopa ile Altın Top’a da 3 yıl sahip oldu. 1966’da ise ödül, İngiltere ile dünya şampiyonu olan Bobby Charlton’a veriliyordu. 2 yıl sonra George Best ve onun ardından gelen Gianni Rivera, aldıkları ödülü o sezonki Şampiyonlar Ligi şampiyonluğuna borçluydular. Aynı şekilde 1971’de Ajax’a bu kupayı ilk kez kazandıran Cruyff da Aralık ayında ödülünü sonuna kadar hak ederek alıyordu. Hollandalı’nın ardından ise Avrupa şampiyonu olan Bayern’in kaptanı Beckenbauer, kariyerinin ikinci Altın Top’una kavuşuyordu.

Beckenbauer, ödülün müdavimlerinden
Attığı gollerle 1982 Dünya Kupası’nda beklenmedik bir başarı elde eden İtalyan Rossi, bu sayede yılsonundaki Ballon D’Or’u da açık bir farkla kazanıyordu. Platini ve Van Basten ’85 ve ‘89’da Şampiyonlar Ligi’nin altını üstüne getirirken, Ballon D’Or onlar için artık sıradan sayılıyordu. 1990 ve 98’de Matthaus ile Zidane’ın birer lokomotif tadındaki performansları, ülkelerini dünyanın zirvesine çıkarırken onları da Avrupa’nın en iyisi yapıyordu. Ancak bu konudaki en bariz örnek, 2002’nin altın adamı olan Ronaldo’ya ait. Inter ile o sezon ligde sadece 10 maça çıkan ‘Fenomeno’, attığı 8 golle Brezilya’ya beşinci dünya kupasını kazandırdı. Bu istatistik, ona kariyerinin ikinci Altın Top’unu getirmeye yetti.

‘Altın’ Transferler
Kimi futbolcular Ballon D’Or’a giden yolda tek bir takımla yetinmediler. Yılın ilk yarısındaki performansları onları yaz aylarında başka büyük kulüplere taşırken, burada devam ettirdikleri istikrar sayesinde yılsonunda ödüle layık görüldüler. Örneğin Ajax’taki devrim niteliğindeki misyonunu tamamlayan Cruyff, 1973’te Barcelona’ya geçtiğinde de benzer adımları atarak Altın Top serisine devam etti. Katalan kulübü, 1986’da Lineker’i transfer edip onun da ödüle giden yolda önünü açtı. Ertesi yıl PSV’de kendini gösteren Gullit ise formunu Milan’da zirveye taşıyarak Ballon D’Or’a uzandı.

1995’te Paris St. Germain’den Milan’a geçen Weah, o yıl kural değişikliğinden de faydalanarak ödüle layık görülen ilk Avrupa harici oyuncu oluyordu. Daha önce transfer ettiği iki oyuncuya ödül kazandıran Barcelona, 1997 ve 2000 yıllarında Ronaldo ve Figo’yu elinde tutamayarak adeta ‘altın’ yumurtlayan tavuğu kaçırmış oluyordu. Ayrıca 2002’de ödülü tekrar kazanan Ronaldo’nun o yaz Inter’den Real Madrid’e geçerek Ballon D’Or’u yine bir transfer eşliğinde alması da dikkat çekici. Son olarak bir başka dünya kupasının desteğiyle ödüle uzanan Cannavaro, aynı yaz Real Madrid’e transfer olarak bir anlamda şansını artırmıştı.

'Hakiki' Ronaldo, Ballon d'Or'u iki kez kazandı.
Sonuç olarak yıllar önce ofisinde sıkılgan biçimde otururken Ballon D’Or’u icat eden Gabriel Hanot, futbol tarihinde yeni bir yol daha açmış oldu. Birçok futbolcu onun bu ani fikri sayesinde adeta tanrılaştı. Son ‘tanrı’ Messi, asasını halen sağlam biçimde tutuyor ama iki takım arkadaşının bu sene onu gayet zorlayacağı da ortada.

Not: Ödüller 10 Ocak Pazartesi günü sahiplerini bulacak.

0 yorum:

Yorum Gönder

ShareThis

Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...