Subscribe Twitter Twitter

28 Aralık 2012

2012'de Futbol Özeti

11 Aralık 2012

Guardiola: 2008-2012


Bu videoyu da izledikten sonra Guardiola bir daha hiç teknik direktörlük yapmasın istiyorum. O 4 yıllık dönem dursun öyle bir köşede, biz de ara sıra dönüp bakıp tekrar hatırlayalım..

9 Aralık 2012

İpin Ucundaki Menajerler



Sonbaharın kışa çevirdiği bu mevsimde her teknik adam çam yaprağı gibi yeşil kalamıyor. Kimi eski diriliğinden uzakta, kimi de sararmış ve dalından kopmayı bekler halde. Bazısı ise çoktan kuruyup yere düşmüş, yerine yenisi çıkmış bile. Yılın son ayı, mevsimin şartlarına daha fazla ayak uyduramayıp yerinden olmayı ‘bekleyen’ teknik adamların kaderini belirleyecek.

Bir kulüp başkanındaki sabırsızlığın zirveye vurduğu andır Kasım ve Aralık ayları. Benzer biçimde bunu bir teknik adamdaki zaafların en çok göze battığı dönem olarak da tanımlayabiliriz. Zira ligin devre arasına birkaç hafta kalmıştır ve Avrupa kupalarının kırılma noktaları olan grup aşamaları da bitmek üzeredir. Nitekim sezon başında “çiçeği burnunda” sıfatı ile karşılanan teknik adam, bu mevsimde kolaylıkla “eli kulağında” olarak da anılabilir. Veya bir önceki sezonda ordunun sürpriz ve başarılı komutanı konumundaki lider, bu sezon sıradan bir çavuş kadar saygı görmemeye başlar. Bazıları için de bir süredir üzerine titrediği ekibini terk edip onu yeni ellere bırakma vakti gelmiştir sadece.

Hayal Kırıklıkları
Her yeni sezon, taze umutları beraberinde getirir. Kimileri için bu heyecan bir kat daha fazla yaşanır zira takımın başına gelen yeni teknik adam, kulübü özlenen günlere taşımak adına yeni bir ümittir. Veya geçen sezon ortasında göreve gelerek taraftarın ağzına bal çalmış ve beklentiyi yükseltmiştir. Fakat bu beklentiler o kadar büyüyebilir ki; yönetmenden bol aksiyonlu bir bilim kurgu filmi bekleyen izleyiciler, konu drama döndüğünde hayal kırıklığına uğrar. Tıpkı Brendan Rodgers yönetimindeki Liverpool’da görüldüğü gibi…

Brendan Rodgers'ın Anfield'taki ilk sezonu beklentilerin çok altında

Kulüp sahibi John Henry, Kenny Dalglish’ten boşalan koltuk için sezon başında epeyce uzun düşünmüştü. Andre Vilas Boas’tan Roberto Martinez’e kadar gelişim vaad eden ve bunu takıma da yansıtabilecek profiller üzerinde durulmuştu. Nitekim benzer kimlik taşıyan Brendan Rodgers takımın başına geçti fakat Anfield tribünleri henüz beklenen gelişmeyi görebilmekten çok uzak. 2008/09 sezonunda Rafael Benitez ile yaşanan lig ikinciliğinin ardından iyiden iyiye bir orta sıra takımı olmaya alışan Liverpool, bu nahoş gidişatı hâlâ durduracak gibi görünmüyor. Rodgers’ın kalıcı olabilmesi için en azından önümüzdeki sezon için ikna edici bir oyun tarzı yerleştirebilmesi gerek.

 Premier Lig’de Rodgers’tan daha büyük bir hayal kırıklığı adayına adres olarak rahatça Mark Hughes gösterilebilir. Geçtiğimiz Ocak ayında aldığı ve ligde tutmayı başardığı QPR, bu sezona Mbia, Granero, Julio Cesar, Bosingwa, Park Ji Sung ve Fabio gibi takımı bir adım öteye götürebilecek oyuncularla başlasa da Hughes’un ekibi ligin dibine demir attı. 12 hafta sonunda galibiyet bile göremeyen Hughes, Di Matteo kovulduktan sonra StanJames adlı bahis sitesinde 2’ye 5 ile Premier Lig’de görevine son verilmesi en muhtemel teknik adam olarak gösteriliyordu. Nitekim sitede ona oynayanlar kazançlı çıktı ve Hughes sezonun 13. haftasını göremeden yerini Harry Redknapp’e devretti.

