Futbol tarihinde aynı kök hücreden türeyip farklı dokulara dönüşen kulüplerin öyküsü her daim ilgi çekici oldu. Genellikle 20. yüzyılın başlarında vuku bulan bu ayrılıklar, oyun kültürü henüz emekleme aşamasında olduğu için o zamanlar pek ses getirmedi. Fakat İngiltere’nin Wimbledon şehrinde yaşananlar, futbolda hala çift yumurta ikizlerine yer olabileceğine dair bir işaret.
Taraftar kültürünü arkanıza almadan kulüp tarihini sahiplenebilir misiniz? İşte bu soru, 2 Aralık 2012 tarihinde Milton Keynes Dons ve AFC Wimbledon arasında oynanan Federasyon Kupası 2. Tur mücadelesinin temelini oluşturdu aslında. İngiliz medyasının en son ne zaman bir Birinci Lig ve İkinci Lig takımının karşıkaşmasına yer ayırdığını hatırlamak çok güç. Ne var ki o günkü maçın önemi, basit bir 90 dakikadan çok daha fazlaydı.
Wimbledon Derbisi
Yaklaşık 11 yıl önce Wimbledon FC yöneticileri, kulübü borçlarından arındırmak adına yeni gelir kapıları arıyordu. Bunun için son çare olarak kulübü 90 kilometre kuzeyde hızla gelişen bir bölge olan Milton Keynes’e taşımayı bile düşünüyorlardı. Böylece kulübün taraftar profiline daha yüksek gelirli kitleler katılacak, orta vadede Wibmledon FC de olumlu etkilenecekti. Amerikan spor kültüründe benzerine sıkça rastlanan bu fikir, kısa sürede federasyondan da destek gördü. Zira Milton Keynes, o gün itibariyle hiçbir profesyonel spor kulübüne sahip olmayan en büyük Avrupa kenti sıfatını taşıyordu ve sakinleri bunun eksikliğini iyiden iyiye hissediyordu. Kısacası taşınma planı hem Wimbledon FC, hem federasyon, hem de Milton Keynes kenti için verimli olacağa benziyordu.
Ne var ki bu planlar yapılırken taraftarların fikri fazlasıyla göz ardı edilmişti. Kulübü şartlar ne olursa olsun destekleyeceği tahmin edilen taraftarların büyük çoğunluğu plana karşı çıktı. Yönetim, maç oynandığı her haftasonu kuzeye ücretsiz feribot seferleri düzenleneceğini açıklasa bile taraftarlar geri adım atmadı. Taşınma planı 2002 yılında onaylandıktan sonra Wimbledon FC’nin bunu icraate geçirmesi bir yıldan fazla zaman almıştı. Fakat bu süre içinde kulüp, geleneksel taraftar desteğini çoktan kaybetmişti bile. Taşınmayla birlikte kulübün Wimbledon’la organik bağının kopacağını ve kültürel değerlerden uzaklaşacağını düşünen taraftarlar harekete geçmekte gecikmedi. Böylece bir kulübün asıl sahibi ve koruyucusunun taraftar olduğu vurgulanarak “Wimbledon”un başına “A Fans’s Club” (Bir Taraftar Kulübü) eklendi ve AFC Wimbledon doğmuş oldu.
AFC Wimbledon, sadık taraftarının kesintisiz desteği ile kısa sürede yeni bir stadyuma, idman sahasına, formalara, teknik adama ve oyunculara kavuşarak İngiliz futbol sisteminin en alt seviyesi olan dokuzuncu ligde küllerinden doğdu. Kulüp, kuruluşunu takip eden dokuz sezonda tam beş kez küme yükseldi ve nihayet İngiltere’deki dördüncü seviye küme olan İkinci Lig’e kadar yükseldi. Burada ikinci sezonunu geçiren AFC Wimbledon tafaftarının 90 km kuzeydeki akrabasına olan nefreti hiç dinmedi. Çünkü onlar, Wimbledon FC’nin mirasını kullanarak kendilerine ait olan lig kontenjanını haksız yere kullanmışlardı.
Milton Keynes’e taşındıktan sonra Wimbledon FC, kulübün bütün tarihini sahiplenmeye kalkıştı. Ne var ki o kültür, Wimbledon’da kalan taraftarlar olmadan yaşatılamazdı. Nitekim yöneticiler bunun farkına iki yıl sonra vardı ve çeşitli taraftar derneklerinden gelen tepkilere de dayanamayarak kulübün adını Milton Keynes Dons olarak değiştirmek zorunda kaldı. Zira yeni taraftar profiline artık yeni bir sayfa açmak gerekiyordu. Güneydeki eski dost AFC Wimbledon gibi en alt seviyeden başlamak zorunda kalmayan Milyon Keynes Dons, bir kez küme düşse de hemen toparlanmayı bildi ve üçüncü futbol kümesi olan Birinci Lig’de yer edindi.
