Subscribe Twitter Twitter

3 Ağustos 2011

Manchester: Fabrikadan Futbola



Manchester şehri için hangisi daha büyük ve tarihî bir şans olabilir; sanayi devrimi mi, yoksa futbol mu? 19. yüzyılda hem endüstrileşmenin hem de futbolun doğuşuna çok yakından tanık olan kent, bu ikisini bir potada eritmenin zenginliğini taşıyor.

1800’lere girilirken Manchester; 84 bin nüfuslu, gürültüden uzak, pamuk üretimi ve işlemesiyle ünlü ufak bir İngiliz şehriydi. Endüstriyel devrimin hızını iyice arttırdığı bu yıllar, bölge halkını ekmeğini pamuktan çıkaran bir topluluktan çok daha öteye götürmeye başladı. Kentteki büyümenin ivmesi o derece fazlaydı ki, 1830’lara gelindiğinde Manchester artık dünyanın ilk ve en büyük endüstri bölgesine dönüşmüştü. Ticareti destekleyecek biçimde bankacılık ve sigortacılık gelişmiş, artan altyapı ihtiyaçları sonucu demiryolları ve kanallar inşa edilmişti. 19. yüzyılın ikinci yarısına ulaşıldığında ise şehrin gelişiminine bambaşka bir renk gelmiş, futbol icat olmuştu.

Pamuk üretimi sırasıyla tekstilin, kimya mühendisliğinin, temizlik sektörünün, bankacılığın ve daha nicesinin önünü açarken artık Manchester çeşitli yerlerden gelen işçilerin gözdesiydi. Doğduğu şehri hatta ülkeyi bırakıp buraya gelen göçmenler, doğal olarak kendilerini bölgeye bağlı hissettirecek birtakım unsurların peşindeydi. Bunların en basiti olduğu kadar en eğlencelisi ise, yepyeni bir heyecan dalgası yaratan futbol olabilirdi. Böylece ağır çalışma hayatının da verdiği sıkıntı, yeni yurtlarında tutunacak bir dal arayan Manchester’lı işçilerin içindeki dizginlenemez futbol aşkını ortaya çıkarıverdi.

Tıpkı endüstriyel devrim gibi şehirde olağanüstü bir hızla yayılmaya başladı futbol. Fabrikalardan çıkıp hayata geri dönen işçilerin bir kısmı, bu yeni aşkı somutlaştırmak adına icraate geçmekten çekinmedi. Şehirde yeni bir moda misali art arda futbol kulüpleri kurulmaya başladı ve taraftar bulmakta çok zorlanmadı. Böylece günümüzde Manchester merkezli ve 90 mil yarıçaplı çevrede bulunan tam 43 profesyonel futbol kulübünün temelleri atıldı. Artık endüstriyel devrimin Manchester’lı yapıtaşları olan işçilerin hayatında, siyah fabrika dumanından ve beyaz pamuktan farklı renkler de yer alıyordu.

Newton Heath ve Diğerleri
Premier League’in kurucu takımlarından Oldham Athletic, halen bu ligde oynayan Wigan ve Bolton, alt liglerin köklü takımlarından Rochdale, Stockport, Bury ve bölgenin en büyük iki kulübü City ve United... Manchester bölgesinde alevlenen futbol ateşini yıllardır körükleyen bu kulüplerin kuruluş yıllarında şehirdeki işçi sınıfının önemi büyük. Özellikle United’ın doğuşu ve gelişimi sadece Manchester’ın değil, kimi zaman tüm İngiltere’nin kaderiyle bire bir seyretti.

