Subscribe Twitter Twitter

1 Ocak 2012

Elveda 2011



Her sene, kendi içinde sayısız duygu barındıran koca bir film senaryosu gibi geçer. Destanların yazıldığı, kimi efsanelerin aramızdan ayrıldığı, kimilerinin de tekrar hatırlandığı ve daha birçok sürprizin yaşandığı bir 2011’i geride bıraktık. Dünya futbolu bu yılı çeşitli renklerle hatırlayabilir ama Türkiye’de akıllarda en çok kalan renk siyah olacak.

Bugünün üzerinden yıllar geçtikten sonra geri dönüp 2011’e baktığımızda damağımızda nasıl bir tat hissedeceğiz? Muhtemelen bu yıl çeşitli alanlarda 7 kez karşılaşan Real Madrid ve Barcelona’nın hikayesi yüzlerde hoş bir gülümseme yaratacak. Kendini aşanlar ve hayal kırıklığı yaratanlar hatırlanacakken, belki de bu sene futboldaki yeni bir taktiksel akımın dönüm noktası sayılacak. Ayrıca 2011 Türk futbolcuların Avrupa’da parladığı yıl olarak akıllarda kalacakken, Süper Lig’den FIFA’ya kadar uzanan bir skandallar dizisi hafızalardan çıkmayacak.

El Clasico Rüzgârı
Bir futbolsever dünyanın her yerinden derbi maç bulup izlese bile birçoğu için El Clasico’nun yeri apayrıdır. J.R.R. Tolkien’in ünlü eseri Yüzüklerin Efendisi’ndeki Gandalf ve Sauron misali, iki köklü kulüp Guardiola ve Mourinho önderliğinde tam 7 kez karşı karşıya geldi. Özellikle Nisan ve Mayıs aylarında sadece 18 gün içinde dört kez karşımıza çıkan El Clasico, Tolkien’in Orta Dünya’sındaki mitolojik savaşlar misali tarihe kazındı.

2011, El Clasico adına düello gibi bir yıl oldu.

Bernabeu’daki ilk mücadeleye Barcelona ezeli rakibinin 8 puan önünde başlıyordu. 90 dakika sonucu skor tabelası 1-1’i gösterirken Katalan ekibi matematiksel olmasa bile moral olarak La Liga şampiyonu olmuş gibiydi. Dört gün sonraki Copa Del Rey finalinde çoğunluğun favorisi yine Barcelona iken, Ronaldo’nun uzatmalarda gelen golü Mourinho’ya takımındaki ilk kupayı kazandırıyordu. Madrid ekibi sevinç kutlamalarını kupayı otobüsten düşürüp kırana kadar kutlarken, bir hafta sonra bu kez Şampiyonlar Ligi yarı finalinde rakibini tekrar Bernabeu’da ağırlayacaktı. Ancak Messi’yi kontrol edemeyen Madrid takımı, evinde 2-0 yenilerek final için ağır yara aldı. Nou Camp’ta 1-1 sona eren rövanş maçı ise Guardiola’a üç yıl içindeki ikinci Devler Ligi kupasının yolunu açıyordu.

İspanya yeni sezona yine bir El Clasico ile uyanırken Barcelona, iki maçta toplam 9 golün atıldığı Süper Kupa finalinde R. Madrid’i geride bırakmayı başarıyordu. Son olarak geçtiğimiz ay Bernabeu’da oynanan lig maçında Mourinho’yu deplasmanda 3-1 ile geçen Guardiola, bu maçtaki taktiksel hamleleriyle de akıllarda yer etti.

3’lünün Dönüşü
Joseph Guardiola’nın Marcelo Bielsa ile olan yakınlığı, birçok kişinin haberdar olmadığı bir durum. Fakat bu samimiyet, neredeyse 20 yıldır dünya futboluna hakim olan 4’lü defansa dayalı taktik anlayışını evrimleştirebilir. 2010 Dünya Kupası’nda Şili’nin başında olan Bielsa, takımını herkese farklı gelen 3-3-1-3 sistemiyle sahaya sürerek son 16’ya kalmayı başarmıştı. Takvimler 2011’i gösterdiğinde ise Guardiola’yı buna benzer bir diziliş kullanırken görmeye başladık. Takımı başarısını sürdürdükçe daha tahmin edilebilir bir özellik kazanacağını düşünen Guardiola, özellikle Aralık ayındaki Real Madrid maçının ikinci yarısında bu değişikliğie giderek sistemindeki devrimi iyice gözler önüne serdi.