Geçtiğimiz aya kadarki 10 yılda AFC Wimbledon ve MK Dons hiç karşı karşıya gelmedi. Bu maçı son dakika golüyle 2-1 MK Dons kazansa da, maç öncesindeki genel atmosfer bu skor kadar mütevazi değildi. AFC taraftarları rakibi tam bir hırsız olarak görüyor, teknik direktörü maçı kulübe yerine tribünlerden izlemeyi tercih ediyor, MK Dons cephesi ise rakibin ithamlarını yalan dolan olarak görüyordu. Nitekim ilk Wimbledon derbisi olaysız kapansa da, bu husumetin uzun vadede Manchester ve Merseyside derbilerini yakalaması büyük bir sürpriz olmayacak gibi görünüyor.
Ayrılıklar
Wimbledon derbisinin beslendiği bölünme, İngiliz futbolunda yerel bağlılığa dayanan taraftar kültürünün çoktan oturmuş olduğu yıllarda gerçekleşti. On yıl öncesine nazaran endüstrileşme yolunda fersahlarca yol almış bir ortamda, benzer bir kararın farklı ülkelerde ne gibi sonuçlar doğuracağı tartışılabilir. Fakat futbol tarihindeki önemli kulüp bölünmelerinin çoğu, bu yüzyılın henüz başlarındaki basit fikir ayrılıklarından ileri geliyor.
Bugün dünyanın en ateşli derbilerinen biri olarak görülen Flamengo – Fluminense karşılaşmasının kökeninde bu tarz bir çatlak yatıyor. 1895 yılında Rio de Janeiro‘nun yüksek sosyetesine mensup bir grup genç, Flamengo adı ile bir kürek kulübü kurmaya karar verir. Zira kürek o dönemde şehrin en elit sporu sayılmaktadır ve bu yolla gençler, sosyete kızlarının gözüne girebileceklerini düşünür. Bundan 7 yıl sonra, Avrupa’da eğitim almış ve İngiliz kültürünü benimsemiş bir başka genç elitist grup, Fluminense Futbol Kulübü’nü kurmaya karar verir. 1911 yılına gelindiğinde ise Fluminense kendi içindeki ilk ciddi görüş ayrılığını yaşar. Zira takım kaptanı Alberto Borgeth, aynı zamanda Flamengo’da kürek takımında da yer almaktadır. Bu durum Fluminense yönetimini rahatsız eder ama öte yandan takımın iskeletini oluşturan dokuz futbolcunun oyu Borgeth’ten yanadır. İki tarafın çözümsüzlüğü sonucu Borgeth önderliğindeki grup, şehrin diğer elitist topluluğu olan Flamengo’nun yolunu tutarak bu kulüpte futbol branşını kurar. Böylece Rio’da bir asrı geride bırakan bir rekabet doğmuş olur.
Brezilya’da bunların olduğu sırada İtalya’nın Milano kenti de başka bir fikir ayrılığına sahne olmaktadır. Yıl 1908 iken Milan Kriket ve Futbol Kulübü’nün henüz 10 sezonluk ülke futbol tarihinde üç şampiyonluk kupası bulunmaktadır. Fakat bir grup genç, kulüpteki İtalyan kökenli oyuncuların ağırlığından şikayetçidir ve bu durum o dönemde kolay kolay değiştirilemeyeceğinden ötürü ayrılık kaçınılmazdır. Internazionale adıyla kurulan yeni ekibin kapıları, yabancı oyunculara da İtalyanlar’a olduğu kadar açıktır. Hatta kulübün ilk kaptanı, bu anlayışı simgelercesine Hernst Manktl adlı bir İsviçreli olur. Bölünmeden sonraki ilk şampiyonluğu için Milan tam 43 yıl beklemek zorunda kalırken, bu süreçte ülkenin faşist bir anlayışla yönetildiği dönemde bile Inter tam 5 kez ligin zirvesine yerleşir.