Yıl 1892: Çiçeği burnunda Newton Heath ekibi

Meşin yuvarlağın peşinden koşmanın bir hayal olmaktan öteye geçebildiği yıllarda, Lancashire & Yorkshire Demiryolu Şirketi’nin işçileri de şehirdeki modaya uymaya karar verdi . Newton Heath bölgesindeki bu grubun kurduğu kulüp de aynı ismi taşıyacaktı. Dönemin özellikle işçiler adına hiç de insanî olmayan çalışma şartları düşünüldüğünde böyle bir futbol kulübü kurma fikri, şirket adına çok mantıklıydı. Zaten parasını günde saatlerce ‘pamuk’tan elde eden bölge insanını, çalıştığı yere bağlı tutabilmek ancak böyle mümkün olabilirdi. Bu destekle önceleri şirketin yakınındaki boş arazide dostluk maçları oynayan Newton Heath, zamanla kurulan ligde de yükselişe geçmişti.

20. yüzyılın ilk anlarına gelindiğinde bir asır önce nüfusu 84 bin olan Manchester, artık tam 1 milyon 250 bin kişiyi barındırıyordu. Yapılan altyapı yatırımları sonucu şehir iyice zenginleşmiş, Avrupa’nın en büyük 6. kenti sıfatını almıştı. Ne var ki Newton Heath’in kaderi bu yıllarda şehrin tam tersi istikamette ilerliyordu. Zira Manchester’ı ayakta tutan endüstrileşmenin futbola adım atması için henüz çok erkendi ve kulüp derin bir finansal darboğaz içindeydi. Neyse ki kentin zenginlerinin desteğini almayı başaran kulüp yeniden yapılanmaya gidiyor, adı da Manchester United olarak bugünkü halini alıyordu.

Her kulüpte olduğu gibi United da tarihi boyunca inişli çıkışlı dönemler geçirdi. Sanayi devriminden aldığı ilhamla İngiltere dünya politika sahnesinde bir süpergüç rolüne soyunurken, endüstrileşme kıvılcımlarının ilk parladığı yer olan Manchester’da da United şehrin bir numaralı takımı olma yolundaydı. “Manchester United: the Biography” adlı kitabında Jim White’ın da belirttiği üzere, kulübün alın yazısı birçok kez İngiltere’ninkine paralel biçimde şekil aldı. Ülke 1930’lu yıllarda Büyük Buhran ile cebelleşirken Manchester United da borçlarıyla uğraşıyordu. Aynı şekilde 1950’li yılların canlı ekonomisi ve tüketim patlaması, Matt Busby önderliğindeki United’a başarı olarak yansımıştı. 1960’ların asi gençlik ruhu Old Trafford’ta George Best’in vücudunda kimlik bulurken, 70’lerde uzun süre sonra ilk kez küme düşen United’a ekonomik kriz içindeki Britanya bir kez daha eşlik ediyordu.

Bugüne baktığımızda; işçi bazlı sanayileşmeyi kocaman bir ticaret ağına çevirerek yeni bir akım yaratmış olan şehirden, Manchester United gibi Deloitte Para Ligi’nde yıllarca zirvede kalmış bir dünya kulübü çıkması kimseyi şaşırtmamalı. Sanayi devriminde kentin emek yoğun bir ekonomiyle ayakta kalması gibi, United da yıllarca kendi oyuncusunu yetiştirerek başarı kazandı. Ayrıca futbolun global bir sektör haline gelmesinde kulübün rolü ne kadar büyükse, endüstrileşmenin sistemsel halde yayılmasında şehrin önemi benzer biçimde üst düzeyde.

İç ve Dış Rekabetler
Manchester gibi gerek ekonomisi gerek futboluyla hızlı büyüyen bir şehrin hem içeride hem de dışarıya karşı rekabet halinde olması kaçınılmazdı. 12 Kasım 1881 tarihinde St Mark’s ve Newton Heath arasında yapılan karşılaşma, günümüzdeki City - United çekişmesinin sadece ilk adımını oluşturuyordu. İlk yıllarında fanatizmden uzak bir halde seyreden bu rekabet, özellikle futbolun hayati öneminin artması ve Manchester United’ın yavaş yavaş Avrupa’ya ve dünyaya açılmasının ardından kızışmaya başladı.

