Subscribe Twitter Twitter

29 Ocak 2012

Biraz da Futbolsuz Kalmak Lazım


Haftasonu tatilimi geçirmek için Yalova'da ailemin yanındaydım. Soğuk bir Pazar sabahında yapılabilecek en güzel şeylerden birini yaptım ve neredeyse 11:30'a kadar uyudum! Uyandığımda Djokovic - Nadal arasındaki Avustralya Açık finalinin henüz başlarıydı ve ilk setin ortalarını geçmişti. Biraz izledikten sonra maçın ısınmaktan uzak olduğunu gördüm ve en azından annem kahvaltıyı hazırlayana dek biraz internette dolanayım dedim. Maçı bir yandan göz ucuyla da olsa izliyordum bu arada. Derken şu haberi okumamla birlikte Pazar sabahım tatsız bir darbe yemiş gibi oldu. Evet, Demirören yine basına konuşmuştu. Nasıl olacağını kendi de bilmez biçimde "sırtımızdan formaları çıkaralım, Türk futbolunu kurtaralım" diyordu özetle. Daha kendi kulübünü ayağa kaldıramayan, 450 milyon TL'ye dayanan borcu nedense hiç düşünmeyen, aksi gibi kulübü kendine 80 milyon TL borçlandıran, ağzını her açışında illaki Beşiktaş duruşunun gölgesine sığınan, bunu yaparak o duruşun değerini iki paralık eden, kendine ve tüm camiaya insanların işaret edip gülmesine yol açan bir adam Demirören. Bu adamın Türk futbolunun kurtarıcısı rolüne soyunmaya başlaması da ayrı bir komedi ama beni Türkiye şartlarında şaşırtmıyor artık.


Neyse, bu haberi okuduktan sonra güzel bir anne kahvaltısı ettim. Gözüm yine Djokovic ve Nadal arasındaki çekişmedeydi. Çekişme diyorum çünkü maç artık basit bir karşılaşma olmaktan çıkıyordu. İlk seti Nadal almış, ikincisi olağanüstü bir mücadeleye sahne oluyordu. Nadal'ı gitgide pasifize eden Djokovic, ikinci seti aldıktan sonra üçüncüde artık olayı şov boyutuna taşıyordu. Tabi tüm bunlar olurken ben kahvaltıyı bitirmiştim bu arada, o kadar da değil!.. O mucizevî dördüncü set oynanırken maçın efsaneler arasına gireceği artık belliydi. Nadal inatla oyunu bırakmıyor, müthiş bir tie-break sonucu durumu tekrar eşitliyordu. Ancak kader ağlarını benden yana örmedi, zira feribot saati geliyordu ve hazırlanıp evden çıkmak lazımdı. Ben İstanbul'a vardığımda maç bitmiş olacaktı ve o son seti kaçırmış olacaktım.


Feribottan indiğimde sonucu Twitter'dan ve sağdan soldan okuyup öğrendim malum. İkilinin ne kadar unutulmaz bir final yaşattığı, benim maçı bıraktığım yerde tam olarak fark edilebilir gibi değildi. Başka bir olaydı çünkü bu. Öyle ki Twitter'da birisi, kupa töreninde iki tenisçiye de birer sandalye getirildiğini yazmıştı! Nitekim 6 saate dayanan süreyle tarihin en uzun süreli Grand Slam finali olmuştu. Djokovic'in de Nadal'ın da adım atacak hali kalmamış meğer. Eve gelip birkaç dakika haber izleyeyim diye TV'yi açtığımda o sahneyi bir de gözlerimle gördüm, ki iki oyuncu da dayak yemişten beterdi! Saygı duydum, spora olan saygım ve sevgim bir kez daha perçinlenmiş oldu.

İnsan sabaha Demirören röportajı okuyarak başlasa bile böyle bir final çıkıp her şeyi unutturabiliyor. Olabilecek en rezil futbol ortamında barınmaya çalışıyoruz. 58. madde, ikili oynayan beceriksiz başkanlar, taraftarının %80'inin hükümet partisine oy verdiğine kendisi de inanmayıp belli çıkarlar uğruna bunu rahatça dile getirebilenler, ligin marka değerini yayıncı kuruluşun ödediği para ile ölçenler, taraftarına "decoder alın, futbolumuzu ayağa kaldırın" diye seslenenler... Hepsinden bir an olsun kurtulup başka dünyaların zevkine varabilmek için arada böyle finaller lazım oluyor. Evet, biraz da futbolsuz kalmak gerekebiliyor bazen...

0 yorum:

Yorum Gönder

ShareThis

Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...