Benzer yıllarda İspanya’daki kulüp bölünmesinin temelinde ilginç biçimde herhangi bir fikir çatışması yatmaz. 1903 baharında Madrid’te yaşayan bir grup Bask, çok sevdikleri Athletic Bilbao’nun genç takımı hüviyetindeki bir kulübü başkentte kurmak ister. Athletic Club de Madrid adıyla anılan yeni ekip, ilk yıllarında tıpkı Bilbao’daki abileri gibi mavi beyaz çizgili formalar giyer. Fakat 1911’e gelindiğinde forma rengi bir anda kırmızı beyaza döner. Bu ani değişime dair ilk rivayete göre o dönemde kırmızı beyazlı kumaş, forma yapımında kullanılabilecek en ucuz malzemedir. Çünkü bu kumaşla aynı zamanda yorgan da dikilmektedir ve artakalan malzemeler kolayca formaya dönüştürülebilir. İkinci senaryoya göre ise hem Bilbao hem de Madrid ekibi o zamanlar İngiltere’den satın aldıkları mavi beyaz Blackburn Rovers formalarıyla maça çıkar. Fakat Madrid’ten Juanito Elorduy, İngiltere’ye bir sonraki gidişinde Blackburn forması bulamaz ve eli boş dönmektense kırmızı beyazlı Southampton forması alır! Böylece altta mavi renkli Blackburn şortu ve üstte kırmızı beyazlı Southampton forması ile Atletico Madrid, “yorgancılar” lakabıyla bugünkü halini alır.
Merseyside Bölünürken
İngiltere’nin en köklü rekabetlerinden biri olan Liverpool – Everton çekişmesinin mayasında yine birbirinden ayrılan iki kulübün husumeti var. Fakat Merseyside’taki bölünmenin sebebi Rio de Janeiro, Milano veya Madrid’teki kadar basit değil. İlk etapta Anfield’ta faaliyet gösteren tek futbol takımı Everton idi ve kulüp, bu stadı kullanma karşılığında yerel bir hastaneye düzenli bağış yapıyordu. Fakat başkan John Houlding bir yıl sonra bu arsayı satın aldığında Everton kendi başkanına kira öder hale geldi.
Kira bedelinin zamanla yıllık 100 £’den 250 £’e, Everton tribünleri doldukça da 370 £’e fırlaması kulüp yönetimini iyiden iyiye rahatsız etti. Houlding’in sahibi olduğu arsada Everton’ın popülaritesini kullanarak başta alkol olmak üzere çeşitli ürün satışını kulüpten bağımsız olarak gelire dönüştürmesi de ayrı bir tartışma konusuydu. Ayrıca Houlding Everton hisselerinin birkaç kişilik azınlığın elinde kalması gerektiğini düşünürken, yönetimin geri kalanı bunu daha geniş kitlelere yayma taraftarıydı.
Bu derin fikir ayrılıkları elbette sonuçsuz kalmadı. Everton yönetimi, Houlding’le bu işin yürümeyeceğini öngörerek kulübü Goodison Park’a taşıma kararı aldı. Taraftarlar için 5000 adet hisse senedi çıkarıldı ve yönetim kulübün sadece %6’lık kısmına sahip oldu. Houlding ise bu çatlak kırığa dönüştükten sonra Anfield’ta Everton Athletic adlı yeni bir kulüp kurdu ve Everton’ın ligdeki yerini kendisinin hak ettiği konusunda federasyona şikayette bulundu. Bu kabul görmediği gibi kulübün ismi de benzerlikten ötürü onaylanmadı. Böylece Anfield’ın yeni sahibinin adı Liverpool FC olarak son kez değişti. Houlding’in başındaki yönetim, Everton’ın aksine kulüp hisselerinin %52’sine sahip durumdaydı ama elde henüz bir futbol takımı yoktu! Alelacele İskoçya’ya bir çıkarma yapıldı ve 13 profesyonel oyuncuyla sözleşme imzalandıktan sonra Anfield tekrar futbolla tanıştı.
Futboldaki ticarî metalaşmanın zirveye tırmandığı bir zamanda Wimbledon’da yaşananları görmek bir yandan sevindirici. Bu şekilde tüm futbolseverler en azından bir kulübün kültürel mirasını yaşatabilecek yegâne unsurun taraftar olduğunu hatırlayabiliyor. Taraftar aidiyetinin oturmadığı yıllarda benzer bölünmeleri yaşayan Liverpool, Rio de Janeiro ve Milano şehirleri bugün oldukça köklü ve tarihî derbilere sahne oluyor. Wimbledon da benzer yollarda emekliyor ve belki de İngiltere, aynı yumurtadan çıkan ikizlerin oluşturduğu yeni bir futbol derbisine doğru gidiyor.
Not: TamSaha dergisinin Ocak '13 sayısında yayımlanmıştır.
0 yorum:
Yorum Gönder