Önce Rus, sonra Amerikan furyası derken Premier Lig’de şimdi de Arap sermayesinin rüzgarı esiyor. “Trilyon dolarlık adam” sıfatıyla 2008 Ağustos’unda Manchester City’yi himayesi altına alan Şeyh Mansur, dördüncü sezonuna başlarken kararlılığından hiçbir şey kaybetmiş değil.
Tek bir kupa bile görmeden geçen 35 yıl, kendini büyük bir takımın taraftarı olarak algılayanlar için hayalkırıklığından öte bir durum. 1976 yılındaki Lig Kupası zaferinden sonra Manchester’ın mavi tarafında adeta zaman durmuş gibiydi. Başarıdan oldukça uzak, hatta birinci ve ikinci lig arasında düşe kalka geçen bu yıllar sonucunda taraftarın ümitli olmak için hatırı sayılır sebebi yoktu. Hatta ezeli rakip Manchester United tribünlerinde City’nin kupasız geçen yıllarını sayan ünlü bir pankart bile baş göstermişti! Tüm bu karamsarlığı dağıtacak kişi ise, 2008 yazında ani bir operasyonla kulübü satın alan Şeyh Mansur’dan başkası değildi.
Manchester City’yle futbol tarihinin en büyük değişim hikayelerinden birini yazmak üzere kolları sıvayan Şeyh Mansur’un doğuşu da benzer bir döneme rastlıyor. 1970’te dünyaya gözlerini açtığında Abu Dabi sınırlarında petrol bulunalı henüz 12 yıl geçmişti. Şeyh Mansur bir yaşını doldurduğunda ise babası Birleşik Arap Emirlikleri’ni (BAE) kurarak bölgede birliği sağlamıştı. Böylece başlıca geçim kaynağı deve yetiştiriciliği ve inci avcılığı olan bölge halkı, kısa sürede petrol zengini bir ülkeye dönüşüveriyordu. Öyle ki, bir varil petrolün fiyatında meydana gelen sadece 1 $’lık artış, BAE’nin kasasına günde fazladan bir 500 milyon $ ekleyebiliyordu. Şeyh Mansur ise Abu Dabi Emirliği’ndeki politik rolü sayesinde 15 milyar €’yu bulan bir kişisel servet edinmekte çok gecikmiyordu.
2008 ve Sonrası
Kimse ne olduğunu bile anlamadan gerçekleşen bir el değiştirme operasyonu sonucu City’nin başına geçen Şeyh Mansur, adeta “ben geldim” diye bağırırcasına bir hamlede bulundu. O günlerde Real Madrid’ten ayrılmak için her şeyi deneyen Robinho’yu Chelsea’nin avucunun içinden alarak 43 milyon €’luk rekor bir bedelle kadrosuna kattı. Transfer döneminin bitimine dakikalar kala gerçekleşen bu anlaşma, sonraki yıllar için çorap söküğünün başlangıcı olarak algılandı. Nitekim bu tarz transferlerin ardı da geldi ancak Şeyh Mansur’un şimdiye dek City’ye kazandırdığı tek şey pahalı oyuncular değil.
2010 yılının Mart ayına gelindiğinde Manchester City yönetimi, şehir konseyi ile yaptığı görüşmeler sonrasında kulübe önemli bir katkı daha sağladı. Eastlands’te yer alan City of Manchester Stadı’nın etrafındaki boş arazileri değerlendirme hakkı, Etihad Havayolları’nın sponsorluğu altında kulübe devrediliyordu. Bu şekilde stadın etrafında Etihad Kampüsü adlı bir kompleksin kurulması ve Carrington’daki idman sahalarının Milanello tesisleri örnek alınarak buraya taşınması da kararlaştırıldı. Halen devam eden çalışmalar sonucu City of Manchester Stadı’nın kapasitesinde de artışa gidilebilir.
Son haftalarda transferler haricinde Manchester City’yle ilgili en çok tartışılan olay, Etihad Havayolları ile yenilenen ticari işbirliğiydi. Kulübe 10 yılda tam 400 milyon £ gelir sağalayacak olan bu anlaşma, futbol tarihinde bugüne dek yapılmış en kârlı el sıkışma operasyonu olma niteliği taşıyor. Özetle yıllık 40 milyon £’luk kazancın 20’si forma reklamına ait olurken, 10 milyon £’luk kısmı da City of Manchester Stadı’nın isim hakkına karşılık olacak. Kalan 10 milyon £ ise Etihad Kampüsü’nün sponsorluğundan gelecek. Benzer bir anlaşma sonucu Arsenal’in Emirates’ten 15 yıllığına 90 milyon £ kopardığını düşünürsek, Şeyh Mansur’un anlaşmasının kârlı olduğu kadar şüphe uyandırdığını da varsayabiliriz. Sonuçta Etihad Havayolları Abu Dabi hükümetinin kontrolü altındaki bir şirket olduğu için malum anlaşmanın UEFA Finansal Fair Play’in incelemesi altına gireceği kesin gibi.
