Subscribe Twitter Twitter

4 Nisan 2012

3’lünün Evrimi



80’lerde Arjantin’de türeyen 3-5-2 modası, o günün şartlarında birçok futbol otoritesine aykırı gelerek doğum sancısı çekmişti. Ne var ki 90’ların ortasına kadar süren misyonunu birçok takıma önemli kupalar kazandırarak tamamladı. Uzun zamandır sıranın tekrar kendisine gelmesini bekleyen 3’lü defans anlayışı, başka versiyonlarla geri dönmeye hazırlanıyor.

19. yüzyılın sonlarında futbol 2-3-5 gibi bugün herkese komik görünen bir dizilişle ortaya çıkmıştı. Güzel oyunun sahadaki duruşu, tıpkı tiyatrodaki sahne kıyafetleri gibi zamanla sürekli evrim geçirdi ve yepyeni modalar yarattı. Yeri geldi Catenaccio tüm sahne anlayışını baştan yazdı. Ama bir süre sonra Total Futbol gelerek oyunun üzerinden defansif kıyafeti çıkariverdi. Tıpkı zaman geçtikçe onu da demode hale getiren başka dizilişlerin evrildiği gibi... Bugün Barcelona’nın oynadığı futbola bir panzehir üretme çabası işte bu tarihsel devinim sonucunda doğan umuttan başkası değil. Yakın zamana dek 3’lü defans tamamen eskimiş bir kıyafet gibi görülse de, futbolun yeni dönemine damgasını vuran bir anlayışın yolunu da açabilir.

3’lü Tango
1986 Dünya Kupası’na hazırlanan Arjantin teknik direktörü Carlos Bilardo; tarihte bir kasap gibi sert, kimi zaman olayı çirkefliğe götürmekten çekinmeyen, pragmatik ve sisteme çok bağlı bir anlayışla iz bırakmış olan Estudiantes kültüründe futbol oynamıştı. Antrenörlük kariyerinde ise bu özelliklerden ağırlıklı olarak son ikisini benimsemişti. Kupaya hazırlık dönemini tam da bu yüzden, taktiğine bağlı ve birbirini anlayabilen oyunculardan kurulu bir takım yaratmak üzere gayet uzun tutmuştu. Buraya kadar her şey normal gibiydi ancak Bilardo’nun sahaya üç defans, beş orta saha ve iki forvet sürmesi, özellikle ilk etapta eleştiri oklarını Arjantinli teknik adamın üzerine çekiyordu. Hatta 1984’te takımıyla çıktığı Avrupa turunda İsviçre karşısına süreceği ilk 11’i açıkladığı anda bir gazeteci onun yanlışlıkla üç defans oyuncusu saydığından şüphelenmişti. Bilardo ise bunu yanlış duymadıklarını ve iki yıldır üzerinde çalıştıkları taktiği zorlu maçlarda test etmek istediğini belirtmişti.

3'lü defansın mucidi Carlos Bilardo '86 Meksika'da

Bilardo’nun yeni sistemini hazırlarken üçlü defans kadar üzerinde durduğu başka bir nokta kanatlardı. Zira son 30 yılda defanstaki bek oyuncuları Brezilya’nın başlattığı akım sonucu gittikçe daha çok hücumu düşünüyordu. Hatta savunmadan çok orta sahanın bir parçası gibi hareket edenler de vardı. Bilardo ise bu modayı bir adım ileri götürerek onları orta sahanın kenarlarına yerleştirdi. Merkezdeki üç oyuncunun ortak görevi savunmaya yardımcı olurken  hücum ikilisinin de yükünü hafifletmekti. İşte bu nokta, en uçtaki Valdano’nun yanından ziyade onun arkasında nispeten serbest olarak oynayan Maradona’nın elini oldukça kuvvetlendirecekti.

En azından Bilardo’nun planları bu şekildeydi. Fakat evdeki hesap, Bilardo’nun koltuğunu sallayacak kadar uzun bir süre çarşıya yabancı kaldı. Nihayet hazırlık amaçlı Avrupa turunda alınmaya başlanan galibiyetler tünelin ucunda ışık gösterse de Arjantin’i kupanın favorisi yapacak kadar radikal görünmüyordu. Öte yandan bu yeni akımın Avrupa ülkelerine de sıçramaya başlaması, Bilardo’nun aslında çok da mantıksız işlere girmediğinin bir kanıtıydı. Helenio Herrera’nın izinden Catenaccio’yu taklit etmeye çalışan birçok takım, Arjantin’de gördükleri anlayıştan ilham almakta çok gecikmedi. Aynı şekilde yıllarca 1-3-3-3 benzeri bir dizilişle sahne alan Almanya, orta sahadaki bir adamını geriye çekip defansın kenarındakileri daha ileri sürüyordu. Böylece kanat oyuncuları Bilardo’nun hayalindekinden biraz daha defansif olan alternatif bir 3-5-2 türüyordu.