Mavi veya Kırmızı

City taraftarlarının dayanağı, United’lıları aslen şehre ait olarak algılamamalarıydı. Zira onlara göre Old Trafford’un Manchester sınırları içinde bulunduğu da yoktu. Hatta kimileri, United taraftarlarının %98’inin şehir içinde olmaktan ziyade dünya geneline dağıldığı konusunda hemfikirdi. Bu görüş doğrultusunda, maç günlerinde Old Trafford yakınlarında boş otel odası da bulmak imkansızdı çünkü United’ı seyretmeye gelenler çoğunlukla turistti. Kısacası City cephesi şehrine sahip çıkmaya çalışırken, su götürmez biçimde daha başarılı olan United tarihi boyunca bu tartışmaların içine çok girmemeye çalıştı. Nitekim Manchester City, United’ın İngiltere’deki tek ezeli rakibi değildi.

Manchester şehrinin pamuk üretimi ve bunun türevi olarak tekstildeki başarısı uzun yıllar boyunca ilham verici bir konumdaydı. Ne var ki kentin okyanusa kıyısının olmaması, üretim kısmının öncesi ve sonrası için ek masraf yaratıyordu. Zira gerek Hindistan veya Uzakdoğu’dan gelen hammadelerin şehre girmesi, gerekse fabrikada imalatı biten ürünlerin yurtdışına rahatça ihraç edilmesi için en iyi lojistik yöntemi gemi taşımacılığı idi. Bu konuda gelişme kaydetmiş olup Manchester’a en yakın mesafede bulunan yer ise, şehrin 35 mil batısındaki Liverpool’dan başkası değildi. Ülkedeki ticaret merkezlerine yakınlığı ve oldukça gelişmiş limanları sayesinde bu kıyı kenti, endüstriyel zamanlarda stratejik olarak büyük önem kazandı. Manchester da dahil olmak üzere birçok sanayi merkezinin malları Liverpool üzerinden gidip geliyordu. Kısaca Kuzey İngiltere’deki ticari güç yarışında olan bu iki kent, aynı zamanda birbirine azımsanmayacak şekilde bağımlıydı.

Yıl 1887’ye geldiğinde Manchester’da 7 yıl boyunca sürecek hummalı bir çalışma başladı. Zira şehir, bir kanal yoluyla doğrudan okyanusa bağlanacak ve bu sayede gemi ulaşımı kentin içine kadar girebilecekti. 1894 yılında kanal kullanıma açıldıktan sonra Manchester’ın kaderi ne kadar olumlu yönde değiştiyse, Liverpool tarafı da bir o kadar çöküntüye uğradı. Öyle ki; kanalın stratejik önemi hem United hem City’nin günümüzde de geçerli olan amblemlerine kadar yansırken, Liverpool’daki birçok liman çalışanı yavaş yavaş işinden oldu.

İngiltere derbisi, sanılandan oldukça çekişmeli

İki şehrin ticarî güç yarışı üst düzeyde seyrederken, bu kapışmanın tohumlarının futbol takımlarına da serpilmesi hiç şaşırtıcı olmadı. 20. yüzyılın ortalarına kadar kısık ateşte devam eden rekabetin ibresi, meşhur Busby’nin Bebekleri sayesinde 1950’lerde Manchester’a döndü. 60’lı yıllarda Bill Shankly’nin destansı dokunuşuyla durumu eşitleyen Liverpool, 70’lerde tarihinin en kötü dönemlerinden birini geçiren rakibi karşısında Bob Paisley ile amansız bir üstünlük kurdu. Üstelik bu durum 1990 baharına kadar devam etti. O mevsimde Kenny Dalglish ile tarihinin 18. ve son şampiyonluğunu yaşayan Liverpool, sadece 7 kupası bulunan Manchester United’ın bir hayli önündeydi. Ancak Alex Ferguson’ın son 19 sezonda kazandığı 12 Premier Lig kupası, iki ezeli kulüp arasındaki rekabeti United lehine çevirmiş durumda.

