Subscribe Twitter Twitter

9 Aralık 2012

İpin Ucundaki Menajerler



Sonbaharın kışa çevirdiği bu mevsimde her teknik adam çam yaprağı gibi yeşil kalamıyor. Kimi eski diriliğinden uzakta, kimi de sararmış ve dalından kopmayı bekler halde. Bazısı ise çoktan kuruyup yere düşmüş, yerine yenisi çıkmış bile. Yılın son ayı, mevsimin şartlarına daha fazla ayak uyduramayıp yerinden olmayı ‘bekleyen’ teknik adamların kaderini belirleyecek.

Bir kulüp başkanındaki sabırsızlığın zirveye vurduğu andır Kasım ve Aralık ayları. Benzer biçimde bunu bir teknik adamdaki zaafların en çok göze battığı dönem olarak da tanımlayabiliriz. Zira ligin devre arasına birkaç hafta kalmıştır ve Avrupa kupalarının kırılma noktaları olan grup aşamaları da bitmek üzeredir. Nitekim sezon başında “çiçeği burnunda” sıfatı ile karşılanan teknik adam, bu mevsimde kolaylıkla “eli kulağında” olarak da anılabilir. Veya bir önceki sezonda ordunun sürpriz ve başarılı komutanı konumundaki lider, bu sezon sıradan bir çavuş kadar saygı görmemeye başlar. Bazıları için de bir süredir üzerine titrediği ekibini terk edip onu yeni ellere bırakma vakti gelmiştir sadece.

Hayal Kırıklıkları
Her yeni sezon, taze umutları beraberinde getirir. Kimileri için bu heyecan bir kat daha fazla yaşanır zira takımın başına gelen yeni teknik adam, kulübü özlenen günlere taşımak adına yeni bir ümittir. Veya geçen sezon ortasında göreve gelerek taraftarın ağzına bal çalmış ve beklentiyi yükseltmiştir. Fakat bu beklentiler o kadar büyüyebilir ki; yönetmenden bol aksiyonlu bir bilim kurgu filmi bekleyen izleyiciler, konu drama döndüğünde hayal kırıklığına uğrar. Tıpkı Brendan Rodgers yönetimindeki Liverpool’da görüldüğü gibi…

Brendan Rodgers'ın Anfield'taki ilk sezonu beklentilerin çok altında

Kulüp sahibi John Henry, Kenny Dalglish’ten boşalan koltuk için sezon başında epeyce uzun düşünmüştü. Andre Vilas Boas’tan Roberto Martinez’e kadar gelişim vaad eden ve bunu takıma da yansıtabilecek profiller üzerinde durulmuştu. Nitekim benzer kimlik taşıyan Brendan Rodgers takımın başına geçti fakat Anfield tribünleri henüz beklenen gelişmeyi görebilmekten çok uzak. 2008/09 sezonunda Rafael Benitez ile yaşanan lig ikinciliğinin ardından iyiden iyiye bir orta sıra takımı olmaya alışan Liverpool, bu nahoş gidişatı hâlâ durduracak gibi görünmüyor. Rodgers’ın kalıcı olabilmesi için en azından önümüzdeki sezon için ikna edici bir oyun tarzı yerleştirebilmesi gerek.

 Premier Lig’de Rodgers’tan daha büyük bir hayal kırıklığı adayına adres olarak rahatça Mark Hughes gösterilebilir. Geçtiğimiz Ocak ayında aldığı ve ligde tutmayı başardığı QPR, bu sezona Mbia, Granero, Julio Cesar, Bosingwa, Park Ji Sung ve Fabio gibi takımı bir adım öteye götürebilecek oyuncularla başlasa da Hughes’un ekibi ligin dibine demir attı. 12 hafta sonunda galibiyet bile göremeyen Hughes, Di Matteo kovulduktan sonra StanJames adlı bahis sitesinde 2’ye 5 ile Premier Lig’de görevine son verilmesi en muhtemel teknik adam olarak gösteriliyordu. Nitekim sitede ona oynayanlar kazançlı çıktı ve Hughes sezonun 13. haftasını göremeden yerini Harry Redknapp’e devretti.

Mark Hughes QPR başında belki de Premier Lig tarihinin en büyük hayal kırıklıklarından oldu.

Mark Hughes gibi lige oldukça kötü başlamıştı Wolfsburg’un başındaki Felix Magath. Geçen sezon transfere harcanan 50 milyon €’dan fazla paranın karşılığı, sekiz maçta beş puandan çok daha fazla olmalıydı. Üstelik bunların son dördünde takım hiç gol atamayıp sıfır puan toplayınca Magath erkenden koltuğundan oldu.  Ukrayna’da ise Shakhtar’ın üstünlüğünü kırma misyonuyla Dinamo Kiev’in başına geçen Oleg Blokhin, bunun için rakibinin en formda olduğu sezonu seçince baltayı taşa vurdu. Lucescu’nun ekibi o derece rakipsiz durumda ki, sezona 34 milyon €’luk transfer harcamasıyla giren Dinamo Kiev efsanesi Blokhin’in bile görevi tam anlamıyla güvende değil.