Mark Hughes QPR başında belki de Premier Lig tarihinin en büyük hayal kırıklıklarından oldu.

Mark Hughes gibi lige oldukça kötü başlamıştı Wolfsburg’un başındaki Felix Magath. Geçen sezon transfere harcanan 50 milyon €’dan fazla paranın karşılığı, sekiz maçta beş puandan çok daha fazla olmalıydı. Üstelik bunların son dördünde takım hiç gol atamayıp sıfır puan toplayınca Magath erkenden koltuğundan oldu.  Ukrayna’da ise Shakhtar’ın üstünlüğünü kırma misyonuyla Dinamo Kiev’in başına geçen Oleg Blokhin, bunun için rakibinin en formda olduğu sezonu seçince baltayı taşa vurdu. Lucescu’nun ekibi o derece rakipsiz durumda ki, sezona 34 milyon €’luk transfer harcamasıyla giren Dinamo Kiev efsanesi Blokhin’in bile görevi tam anlamıyla güvende değil.

Yetemeyenler
Manchester City’nin başındayken Mark Hughes, kulübün yeni sahiplerinin kısa sürede şampiyonluk beklentisine uymadığı için beklenmedik anda görevinden alınmıştı. Kamuoyu genelinde bu hareket, Hughes’a yapılmış bir haksızlık olarak görülse de yerine gelen Roberto Mancini, takımı beklenenden önce şampiyonluğa taşıdı. Ne var ki Hughes’un koltuğuna mâl olan sabırsızlık, Şampiyonlar Ligi’ndeki başarısızlığı yüzünden bu kez onun başına da gelebilir. Ölüm grubuna düşmüş olsa bile kimse Mancini’den bu kadar kolay elenmesini beklemiyordu. Nitekim Mark Hughes’un kovulmasının ardından StanJames’in listesinde zirveye yerleşen isim de kaderin bir cilvesi olarak Roberto Mancini’nin ta kendisi.

Abramovich'in gözüne girebilmek için Şampiyonlar Ligi kupası bile yeterli değil.

Birçok teknik adamın rüyasında bile göremeyeceği güzellikte bir dönem geçirmişti Guardiola. Henüz ilk deneyiminde kupaları sıraya dizmesi, Avrupa genelinde kulübün içinden çıkmış genç bir ismi takımın başına getirme furyasını doğurdu. Birçok takım bu hamlesinde sınıfta kaldı ve Guardiola dinlenmek üzere bir sezonluğuna ABD’ye gittiğinde bu kez kendisiyle anlaşmak üzere sıraya girdi. Bugün Mancini’nin alternatifi olarak ilk sırada Guardiola’nın yer alması hiç şaşırtıcı değil. Tıpkı sezon başında Chelsea’de olduğu gibi… Geçici olarak takımın başına geçen Di Matteo, Mayıs ayında Şampiyonlar Ligi’ni kazanmasına rağmen Abramovich’in gözüne girememişti. Yorgun Guardiola ile anlaşılamaması ve oyuncuların yoğun isteği üzerine Di Matteo ile yola devam edildi. Fakat İtalyan teknik adam, Şampiyonlar Ligi’nin son şampiyonu sıfatıyla grup aşamasını geçemeyen ilk çalıştırıcı unvanını alınca Abramovich’in pamuk ipliğine bağlı sabrı yine taştı. Guardiola’nın gölgesinde göreve başlayan Di Matteo, yine onun ismi zikredilerek gönderildi.

Massimiliano Allegri’nin şampiyonlukla sonlanan Milan’daki ilk sezonu İtalyan teknik adam için fazlasıyla başarılıydı. Geçtiğimiz sezon harika bir Juventus’un ardından lig ikincisi olsa da, bu yaz takımın neredeyse yarısı ekonomik sebeplerle gönderilince Allegri’nin eli çok zayıfladı. Dolayısıyla bu sezonki performansı için Allegri’yi eleştirmek biraz acımasız olabilir. Fakat Guardiola’yı ikna etmek için yanıp tutuşan kulüp başkanlarından Adriano Galliani, ligi ilk üçte bitirmesi bile şüpheli görünen Milan’a yeni bir çalıştırıcı aramakta gecikmeyecektir.

"İdare et oğlum n'apalım, elde avuçta para yok!"