3'lü defans deneyenlerden sadece biri: Copa America şampiyonu Uruguay

2011 yılında üçlü defansı kullanarak taktiksel evrimi destekleyen tek takım Barcelona değildi. 2010’daki dünya dördüncülüğünün ardından 2011 Temmuz’unda Uruguay’a Copa America şampiyonluğu hediye eden Oscar Tabarez de bu turnuvada birçok kez üçlü savunmayı denedi. Bielsa’nın bir başka yakını olan Universidad de Chile teknik direktörü Jorge Sampaoli ise, Aralık ayında Copa Sudamericana’yı yine üçlü defans ile kazanarak 20 yıllık aradan sonra ilk kez bir Şili kulübünü kıta çapında bir kupada zafere taşıdı.

Üçlü defansın en yoğun görüldüğü Avrupa ligi ise Serie A. Udinese ve Napoli gibi kalburüstü kulüplerin bu şekilde zirveye oynamaya başladığı İtalya’da 2011’i ikinci olarak kapatan Juventus da zaman zaman oldukça esnek bir 3-5-2 kullanabiliyor. Son olarak Inter de yeni sezona 3’lü defans müridi olan Gasperini’yi takımın başına getirerek başlamıştı. Ne var ki İtalyan teknik adamın Guiseppe Meazza’daki macerası 3 aydan öteye gidemedi.

Batanlar ve Çıkanlar
Gasperini kuşkusuz ki 2011’i hiç hoş anılarla hatırlamayacak. Bu yılın geride kalmasına onun gibi sevinenler olduğu kadar 2011’i hiç unutmayacak olanlar da var. Maradona’lı yılların ardından en iyi dönemini yaşayan Napoli gibi... Geçtiğimiz sezonu Milan ve Inter’in ardından 3. sırada tamamlayan Napoli, krizle boğuşan İtalya şartlarına rağmen sağlam finansal durumuyla da parmak ısırttı. Üstelik bu sezon da Şampiyonlar Ligi’nde üst tura atlaması, son yıllardaki çıkışın tesadüften çok uzak olduğunu simgeliyor.

Napoli'nin yükselişi 2011'de de sürdü.

Lille ve Borussia Dortmund da kendi potansiyellerini aştıkları bir yılı geride bırakıyor. İki ekip Mayıs ayında liglerini zirvede bitirirken, yeni sezonda bu başarıyı Devler Ligi’nde sürdüremedi. Tottenham ise bu arenada Nisan ayında çeyrek finali gördü ve yılı da lig 3.sü olarak tamamladı. Öte yandan Porto, eski hocası Mourinho’nun izinden giden genç teknik adam Villas-Boas’ın önderliğinde tarihî yıllarından birini geride bıraktı.

2011’e bir Schalke taraftarı gözünden bakmak tam anlamıyla kafa karışıklığı manasına geliyor. Önce Devler Ligi’nde yarı finale kalan, ardından Almanya Kupası’nı kazanan bir ekibi başarılı sayabilirsiniz. Ancak aynı sezon ligi düşme hattının 4 puan üstünde bitiren ve yeni sezonda zirve yarışına tekrar dahil olan da aynı Schalke! Yine de bu kısa vadeli düzensizlik, istikrarlı bir biçimde kötü sonuçlar alarak tarihinde ilk kez küme düşen River Plate’in durumundan çok daha makul. Aynı şekilde Deportivo da geçtiğimiz yılı unutup 2012’ye tekrar La Liga’ya yükselme hayalleriyle giriyor.