Yetemeyenler
Manchester City’nin başındayken Mark Hughes, kulübün yeni sahiplerinin kısa sürede şampiyonluk beklentisine uymadığı için beklenmedik anda görevinden alınmıştı. Kamuoyu genelinde bu hareket, Hughes’a yapılmış bir haksızlık olarak görülse de yerine gelen Roberto Mancini, takımı beklenenden önce şampiyonluğa taşıdı. Ne var ki Hughes’un koltuğuna mâl olan sabırsızlık, Şampiyonlar Ligi’ndeki başarısızlığı yüzünden bu kez onun başına da gelebilir. Ölüm grubuna düşmüş olsa bile kimse Mancini’den bu kadar kolay elenmesini beklemiyordu. Nitekim Mark Hughes’un kovulmasının ardından StanJames’in listesinde zirveye yerleşen isim de kaderin bir cilvesi olarak Roberto Mancini’nin ta kendisi.

Abramovich'in gözüne girebilmek için Şampiyonlar Ligi kupası bile yeterli değil.

Birçok teknik adamın rüyasında bile göremeyeceği güzellikte bir dönem geçirmişti Guardiola. Henüz ilk deneyiminde kupaları sıraya dizmesi, Avrupa genelinde kulübün içinden çıkmış genç bir ismi takımın başına getirme furyasını doğurdu. Birçok takım bu hamlesinde sınıfta kaldı ve Guardiola dinlenmek üzere bir sezonluğuna ABD’ye gittiğinde bu kez kendisiyle anlaşmak üzere sıraya girdi. Bugün Mancini’nin alternatifi olarak ilk sırada Guardiola’nın yer alması hiç şaşırtıcı değil. Tıpkı sezon başında Chelsea’de olduğu gibi… Geçici olarak takımın başına geçen Di Matteo, Mayıs ayında Şampiyonlar Ligi’ni kazanmasına rağmen Abramovich’in gözüne girememişti. Yorgun Guardiola ile anlaşılamaması ve oyuncuların yoğun isteği üzerine Di Matteo ile yola devam edildi. Fakat İtalyan teknik adam, Şampiyonlar Ligi’nin son şampiyonu sıfatıyla grup aşamasını geçemeyen ilk çalıştırıcı unvanını alınca Abramovich’in pamuk ipliğine bağlı sabrı yine taştı. Guardiola’nın gölgesinde göreve başlayan Di Matteo, yine onun ismi zikredilerek gönderildi.

Massimiliano Allegri’nin şampiyonlukla sonlanan Milan’daki ilk sezonu İtalyan teknik adam için fazlasıyla başarılıydı. Geçtiğimiz sezon harika bir Juventus’un ardından lig ikincisi olsa da, bu yaz takımın neredeyse yarısı ekonomik sebeplerle gönderilince Allegri’nin eli çok zayıfladı. Dolayısıyla bu sezonki performansı için Allegri’yi eleştirmek biraz acımasız olabilir. Fakat Guardiola’yı ikna etmek için yanıp tutuşan kulüp başkanlarından Adriano Galliani, ligi ilk üçte bitirmesi bile şüpheli görünen Milan’a yeni bir çalıştırıcı aramakta gecikmeyecektir.

"İdare et oğlum n'apalım, elde avuçta para yok!"

Misyonunu Bitirenler
Şili’yi çalıştırdığı dönemde Marcelo Bielsa özellikle 2010 Dünya Kupası sayesinde kendini tüm futbol takipçilerine sevdirdi. Adını olsa olsa 3-3-1-3 olarak koyabileceğimiz, oldukça akıcı ve esnek olduğu kadar yenilikçi bir sistem uygulayarak takımını ikinci tura yükseltmişti Bielsa. Benzer bir atılımı geçtiğimiz sezon Atlhletic Bilbao’ya yaşatan Arjantinli teknik adam, kulübü Avrupa Ligi ve Copa del Rey finallerine çıkararak tarihî bir başarı elde etti. Kulüp yönetimiyle yaşadığı sorunları da düşünürsek, içinde bulunduğumuz sezon bu iki kupadaki gidişat Bielsa’nın kaderini belirleyecek. Zira Bilbao, henüz La Liga’da küme düşme potasından pek de uzaklaşabilmiş değil.