Misyonunu Bitirenler
Şili’yi çalıştırdığı dönemde Marcelo Bielsa özellikle 2010 Dünya Kupası sayesinde kendini tüm futbol takipçilerine sevdirdi. Adını olsa olsa 3-3-1-3 olarak koyabileceğimiz, oldukça akıcı ve esnek olduğu kadar yenilikçi bir sistem uygulayarak takımını ikinci tura yükseltmişti Bielsa. Benzer bir atılımı geçtiğimiz sezon Atlhletic Bilbao’ya yaşatan Arjantinli teknik adam, kulübü Avrupa Ligi ve Copa del Rey finallerine çıkararak tarihî bir başarı elde etti. Kulüp yönetimiyle yaşadığı sorunları da düşünürsek, içinde bulunduğumuz sezon bu iki kupadaki gidişat Bielsa’nın kaderini belirleyecek. Zira Bilbao, henüz La Liga’da küme düşme potasından pek de uzaklaşabilmiş değil.

Rudi Garcia, Lille’i 57 yıl aradan sonra Ligue 1’ın zirvesine taşıdığında elinde özenle yetiştirilmiş ve imrenilen bir kadro vardı. 2011 Mayıs’ında şampiyonluk kupası kaldırıldıktan hemen sonra yaprak dökümü gecikmedi. Çekirdek kadrosundan Gervinho, Cabaye, Rami ve Sow gibi oyuncular eksilen Garcia’nın elinde yıldızı parlayan oyuncu olarak sadece Eden Hazard kaldı. Bu kadar önemli bir oyuncu havuzu bir anda kaybedilmeseydi, Lille geçtiğimiz sezon Şampiyonlar Ligi grubunu son sırada tamamlamayabilirdi. Bu yaz Hazard da yuvadan uçunca Garcia’nın takımı Devler Ligi’nde aynı kaderi yaşamanın yanı sıra ligde de iddiasını günden güne kaybediyor.

Guidolin daha ne yapsın?

Francesco Guidolin’in Udinese’deki iki sezonu beklentilerin çok ötesinde geçti. Ligi önce dördüncü, sonra da üçüncü sırada bitiren Udinese, her iki seferde de Şampiyonlar Ligi ön elemesini geçmeyi başaramadı. Ağustos ayında Braga ile oynanan eleme maçı öncesi Guidolin tam da bundan şikayet ediyordu. Eğer bu kez de Devler Ligi’ne katılamazsa, bir daha bunun hiç olamayacağını savunuyordu zira Alexis Sanchez, Zapata, Gökhan İnler, Kwando Asamoah, Handanovic ve Mauricio Isla gibi kayıpların yerinin dolmayacağının farkındaydı. Ayrıca son üç sezondur Serie A gibi bir ligde 23 golün altına düşmeyen Di Natale de artık 35’ine merdiven dayamıştı. Bu şartlar altında mucize yaratamayacağını açıkladı Guidolin. Son iki sezondur hiç alışık olmadığı üzere Serie A’nın orta sıralarında dolaşan takımı Avrupa Ligi’nden de elendi. Kısacası Udinese’de kariyerine sınıf atlatan Guidolin, bu sıçrayışını artık daha büyük hedefleri olan bir kulüpte devam ettirmek isteyebilir.

Oscar Tabarez’in bir seyyah edasındaki teknik direktörlük kariyeri, son 6 yıldır Uruguay ile zirveye çıkmış gibi görünüyor. 2007 Copa America dördündülüğü ile başlayan, 2010 Dünya Kupası dördüncülüğü ile iyice değer kazanan, 2011 Copa America şampiyonluğu ile taçlanan bir başarı hikâyesi var Tabarez’in. Bu ivme 2014 Dünya Kupası ile devam edebilir ama önce Uruguay’ın eleme grubunu geçebilmesi gerek. Gruptaki son dört maçından yalnızca bir puan çıkararak iyi başladığı bir seriyi riske sokmaya başlamış durumda Uruguay. Tabarez her ne kadar hâlâ güvenilir bir konumda olsa da Mart ayındaki Şili ve Paraguay maçları onun kaderinde belirleyici rol oynayacak. Zira dünya kupası elemelerinde en ufak bir kaybın bile telafisini zorken kaliteli Uruguay kadrosuna yeni teknik adam dopingi düşünülebilir.

Tabarez'e yeni bir başlangıç mı lazım?

