Subscribe Twitter Twitter

12 Ocak 2013

Kış Transferleri



Yaz mevsiminde bir yapboz misali takımını baştan oluşturan teknik adamlar, işler istendiği gibi gitmediği anda Ocak ayında tekrar arayışa girer. Yeni parçalar uyumsuz çıkabildiği gibi yapbozun görünümünü baştan sona da değiştirebilir. Kimi ortasından başladığı serüvende uzun vadede kulübün “kralı” olurken, kimisi de yüksek beklentiler altında ezilip unutulur. Fiziksel üstünlüğe bağımlılığı sonucu sürekli yenilenme gereği hisseden Premier Lig kulüpleri Ocak ayında en yüksek hareketliliği sağlarken, bu dönem birçok futbolcunun kariyerinde birer kırılma noktası olabilir.


Eric Cantona
Yaklaşık 6 sezondur Manchester United’ın başında bulunan Alex Ferguson, henüz takımını ligin zirvesine taşımayı başaramamıştı. 1992 yılının Kasım ayında kulüp başkanı Martin Edwards ile yaptığı toplantıda, takımın iyi bir forvete ihtiyaç duyduğunu yinelemişti. Zira birkaç gün önce Southampton efsanesi Le Tissier’den de red cevabı almıştı. Tam bu sırada Edwards’ın telefonu çaldı. Karşıdaki isim, Leeds başkanı Bill Fotherby’ydi ve Denis Irwin’i transfer etmek istediğini söylüyordu. Ferguson’a danışan Edwards, bu teklifi kibarca savuşturdu ve Eric Cantona’yı takıma katmak için kontra atağa geçti. Fotherby, United’ın bu çılgın Fransız’ı neden istediğine dair anlam veremese de çok düşünmedi ve birkaç gün içinde olumlu cevap verdi. Cantona, Ocak ayında katıldığı genç United kadrosuna ilham vererek Ferguson’a ilk şampiyonluğunu kazandırdı. Hatta futbolu bıraktığı 1997 Mayıs’ına kadar sadece bir kez şampiyonluk kaçırdı Cantona, ki o sezon ünlü Crystal Palace maçındaki uçan tekme faciası yüzünden 4 ay futboldan men cezası almıştı.

Andy Cole
Alex Ferguson, sanki Cantona’nın cezasını hissedercesine bu olaydan iki hafta önce Newcastle’dan Andy Cole’u transfer etmişti. Nöbetçi golcü olarak tercih edilen Cole, Cantona’nın uçan tekmesinin ardından sezon sonuna kadar takımın birinci forveti haline geliverdi. 18 maçta attığı 12 golle Kral’ın yerini kısmen doldursa da, kaçırdıklarıyla Old Trafford’ta saç baş yoldurabiliyordu. Sezonun son maçında West Ham karşısında kaçırdığı iki net pozisyon, şampiyonluk kupasını acı biçimde Blackburn’e getirirken Cole’un hanesine eksi puan yazdırıyordu. Sonraki iki sezon Cantona’nın gölgesi altında geçerken, Andy Cole Ferguson’un aklındaki yeni forvet için takas planlarında yer alıyordu. Ne var ki takımda kalmayı başardı ve Cantona’nın vedasından sonra Cole kendini tekrar buldu. Hatta ertesi sezon Dwight Yorke ile birlikte kurduğu ölümcül forvet hattı ile Ferguson’a ilk Şampiyonlar Ligi kupasını hediye etti.


Thierry Henry
Henry’nin ülkesinden uzaktaki ilk tecrübesi hiç de istediği gibi olmadı. 1999 Ocak’ında henüz 21 yaşında Juventus’un yolunu tutarken, arkasında Monaco ile 58 lig maçında 20 golün yanında bir de Fransa formasıyla dünya kupası şampiyonluğu bırakıyordu. Serie A’nın son şampiyonunun Henry’den beklentisi doğal olarak yüksekti ama teknik direktör Lippi onu hiç alışık olmadığı sol kanatta düşündü. Sezon sonunda Henry 16 maçta sadece 3 gol bulurken, takımını lig 6.sı yapabilen Lippi ile birlikte ona da yol göründü.  Sonrasında bir Arsenal efsanesi olan, ardından Guardiola’nın ilk yılında ironik biçimde sol çizgide eski günlerini bu kez başarıyla hatırlayan Henry, geçtiğimiz Ocak ayında ABD’de liglere ara verilince bir aylığına da olsa tekrar Arsenal forması giydi. Önce Federasyon Kupası 3. Tur maçında Leeds United’ın ağlarını sarsan Henry, ardından Sunderland’i de son dakikada yıkarak bu 7 maçlık süreci unutulmaz hale getirdi.