Göreve gelir gelmez Robinho, Jo, de Jong ve daha birçok yıldız isim için bir anda 138 milyon £’u gözden çıkarmıştı Şeyh Mansur. Zira tüm dünyanın boğuştuğu ekonomik kriz petrol fiyatlarını ve haliyle Manchester City’nin transfer bütçesini yükseltmişti. Elde edilen lig 10.luğu, sonraki yaz yine 130 milyon £’u bulan bir harcamaya yol açacaktı. Tevez, Adebayor, Barry ve Kolo Toure gibilerinin katkısıyla kadroda derinlik sağlanıyordu. Daha ilk devre bitmeden menajer değişikliğine gidilen sezon 5. sırada tamamlanınca 2010 yazı yine hareketli geçti. Yaya Toure, Balotelli, David Silva ve James Milner ile City artık bir yıldızlar topluluğunu andırıyordu. Nitekim Mancini’nin de çabaları sonucu sezon 3.lükle sonuçlandı ve takım Şampiyonlar Ligi biletine uzanmayı bildi. Bu arenayı süsleyecek son yıldızlar ise Kun Agüero ve Samir Nasri olacaktı.
Para Dengeleri
Manchester City’nin gelir & gider tablosuna baktığımız zaman böylesine büyük ve kökten yatırımlar yapmanın nasıl bir bedeli olabileceğini yakından görebiliriz. Avrupa’daki tüm futbol kulüpleri, bu sezonu da içine alacak şekilde 2013/14’ten itibaren uygulanmaya başlayacak Finansal Fair Play’e uyum sağlamak için önemli çaba harcıyor. Bu süreçte en çok göze batan ve harcadığı her kuruş incelenen kulüp ise şüphesiz Şeyh Mansur’un City’si olacak.
2006’dan bu yana Manchester City’nin finansal tablosu incelendiğinde bu 5 sezonluk dönemi ikiye ayırmak mümkün: Şeyh Mansur öncesi ve sonrası. Göreve geldiğinde 82,4 milyon £’luk gelir elde eden bir kulüp söz konusuyken, sonraki iki sezonda bu rakam tam %51 artarak 125 milyon £’a yükseldi. Özellikle Arap sermayesini takiben kulübe akın eden sponsorlar, ticari gelirleri sadece bir sezonda ikiye katlamaya yetti. Maç günü gelirleri kayda değer bir artış göstermese de stadyum kapasitesinin 47 binden 60 bine yükseltilmesi planlanıyor. Bu da malum kalemde yüzde 35 civarında bir artış anlamına geliyor. Ayrıca bu sezon ve muhtemelen sonrakilerde Şampiyonlar Ligi’ne kalındığını da hesaba katarsak her üç gelir kaleminin de geleceğini parlak görebiliriz. Yine de komşu United’ın yılda 286 milyon £ ile neredeyse City’nin iki katı kazanması, halen alınacak fersah fersah yolun olduğunu gösteriyor.
Manchester’ın mavi yarısında finansal tablonun en çok karardığı nokta şüphesiz ki gider kalemleri. Özellikle yüksek oyuncu ve personel ücretleri, Şeyh Mansur ve ekibinin derin cebini yormasa bile Finansal Fair Play’e uyumluluk açısından oldukça kritik. Malum ücretlerin ciroya oranına dair UEFA’nın tüm kulüplere önerdiği üst limit %70. Şeyh Mansur’un dümeni devraldığı 2008 yılında Manchester City’de bu oran %66 iken, sonraki iki sezonda sırasıyla %95’e ve %107’ye yükseldi. Diğer bir deyişle 2009/10 sezonunda Manchester City’nin sadece oyuncu ve personel ücretleri bile gelirlerini geride bırakmış durumda. Hatta durmak bilmeyen yıldız transferleri bu kalemi önümüzdeki sezonlarda da şişirmeye devam edecektir. Son olarak benzer bir mantığı, ödenen bonservis bedellerinin finansal dili olan futbolcu amortismanları için de kurabiliriz.