"Libero"nun yaratıcısı, 3'lü anlayışı da ileri götürdü

Zirve Noktaları
1986 Dünya Kupası finali, Bilardo’nun yarattığı ve Beckenbauer’in farklı baharatlarla çeşitlendirdiği yeni sistemin kendisiyle ilk sınavı olarak tarihe geçti. İki modern libero Jose Luis Brown ve Ditmar Jakobs’un önderliğindeki 3’lü defans dizilişlerinin işini Maradona, Valdano, Rummenigge ve Völler gibi kült isimler iyice zorlaştırıyordu. Nitekim iki kardeş sistemin ilk çarpışmasından doğan  5 gol, damaklarda leziz bir tat bıraktı. Kupa o yaz Maradona’nın ellerine yakıştı ama dört yıl sonra takımlarını neredeyse Meksika’dakiyle aynı taktiklerle sahaya çıkaran Bilardo ve Beckenbauer’den kazanan, libero kavramını kendi elleriyle yazmış olan Almak teknik adamdı.

90’lı yılların ilk yarısı, 3’lü defansın klasik 4-4-2 ile bir bütünleşme çabası aramasıyla geçti. Yine de Bilardo ve Beckenbauer’in yaktığı ateş henüz parlaklığını tam olarak yitirmemişti. 1996 yazında Wembley’in çimlerine 6 yıl önceki gibi çıkan Almanya, libero Matthias Sammer’in toparlayıcı oyununun da katkısıyla bu kez Avrupa şampiyonu oluyordu. Ertesi sezon aynı Sammer’in kaptanlığını yaptığı Borussia Dortmund’un Şampiyonlar Ligi’ni kazanmasındaki taktik anlayış da 3-5-2’den başkası değildi.

3'lü savunma Scolari ile dünyanın zirvesinde

21. yüzyıla adım atıldığında bu kez Fabio Capello’nun Roma’sı izleyenlere seyir zevki sunuyordu. Yine 3’lü bir savunma anlayışının sergilendiği takımda geride Samuel ile başlayan, Tommasi ve Totti ile devam eden, ileri uçta Batistuta ile sonlanan mükemmel bir omurga mevcuttu. Ayrıca sistemin genişliği için büyük önem arz eden kanat bekleri de Cafu ve Candela gibi formunun zirvesinde oyunculardı. Bu başarılı denemenin sonucunda Roma, 18 yıl aradan sonra tarihinin üçüncü şampiyonluğunu elde ediyordu. Bir sene sonraki dünya kupası finali ise uzun bir zaman sonra üçlü defansla oynayan iki takımın mücadelesine sahne olacaktı. Cafu’nun bu kez Brezilya kaptanı olarak görev aldığı turnuvada Sambacılar kalesinde sadece dört gol görecek, oynadığı tüm maçlarda 90 dakika sonunda sahadan galip ayrılacaktı. Elbette bu başarının payı, Scolari’nin geri üçlüsünden daha fazla ilerideki Rivaldo, Ronaldo ve Ronaldinho’nun muhteşem uyumunda gizliydi.

3’lünün Rafa Kalkışı
Çoğu futbol akımında olduğu gibi 3’lü savunma anlayışını da demode haline getiren bir silah geliştirmek çok uzun sürmedi. Oyunun kendi dinamikleri içinde Bilardo’nun sisteminin de zaafları keşfedildi ve bu sayede onu alt edebilecek yeni taktikler sahalarda yerini aldı. Örneğin 3’lü defans, dönemin yaygın taktiklerinden 4-4-2’ye karşı özellikle orta sahada elde ettiği fazlalık sonucu üstünlük kurabiliyordu. Ne var ki rakip takım 4-3-3’e dönebilen 4-5-1 gibi tek forvetli bir düzenle sahaya çıktığı anda 3’lü savunmanın en büyük zayıflığı gözler önüne seriliyordu. Zira 3-5-2 oynayan ekibin kanat bekleri, rakibin kenar hücumcularını karşıladığı anda geri üçlünün savunması gereken sadece tek bir oyuncu kalıyordu. Diğer bir deyişle, savunma yapan 5 kişinin karşısında aslında 3 kişi vardı. Kanat beklerinin pasifize olduğu ortamda orta sahada kalan üç kişi, rakip takımdan da aynı sayıda oyuncuyu karşısında buluyordu. Yani 3-5-2’nin orta saha avantajı kaybolmuş oluyordu. Son olarak hücumdaki iki forvet, karşısında tam dört rakip savunmacıyla eşleşiyordu. Yani rakibin bekleri bir anda atıl durumda kalıyordu. Bunlardan sadece birinin ileri çıkması, orta saha üstünlüğünü 4-3-3 ile oynayan takıma verebilirdi.