Nicolas Anelka
Yerinde duramayan futbolcuların ilahı Nicolas Anelka, kariyerinde her biri ses getiren tam dokuz transfer hikâyesine sahip ve bunların beş tanesi Ocak ayında gerçekleşti. 1997 Ocak’ında henüz 18’ini bile doldurmamışken Wenger’in Arsenal’deki ilk genç yetenek keşfi olarak Paris’ten Londra’ya gitti. Buradaki kısa serüveninin ardından Madrid’te de tutunamayan Anelka, geri döndüğü Paris’te de çok beklemedi ve 2002 Ocak’ında bu kez Liverpool’a geçti. Üç sezon sonra o günlerde yolu bu kez İstanbul’a düşecekti Anelka’nın. Bir sonraki yıl ortası sıçrayışına kadar Fenerbahçe ve Bolton’da oyalanan Anelka, 2008 Ocak’ında Chelsea’ye transfer oldu ve kariyerini nihayet zirveye taşıdı. İkinci Londra macerasını 4 yıl sürdüren Fransız, geçtiğimiz yıl yine Ocak ayında bu kez Çin’e bilet alarak dünya turuna son halkayı eklemiş oldu. Anelka’nın kısa süre içinde, hatta Ocak ayında Çin’den de ayrılması kimse için şaşırtıcı olmayacak.


Christian Vieri
Yeni milenyumun ilk Ocak ayına dek tıpkı Anelka gibi kulüp değiştirmeyi bir hobi haline getirmişti Vieri. O sezon Lazio’dan Inter’e tam 45 milyon € bedelle transfer olurken bireysel anlamda kariyerinin en verimli ama bir o kadar da kupasız dönemine imza atacaktı. Aynı sezonu eski kulübü Lazio zirvede bitirirken, Vieri’li Inter lig dördüncülüğü ile yetinecekti. İki yıl sonra sezonun son haftasına lider giren Inter’de Vieri, o güne dek 24 gol atmıştı ve takıma artık şampiyonluk için bir galibiyet yeterliydi. Fakat rakip yine Lazio idi. 90 dakika sona erdiğinde Vieri tek gol atsa da Inter maçı 4-2 kaybetmiş, lider olarak girdiği haftanın sonunda sezonu 3. olarak bitirmişti. Kısacası o Ocak ayında Lazio’dan ayrılmak Vieri’ye yine yaramıyordu.

Nemanja Vidic & Patrice Evra
Alex Ferguson, M. United ile ilk şampiyonluğunu kazandığı 1993 yılından beri hiç iki sezon üst üste ligin zirvesini ıskalamamıştı. Ne var ki Mourinho’nun Chelsea’si, 2006 yılına girildiğinde ikinci şampiyonluğunu kazanma konusunda çok kararlıydı. Pes etmeye niyeti olmayan Ferguson ise Ocak ayında Vidic ve Evra’yı United’a getiriyordu. İskoç teknik adam bu hamleyle ne kadar uğraşsa da Mourinho’yu engelleyemedi. Fakat Vidic ve Evra ikilisi, Ferguson’un yeni nesil United’ının sonraki üç sezonluk dönemde başarıdan başarıya koşmasında önemli pay sahibi oldu. Bir de Şampiyonlar Ligi zaferi doğuran bu süreçte Evra takım kaptanlığına kadar yükselirken, Vidic de Ferdinand ile oluşturduğu kaya gibi birliktelik sonucu United kalesini geçilmez yaptı. 2008/09 sezonunda United’ın ligde 14 maç üst üste gol yememe rekorunu elde etmesinde de Evra ile Vidic’in payı büyük.


Julien Faubert
Guardiola’nın henüz ilk sezonunda fırtınalar estirdiği dönemde Real Madrid yarışta kalabilmek adına Ocak ayında kadroyu güçlendirmek istemişti. Huntelaar ve Lass Diarra gibi iki isme toplamda 47 milyon € sayılırken, onların yanına bir de sürpriz biçimde West Ham’dan Julien Faubert ekleniyordu. Bu o kadar beklenmedik bir hamleydi ki, kulüp efsanesi Di Stefano bile geleneksel imza töreninde “bu da kim!” dercesine bir bakış fırlatıyordu. Nitekim Faubert de bu düşük beklentileri boşa çıkarmadı. İzin günü olduğunu düşünerek takımın bir idmanını kaçırması yetmedi, bir de Villareal maçında o çok alıştığı yedek kulübesinde uyuyakaldı! Tüm bunların sonucunda Madrid macerasını iki maçta sadece 55 dakika forma giyerek tamamlayan Faubert, sezon sonunda kürkçü dükkanına geri döndü. Madrid’teki gülünç hatalarını Elazığspor’daki teknik direktörü Yılmaz Vural’a yapsa Fransız oyuncunun ne gibi bir tepkiyle karşılaşacağını tahmin etmek hiç de zor değil.