Finansal Fair Play kuralları gereği kulüpler,2013/14 sezonunda ve sonrakinde en fazla 45 milyon €’ya kadar zarar yazabilecek. 2015/16 itibariyle üç sezon boyunca bu limit 30 milyon €’ya düşecek ve 2018/19’da hiçbir kulüp zarar gösteremeyecek. Yani 2010’da 121 milyon £ kaybeden Manchester City’nin işi sahada olduğu kadar muhasebe departmanında da zor. Büyük bir hızla artan sponsor gelirlerinin yanında Şampiyonlar Ligi’ne düzenli katılımın sağlanması, City’nin kasasını gelecekte rahatça doldurabilir. Fakat kadrodaki fazla oyuncular elden çıkarılmadığı ve pahalı transferler devam ettiği sürece giderler tehlike arz etmeye devam edecektir.
Kırmızı mı, Mavi mi?
Pahalı transferler, sonsuz gibi görünen para muslukları, art arda yatırımlar derken Manchester City, kentteki ezeli rakibi Manchester United’ı uzun zaman sonra tekrar ciddi anlamda zorlamaya aday. Kulübü adeta borç batağına sürükleyen Glazer’ların United’ına karşı City’nin en büyük fırsatı, aile serveti 1 trilyon $’ı bulan birinin himayesinde bulunuyor olması. Finansal Fair Play bu avantajı yok edene dek City’nin başka birçok dalda rekabete ayak uydurması gerek. Peki bu ne kadar mümkün?
Her şeyden önce United’ın köklü tarihinden aldığı gücü ve motivasyonu City’de daha çok uzun bir süre göremeyeceğimizi hatırlatmak gerek. Nitekim Mavililer’in her maçında tribünde yerini alan bir Bobby Charlton’ı, hayatının üçte birinden fazlasını kulübüne vermiş bir Alex Ferguson’ı veya 14 yaşından beri sahada kırmızı formayı giyen bir Ryan Giggs’i yok. Ayrıca geçtiğimiz ayın başında oynan Community Shield finalinde United’ın gençlerinin City’li yıldızları nasıl şaşkına çevirdiği halen akıllarda. Son zamanlarda City de altyapıya yönelik atılımlarda bulunsa da; Paul Scholes, David Beckham, Ryan Giggs, Gary Neville gibi dünya yıldızlarını sistemli biçimde yetiştirebilmesi zaman alacak. Kısacası City’nin her ne kadar parasal üstünlüğü olsa da, United’ın tarihini ve tecrübesini başarıya dönüştürmedeki ustalığı kolayca baş edilebilecek cinsten değil.
Tüm zorluklara rağmen City’nin sahip olduğu sermaye, doğru yönetildiği sürece Manchester United ile kafa kafaya baş etmenin yolunu açabilir. Tevez, Yaya Toure ve David Silva gibilerinin şimdiden iz bırakması ve Agüero ile Nasri gibi birinci sınıf oyuncuların takıma katılması, kulübü şimdiden elitler kategorisine soktu bile. Roberto Mancini veya bir başkasıyla uzun vadeli istikrarın yakalanması, maddi güçle birleşince kupalara açılan kapının anahtarı olabilir. Elbette Ferguson’ın 26 yıllık kariyeri ve United’ın 19 Premier Lig kupası, City için çok uzak hayaller. Ancak tam bir spor tutkunu olan Şeyh Mansur’u hedefinden saptıracak kadar da imkansız değil.
Sonuç olarak Şeyh Mansur’un Manchester City projesini başarıya dönüştürmesi zaman alacak. Arap işadamının 1 trilyon $’lık aile serveti, işleri olduğundan çok daha kolay gösterebilir. Ancak Platini’nin Finansal Fair Play’i, kulübün hemen üstünde tam anlamıyla bir ‘Fransız giyotini’ gibi sallanıyor. Ayrıca şehrin diğer yanında Manchester United gibi bir fenomen kulübün bulunması, City üzerindeki acil başarı dürtüsünü bir kat daha artırıyor. Tabii bir de ne olursa olsun topun her daim yuvarlak olduğunu, dolayısıyla futbola yapılan her yatırımın kazanç garantisi olmadığını unutmamak gerek.
Not: TamSaha dergisinin Ekim sayısında yayımlanmıştır.
1 yorum:
Güzel bi yazı olmuş kaleminize sağlık
Yorum Gönder