Futbol dünyasında dedikodusu en çok dönen ve ilgi çeken konu oyuncu transferleriyse, onun ardından uğruna bahisler düzenlenen teknik adam değişimleri gelir. Kimi zaman takıma yeni bir soluk getirsin diye anlaşılan teknik adamlar beklentileri karşılayamazken, bazen de havale geçirmekte olan bir ekibe sunî teneffüs yapması için göreve gelenler bir anda takımı ayağa kaldırabiliyor. Ancak sunî teneffüsü iyi beceren teknik adamdan artık takımı koşturması beklenince yeni bir hayal kırıklığı doğabiliyor. Öte yandan New York’ta hayatın tadını çıkaran Guardiola’nın varlığı, bir zamanlar onun giydiği takım elbiseyi başka genç teknik adamlara giydirmeye çalışıp başaramayan kulüpler için cazibesini fazlasıyla koruyor. Ayağı tökezleyen her çalıştırıcının adı birkaç ay daha onunla kıyaslanacak gibi görünüyor. Bielsa ve Tabarez’in başı çektiği misyoner teknik adamlar ise son yıllardaki ivmelerini artık yavaş yavaş başka maceralarda korumayı düşünebilir. En nihayetinde Şampiyonlar Ligi’ni kazanan bir menajerin bile yerinin garanti olmadığı bir ortamda hiçbir ayrılık şaşırtıcı olmamalı.

Not: TamSaha dergisinin Aralık 2012 sayısında yayımlanmıştır.

4 Aralık 2012

Turuncu Devrim


10 yıl önce yalnızca Dinamo Kiev ile bilinen Ukrayna ligi, Rinat Ahmetov’un yatırımları ve Lucescu’nun liderliği ile bugün Shakhtar Donetsk hegemonyası altında. Takımın başındaki dokuzuncu sezonunda yedinci şampiyonluğuna yürüyen Lucescu, Şampiyonlar Ligi’nde de aynı hızda ilerliyor. Mükemmel bir kadro dengesi ile Shakhtar artık Avrupa devlerinin çekindiği takımlardan biri.

Mircea Lucescu 2004 yazında Türkiye’den apar topar kaçıp Shakhtar Donetsk ile anlaştığında bunun uzun süreli bir birliktelik olacağı şüphediydi. 25 yıllık teknik adamlık kariyerinde 11 kez takım değiştiren Lucescu, üstelik bunlardan sekizini son 10 yılda yaparak kısa vadeli çalıştırıcı örneği olmuştu. Shakhtar’ın sahibi Rinat Ahmetov ise 1995 yılında satın aldığı kulübü 2002’de ilk şampiyonluğunu kazanana dek tam sekiz teknik adam eskitmişti. Lucescu, Ahmetov’un dokuz yıldaki on birinci teknik direktörü olacaktı. Bugün iki isim birlikte dokuzuncu sezonlarını geçirirken bu bilgiler basit birer istatistikten öteye gitmeyecek. Zira geride kalan sekiz sezonda kazanılan 6 Ukrayna şampiyonluğu, dörder lig kupası ve süper kupanın yanı sıra bir UEFA Kupası başlı başına bir başarı öyküsü. Ülkenin ve hatta dünyanın en zenginlerinden Ahmetov’un yatırımlarını çok iyi değerlendiren Lucescu, uzun süredir üzerinde çalıştığı takımına artık doğru kimliğini kazandırmış durumda.

Dünden Bugüne
Shakhtar’ın kuruluş süreci aslında birçok orta ve doğu Avrupa kulübününkiyle bire bir aynı. Sanayi Devrimi’ni kendi ülkelerinin dışına taşırıp yeni kaynaklardan yararlanma ümidiyle tüm Avrupa’ya yayan İngilizler, yanlarında futbol kültürünü de götürmeyi ihmal etmiyordu. Bugün Ukrayna’nın en doğu kesiminde yer alan Donetsk şehri ise zengin kömür madenleri ve çelik işlemeciliği ile İngilizler’in dikkatinden kaçmadı. Bu doğrultuda günden güne gelişen şehrin nüfusu, çevre illerden alınan göçle birlikte büyüdü. Tıpkı o günden on yıllar önce Manchester şehrinde yaşandığı üzere; ülkenin çeşitli kesimlerinden gelen işçiler, kendilerini Donetsk’e bağlayıcı bir unsuru elleriyle yarattı. Kısa sürede bir futbol şehrine dönüşen Donetsk’te Shakhtar’ın ilk tohumları 1936 yılında atıldı.