Fernando Torres & Andy Carroll
2011 yılının Ocak ayı, belki de son dönemlerin en heyecanlı ara transfer dönemine tanıklık etmemizi sağladı. Manchester United ilegirdiği şampiyonluk yarışında tökezlemek üzere olan Chelsea, etkili bir forvet peşinde koşarken bir yandan da savunma için seçenekleri çoğaltma peşindeydi. Önce Benfica’dan David Luiz ile anlaşan Abramovich, çok istediği Fernando Torres için ise transfer döneminin son dakikasına kadar pazarlık masasında oturdu. Nitekim istediğini 58 milyon € karşılığında da olsa almayı başardı Rus milyarder. O sezon 14 lig maçında yalnızca bir gol bulabilen Torres bugün hala Stamford Bridge’deki soru işaretlerini silebilmiş değil.


Torres’i dudak uçuklatan bir bedel karşılığında rakibine veren Liverpool, El Nino’nun gidişine hazırlıksız değildi elbette. Kulüp henüz birkaç ay önce el değiştirmişti ve artık başarılı olacak bir kadro kurmanın zamanı gelmişti. Torres için Abramovich’le kıyasıya pazarlık eden John Henry’nin yöneticileri, yan masada da Newcastle’dan Andy Carroll için uğraş veriyordu. Nitekim Chelsea cephesi ile el sıkışıldığı anda Carroll’a 41 milyon € saydı Liverpool. Hatta bu da yeterli görülmedi ve aynı gün içinde Ajax’tan Luis Suarez 26 milyon € karşılığında kırmızı formayı giydi. 31 Ocak 2011 tarihi her ne kadar futbolseverlere saha dışında heyecan fırtınası estirse de, bu üç golcü için de lanetli bir gün olarak hatırlanabilir. Torres o tarihten sonra ceza sahasındaki hünerlerini pek sergileyemezken, Carroll da düşük performansı sayesinde geçtiğimiz yaz West Ham’a kiralandı. Üçlünün arasındaki en verimli isim olan Suarez ise ırkçılık ve hakem kandırmaya yönelik hareketlerin gölgesinde Liverpool kariyerini sürdürüyor.


Papiss Cisse
Geçtiğimiz Ocak ayında Freiburg’tan Newcastle’a sessizce transfer olan Cisse, yeni kulübünde kısa sürede hatırı sayılır bir etki bırakacağından habersizdi. Siyah beyazlı forma ile sezonun ikinci yarısında çıktığı 14 maçta tam 13 gol atarken takımının ligi 5. sırada bitirmesine büyük yardımı dokundu Senegalli’nin. Newcastle’ın tüm sezonu 56 golle bitirdiğini düşünürsek, Cisse’nin dört aylık performansının bile büyük resme ne derece etki ettiğini anlayabiliriz. Özellikle Chelsea deplasmanında attığı sıra dışı gol, Petr Cech ve Roberto Di Matteo dahil taraflı tarafsız herkesi ayağa kaldırmıştı. Ne var ki Cisse’nin verimliliği şimdilik yaz öncesinde kalmış görünüyor zira Senegalli oyuncu, gol nöbetini vatandaşı Demba Ba’ya tekrar devretmiş durumda.

Her transfer döneminde olduğu gibi bu Ocak ayında da gazeteyi açtığımız anda türlü dedikodular okuyacağız. Başta Falcao ve Sneijder olmak üzere her gün bir sürü oyuncu çeşitli takımlara yakıştırılacak. Bu onlarca isimden muhtemelen çok azı Cantona, Vidic ve Evra gibi kalıcı etki bırakabilecek. Kimisi Anelka ve Vieri gibi belki de sadece forma koleksiyonuna katkı sağlasın diye imza atacak. Fakat bir gerçek var ki kesinlikle kimse Carroll ve Faubert’in seçtiği yola girmek istemeyecek.

Not: TamSaha dergisinin Ocak '13 sayısında yayımlanmıştır.

0 yorum:

Yorum Gönder

ShareThis

Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...