Rudi Garcia, Lille’i 57 yıl aradan sonra Ligue 1’ın zirvesine taşıdığında elinde özenle yetiştirilmiş ve imrenilen bir kadro vardı. 2011 Mayıs’ında şampiyonluk kupası kaldırıldıktan hemen sonra yaprak dökümü gecikmedi. Çekirdek kadrosundan Gervinho, Cabaye, Rami ve Sow gibi oyuncular eksilen Garcia’nın elinde yıldızı parlayan oyuncu olarak sadece Eden Hazard kaldı. Bu kadar önemli bir oyuncu havuzu bir anda kaybedilmeseydi, Lille geçtiğimiz sezon Şampiyonlar Ligi grubunu son sırada tamamlamayabilirdi. Bu yaz Hazard da yuvadan uçunca Garcia’nın takımı Devler Ligi’nde aynı kaderi yaşamanın yanı sıra ligde de iddiasını günden güne kaybediyor.

Guidolin daha ne yapsın?

Francesco Guidolin’in Udinese’deki iki sezonu beklentilerin çok ötesinde geçti. Ligi önce dördüncü, sonra da üçüncü sırada bitiren Udinese, her iki seferde de Şampiyonlar Ligi ön elemesini geçmeyi başaramadı. Ağustos ayında Braga ile oynanan eleme maçı öncesi Guidolin tam da bundan şikayet ediyordu. Eğer bu kez de Devler Ligi’ne katılamazsa, bir daha bunun hiç olamayacağını savunuyordu zira Alexis Sanchez, Zapata, Gökhan İnler, Kwando Asamoah, Handanovic ve Mauricio Isla gibi kayıpların yerinin dolmayacağının farkındaydı. Ayrıca son üç sezondur Serie A gibi bir ligde 23 golün altına düşmeyen Di Natale de artık 35’ine merdiven dayamıştı. Bu şartlar altında mucize yaratamayacağını açıkladı Guidolin. Son iki sezondur hiç alışık olmadığı üzere Serie A’nın orta sıralarında dolaşan takımı Avrupa Ligi’nden de elendi. Kısacası Udinese’de kariyerine sınıf atlatan Guidolin, bu sıçrayışını artık daha büyük hedefleri olan bir kulüpte devam ettirmek isteyebilir.

Oscar Tabarez’in bir seyyah edasındaki teknik direktörlük kariyeri, son 6 yıldır Uruguay ile zirveye çıkmış gibi görünüyor. 2007 Copa America dördündülüğü ile başlayan, 2010 Dünya Kupası dördüncülüğü ile iyice değer kazanan, 2011 Copa America şampiyonluğu ile taçlanan bir başarı hikâyesi var Tabarez’in. Bu ivme 2014 Dünya Kupası ile devam edebilir ama önce Uruguay’ın eleme grubunu geçebilmesi gerek. Gruptaki son dört maçından yalnızca bir puan çıkararak iyi başladığı bir seriyi riske sokmaya başlamış durumda Uruguay. Tabarez her ne kadar hâlâ güvenilir bir konumda olsa da Mart ayındaki Şili ve Paraguay maçları onun kaderinde belirleyici rol oynayacak. Zira dünya kupası elemelerinde en ufak bir kaybın bile telafisini zorken kaliteli Uruguay kadrosuna yeni teknik adam dopingi düşünülebilir.

Tabarez'e yeni bir başlangıç mı lazım?

Futbol dünyasında dedikodusu en çok dönen ve ilgi çeken konu oyuncu transferleriyse, onun ardından uğruna bahisler düzenlenen teknik adam değişimleri gelir. Kimi zaman takıma yeni bir soluk getirsin diye anlaşılan teknik adamlar beklentileri karşılayamazken, bazen de havale geçirmekte olan bir ekibe sunî teneffüs yapması için göreve gelenler bir anda takımı ayağa kaldırabiliyor. Ancak sunî teneffüsü iyi beceren teknik adamdan artık takımı koşturması beklenince yeni bir hayal kırıklığı doğabiliyor. Öte yandan New York’ta hayatın tadını çıkaran Guardiola’nın varlığı, bir zamanlar onun giydiği takım elbiseyi başka genç teknik adamlara giydirmeye çalışıp başaramayan kulüpler için cazibesini fazlasıyla koruyor. Ayağı tökezleyen her çalıştırıcının adı birkaç ay daha onunla kıyaslanacak gibi görünüyor. Bielsa ve Tabarez’in başı çektiği misyoner teknik adamlar ise son yıllardaki ivmelerini artık yavaş yavaş başka maceralarda korumayı düşünebilir. En nihayetinde Şampiyonlar Ligi’ni kazanan bir menajerin bile yerinin garanti olmadığı bir ortamda hiçbir ayrılık şaşırtıcı olmamalı.

Not: TamSaha dergisinin Aralık 2012 sayısında yayımlanmıştır.

0 yorum:

Yorum Gönder

ShareThis

Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...