3-5-2'nin sırrı 10'da gizli

Sadece savunma anlamında değil, modern taktiklere karşı 3-5-2 hücumda da eksik kalabiliyordu. Arjantin örneğinde Maradona ile Valdano’nun rolleri farklıydı. Valdano’nun en ileri uçta satrafor olarak oynadığı ortamda Maradona biraz daha geride, serbest bir rol alıyordu. Böylece hareketli bir forvet olarak üçüncü bölgede sergileyebileceği yeteneğini daha geride ve daha geniş alanda kullanabiliyordu. Bu noktadan yola çıkan birçok takım, forvet özelliği taşıyan oyuncularını orta sahaya yaklaştırdılar. Ne var ki herkes Maradona gibi olamazdı. Doğal bölgesinden geride oynayan birçok hücum oyuncusunun yeteneği bu şekilde daha ön plana çıkmaktan ziyade kısıtlandı. Bu da 90’lar futbolunda bir süre gol kısırlığına yol açan sebeplerden biri oldu.

3’lünün irtifa kaybetmesine bir örnek olarak da dünya futbolunun günden güne fiziğe daha bağımlı hale gelişini göstermek mümkün. Sahada 90 metrelik bütün bir kanadı kullanmakla yükümlü olan bekler, oyundaki fiziksel artış eğilimiyle paralel gelişim gösteremediler. Kendilerinden bu yönde beklenti artmasına rağmen, karşılarında takım oyunu ve fizik gücü birleştiren rakipler bulmaya başladılar. Böylece 3-5-2’nin en kritik parçalarından biri daha yeni eğilimlere yenik düştü.

Napoli yeni model 3'lüye örnek olabilir mi?

Bugün 4-3-3 ve çeşitli türevlerini sahalarda sıklıkla görüyoruz. Dolayısıyla Carlos Bilardo’yu dünya şampiyonluğuna kadar götüren sistemi günümüzde uygulamak pek kolay görünmüyor. Yine de bu durum, 3’lü defansın tekrar yükselişe geçmesine kesinlikle mani değil. Bu sezon Barcelona’nın bazı durumlarda  ve Napoli’nin daimi olarak uyguladığı 3-4-3 dizilişi yeni bir soluk olabilir. Böylece ileri üçlü, rakibi 3-5-2’de olduğundan daha fazla meşgul ederken hücuma genişlik katabilir. Orta saha ise 80’li ve 90’lı yıllarda neredeyse sözü bile edilemeyen, hem savunmaya hem de hücuma katkı sağlayabilen çift yönlü futbolculardan oluşabilir. Bu şekilde hem pozisyon üstünlüğü sağlamak ve takım savunmasına yardımcı olmak daha kolay hale gelebilir. Ayrıca defans oyuncuları tıpkı Pique, Abidal ve Busquets’in mükemmel itfa ettiği gibi gerektiği anda orta sahanın birer parçası olabilir. Bu şekilde de 3-5-2’nin en büyük zaafı olan geride atıl oyuncu bırakma riski azalabilir. Kısaca 3-4-3’te başarılı olmanın yolu, oyun içinde mevki bakımından esnek ve birbirini anlayabilen futbolcularla çalışmaktan geçiyor. Bu ahengi yakalamak ise kesinlikle kolay ve az zaman isteyen bir durum değil.

Carlos Bilardo, 3’lü defansı piyasaya sürerken elbette alacağı eleştirilerden ve hatta ülkesinde bazı kesimlerin hışmına uğrayacağından haberdardı. Aynı zamanda ne kadar fazla emek istese ve başarı getirse bile, denemelerinin futbol tarihindeki taktiksel devinimin sadece küçük bir parçası olacağının da farkındaydı. Sistemi kimi zaman dünya kupaları ve önemli şampiyonalara damga vururken, bazen de kendi içinde değişim süreçlerine girdi. Uzun süredir yerini bambaşka anlayışlara bıraksa bile köşesinde bekledi ve nihayet tekrar gün yüzüne çıkmasını bildi. Bugün soyunma odalarındaki kara tahtalara 25 yıl öncesinden oldukça farklı dizilişler çiziliyor olabilir. Yine de 3’lü defansın bambaşka kılıklarda tekrar “merhaba” demesi uzak bir ihtimal değil.

Not: TamSaha dergisinin Nisan '12 sayısında yayımlanmıştır.

0 yorum:

Yorum Gönder

ShareThis

Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...