Efsanelere Saygı
2011’in ilk günlerinde Manchester United’ın efsane oyuncusu Eric Cantona’nın tarzına yakışır şekilde sürpriz bir göreve soyunmasına tanık olduk. Futbolu bıraktıktan sonra uzun süre film ve belgesellerle uğraşan ve bir dönem plaj futboluna da merak saran Fransız yıldız, geçtiğimiz yıldan itibaren tekrar canlanan New York Cosmos kulübünün futbol direktörlüğünü üstlendi.

Saygılar Doktor...

İngiltere’de kendini fazlasıyla kabul ettirmiş diğer bir isim Gary Speed’ten Kasım ayında gelen haberler ise eğlenceli olmaktan uzaktı. Hiç beklenmedik biçimde evinin garajında asılı olarak bulunan Galler teknik direktörü, bu ani ölümüyle tüm futbol dünyasını yasa boğdu. Aralık ayı geldiğinde bu hüzün daha dağılmamışken bir Brezilya efsanesi Socrates’in hayata vedası duyuldu. Sahada her daim bir sanatçı gibi var olan, günlük yaşamında da birçok alanda aktif olan Socrates, ismini taşıdığı filozof adaşı gibi ölümsüzlüğe doğru yol aldı.

Adını hiçbir zaman unutturmayacak bir başka efsane Sir Alex Ferguson için ise 2011’in ayrı bir anlamı vardı. Şu anki birçok oyuncusunun henüz hayatta bile olmadığı 1986 yılında Old Trafford’un kapısından içeri adımını atan Ferguson, Kasım ayında düzenlenen seremoniyle kulübündeki 25. yılını kutladı. Öte yandan onu ligde en çok zorlayan meslektaşlarının belki de başında gelen Arsene Wenger de Ağustos ayında Arsenal’deki 15. senesini doldurdu.

Türkiye’de 2011
Ülke olarak belki de profesyonel futbol tarihimizin en siyah yılını geride bıraktık. Türkiye 3 Temmuz sabahına uyanırken birçok yönetici, menajer ve futbolcunun adının bundan sonra yeşil sahalardan ziyade cezaevlerinde duyulacağından habersizdi. O günden beri lig ve kupa sisteminden Avrupa temsilcilerimize, sporda şiddet yasasından kulüp yönetimlerine kadar birçok unsur eskisi gibi kalmadı. 2012’de de devam edecek olan süreç, taraftarların içindeki yarayı bir süre daha taze tutacağa benziyor.

Türk futbolunun en kara yılı

Şike ve teşvik olaylarının milli takıma da olumsuz yansıdığı kesin. Euro 2012 elemelerinde grubu Almanya’nın ardından ikinci sırada tamamlamayı son maçta garantileyen takımımız, play-off’ta eşleştiği Hırvatistan’a iki maçta da gol dahi atamayarak boyun eğdi. Bu başarısızlığın ardından koltuğunu Abdullah Avcı’ya devreden Guus Hiddink ise, şike sürecinin milli takıma verdiği zarardan dem vuruyordu.

Milli takımın Euro 2012’de yer bulamayışı karamsarlığa yol açsa da, geçtiğimiz ay bu turnuvanın hakem listesinin açıklanması bir nebze olsun içimizi aydınlatmaya yetti. 2010’da olduğu gibi 2011’de 20 Yaş Altı Dünya Kupası dahil birçok uluslararası maçta düdük çalan Cüneyt Çakır, önümüzdeki yaz Euro 2012’de görev almaya hak kazanarak bunu 16 yıl aradan sonra başaran ilk Türk hakemi oldu. Avrupa’da ülkemizi başarıyla temsil eden bir başka isim olan Nuri Şahin ise, ikinci kaptanlığa kadar yükseldiği Dortmund’un şampiyonluğunda birinci dereceden rol alarak Real Madrid’in yolunu tuttu. Ondan birkaç hafta sonra bu kez Bayern Münih’li Hamit Altıntop Mourinho’nun ekibine dahil oldu. Arda Turan ise başkentin diğer köklü takımı Atletico Madrid’e vize alırken, Trabzonspor’lu Umut Bulut Toulouse’a giderek Avrupa’daki son temsilcimiz oldu.