Küçülen Manchester
Futbol ve ekonomi oldukça farklı alanlar gibi görünse de çok kritik bir ortak yönleri vardır. İkisi de tarih boyunca kendi dinamikleri içinde gelişmiş, değişmiş ve her yeni akıma karşı bir fikir türetmiştir. Manchester, işte bu önemli noktayı her iki dalda da aynı dönemlerde yaşadı. 2. Dünya Savaşı’na kadar altın yıllarını yaşayan şehrin alın yazısı, yüzyılın ikinci yarısıyla birlikte değişmeye başladı. Barut kokan o yıllarda gelişmiş endüstrisi ve gemi ulaşımı sayesinde Manchester, tekstildeki üretim gücünü bir süreliğine İngiltere’nin savaş hazırlıkları uğruna kullandı. Dolayısıyla Alman saldırılarının odak noktası haline gelmesi kaçınılmazdı. Nitekim savaş sona erdiğinde Manchester çok bitkin bir şehirdi ve dünya politikası aleyhine değişiyordu. Savaş yorgunu Avrupa ülkeleri, bellerini doğrultmak adına iç piyasalarını canlandırmaya yönelik çareler üretince uluslararası ticaret darbe yedi. Bu şekilde Manchester’ın limanları ve demiryolları gittikçe önem kaybetti zira artık bu gibi ağlar hemen her kentte kuruluyordu. Kapanan iş kapıları sonucu şehir 1970’lerden itibaren yoğun göç vermeye başladı. Artık sanayi odaklı politikalardan servis ekonomisine geçmenin vakti gelmişti.

Manchester’daki futbol gündemi de elbette ekonomik gidişattan nasibini aldı. 1950-70 yılları arasında 6 kez İngiltere şampiyonu çıkaran şehir, 1970-90 dilimi söz konusu olduğunda sıfır çekerek dibe vurdu. Yine de Manchester’ın kırmızı ve mavi tarafları krizden aynı şekilde etkilenmedi. 1973/74 sezonunda kümede kalma mücadelesi veren ve ligin son maçında ironik biçimde City karşısına çıkan United, rakibine boyun eğerek 2. Dünya Savaşı’nın ardından ilk ve son kez alt ligin yolunu tuttu. City ise şehrin ekonomik çıkmaza girdiği yıllarda lig şampiyonu olamasa da Federasyon Kupası’nı ve Kupa Galipleri Kupası’nı kaldırdı. Kriz sonrasında İngiltere’nin Thatcher politikaları altında yeniden yapılandığı ve Manchester’ın servis ekonomisine geçmeye çalıştığı 80’lerde ise iki takımın da belirgin bir başarısı olmadı.

Şehrin futbolu çoğu zaman ekonomisinden etkilendi

Sonuç olarak endüstrileşmenin kanun olmaya başladığı yıllardan günümüze dek Manchester, birçok kilometre taşına şahit oldu. Gün geldi, bütün bir şehir sanayi devrimini kendi kimliği olarak benimsemek durumunda kaldı. Yıllar geçtikçe gelişti ve başka şehirlerle yarış içine girdi. Her çıkışın bir inişi olduğu gibi yeri gelince Manchester da altın yıllarını geride bırakarak kendine yeni yollar çizdi. Ve şehrin tarihindeki tüm bu olaylar, aynı zamanda meşin yuvarlağa da yön vermekten çekinmedi. Hatta kimi zaman bu önemli şehrin en büyük takımı, ülkenin kaderine şaşırtıcı biçimde ortaklık etti. Her şeye rağmen futbol Manchester’da değişik bir kimlik kazandı. Şehir de onun sayesinde azalan ekonomik prestijini farklı bir kulvarda olsa da halen korumayı başarıyor.

Not: TamSaha dergisinin Ağustos sayısında yayımlanmıştır.

0 yorum:

Yorum Gönder

ShareThis

Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...