2011’de takımlarımızın yurtdışı karnesinin ‘pekiyi’lerle dolu olduğunu söylemek güç. Şubat ayında UEFA Avrupa Ligi 2. turunda Dinamo Kiev ile karşılaşan Beşiktaş, iki maçta da dörder golü kalesinde görerek elenince ülke olarak bir Avrupa maceramız daha erkenden kapandı. Yeni sezonda aynı turnuvada grubunu lider tamamlayan Beşiktaş’ın yeni rakibi ise Braga olacak. Öte yandan Trabzonspor son dakikada kaptığı Şampiyonlar Ligi biletini iyi değerlendirdi ve grubunu üçüncü sırada tamamlayarak Avrupa’da yoluna devam etti. Bursaspor ve Gaziantepspor ise Ağustos ayında ön elemeleri geçemeyerek erken havlu attı.

Blatter ve Bin Hammam: İki dost, iki düşman

Skandallar Dizisi
3 Temmuz’da filizlenen şike skandalı, 2011’in en kötü gelişmesi olarak yeteri kadar canımızı sıkmıştı. Yine de yılın tek yüz kızartıcı olayı o değildi. Özellikle futbolun merkezi FIFA’da yaşanan skandallar dizisi dünya çapında yankı uyandırdı. Mart ayında Blatter’e karşı aday olacağını açıklayan Asya Futbol Konfederasyonu Bin Hammam, Haziran’daki seçimden sadece 3 gün önce yarıştan çekildiğini açıkladı. Zira Katar’lı futbol adamı, başkanlık seçiminde kendisini desteklemeleri için Karayip Konfederasyonu üyelerine 40’ar bin dolar para teklif etmekle suçlandı. Yarışta tek kalan Blatter dördüncü kez başkan seçilirken, bir ay sonra Bin Hammam’ın ömür boyu tüm futbol faaliyetlerinden men edildiği açıklanıyordu.

2011’de şike tartışmaları yaşayan tek ülke Türkiye değildi. İtalya, Totonero ve Calciopoli skandalları kadar ses getirmese de bu kez ağırlıklı olarak Serie B kulüplerini saran bir şike ve yasadışı bahis krizi yaşadı. Haziran ayında aralarında Cristiano Doni ve Luigi Sartor gibi isimlerin de bulunduğu 17 kişi tutuklanırken, Serie A’ya yeni yükselen Atalanta kulübü lige -6 puanla başladı.

Blanc, hakkındaki ırkçılık iddialarını çabuk savuşturdu.

Son olarak futbol dünyası bir yılı daha ırkçılık münakaşası olmadan tamamlayamadı. Nisan ayında Fransa milli takım teknik direktörü Laurent Blanc’ın, futbol akademilerinde siyahî veya Afrika kökenli oyuncuların oranını azaltmaya yönelik gizli bir uygulamaya destek verdiği öne sürüldü. İddiaya ilişkin kaset kayıtlarının ortaya çıkmasıyla kriz büyürken, sadece birkaç gün sonra açıklanan soruşturma sonucuna göre Blanc aklanıverdi ve olay kapandı. Yılın sonuna gelirken ırkçılık virüsü bu kez İngiltere’ye sıçradı. Önce John Terry QPR oyuncusu Anton Ferdinand’a oyun içerisinde ırkçı söylemde bulunduğu için suçlanırken, Manchester United ile oynadıkları maçta Evra’ya benzer ithamlarda bulunduğu gerekçesiyle Liverpool’lu Suarez 8 maç oynamama cezasına çarptırıldı.

Nitekim teması çeşitli ve aksiyonu bol bir senaryo misali 2011’i geride bıraktık. Yaşanan şike ve ırkçılık krizleri yeteri kadar can sıksa da, Napoli ve Tottenham gibi ivme kazanan ‘orta halli’ takımların varlığı ümit doğurdu. El Clasico tam anlamıyla bir film serisine dönüşürken, Guardiola futbolun çekirdeğindeki en önemli unsurlardan birinin taktiksel evrim olduğunu tekrar hatırlattı. Sonuç olarak sürekli değişen futbol dünyası, yeni renkler keşfedeceği bir 2012’ye kucak açtı.

0 yorum:

Yorum Gönder

ShareThis

Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...