Ahmetov'un sabrı ve Lucescu'nun zekası

Sovyetler Birliği dönemindeki en büyük başarıları iki defa lig ikincisi olup dört kez de Sovyet Kupası’nı kaldırmak olan Shakhtar tam bir orta sıra takımı görünümündeydi. Sovyet Ligi’ndeki iki ezeli rakipten Spartak Moskova neredeyse her sezon şampiyonluk adayıyken, sikleti daha uygun olan Dinamo Tiflis bile Shakhtar’ı çoğu kez gölgede bırakıyordu. 1991 yılında Sovyetler Birliği’nin dağılması sonucu bağımsız Ukrayna’da kurulan futbol ligi ise Shakhtar’ın tarihinde yeni bir sayfa açacaktı.

Sovyetler sonrasında özelleştirme furyasından yararlanan ve çok kısa sürede bir oligarka dönüşen Rinat Ahmetov, bu yükselişini kendi şehrinin takımı olan Shakhtar’a yansıtmaktan geri kalmadı. Ahmetov’un ilk sezonunda ligi 10. sırada bitiren Shakhtar, o günden beri ikincilikten aşağı hiç düşmedi. Transfer harcamalarını artıran Ahmetov, Championship Manager fanatiklerinin unutamadığı isimlerden Julius Aghahowa, Isaac Okoronkwo ve Assane N’Diaye ile kadroya önemli takviyelerde bulundu. İlk lig şampiyonluğunu Beşiktaş’tan ayrılan Nevio Scala ile 2002 yılında elde eden Ahmetov, iki yıl sonra kaderin bir cilvesi olarak yine Beşiktaş’tan Lucescu’yu alarak kulübün kaderini değiştirdi.

Mircea Lucescu
1970 Dünya Kupası’nda Romanya Millî Takımı’nın kaptanı, 24 yaşındaki çok etkili bir kanat oyuncusuydu. Turnuvada kaptanlık pazubandını taşıyan ondan daha genç bir futbolcu bulunmuyordu. Takımın teknik direktörü Anghel Niculescu, bir ülkeyi temsil etmesi için sahaya onu sürmekte hiç tereddüt etmemişti. Zira Niculescu’ya göre o özel biriydi. Diğer oyuncuların tam tersine bir sürü kitap okuyan entelektüel bir kişiliği vardı. Aynı zamanda İngilizce, İspanyolca, Portekizce, İtalyanca ve Fransızca bilen, üniversite diplomasına sahip bu kanat oyuncusu Mircea Lucescu’dan başkası değildi. 

Lucescu için her şey mükemmel görünüyor.

Meksika’daki tunuvadan birkaç yıl sonra Fenerbahçe ile anlaşan Lucescu’nun transfer haberini o günlerde Kemal Belgin hayranlıkla yazmış, “sadece ayakları değil, kafası da çalışıyor” deyiminde bulunmuştu. Futbolcuyken ülkemize adım atması son anda suya düşen Lucescu, teknik direktör olarak geldiği İstanbul’da kariyerini bir basamak yukarı taşıdı. Fleurquin, Batista, Ayhan Akman, Sebastian Perez, Pancu ve Giunti gibi formu düşmüş veya vasat görülen futbolcular, onun elinde takımın yıldız isimlerine dönüştü. Yine de Lucescu’nun ivme kazanan kariyeri asıl patlamayı Shakhtar’da yaptı. 

Rumen teknik adamın elindeki malzeme ne olursa olsun ondan en iyi verimi almayı vaad eden anlayışı, Ahmetov’un yatırımlarıyla birleşince mükemmel bir alaşım ortaya çıktı. Türkiye’de başardığı gibi Shakhtar’da da birçok oyuncunun gizli yeteneklerini su yüzüne çıkardı ve hatta Tymoshchuk, Pletikosa, Elano, Matuzalem, Marica, Brandao, Chygrynskiy ve Jadson gibilerini yetiştirip satmakla toplamda 80 milyon €’dan fazla gelir elde etti. Bugün kadrosunda bulunan Willian, Douglas Costa, Mkhitaryan, Fernandinho ve Alex Teixeira gibi yaş ortalaması henüz 23,6 olan isimlerin toplam değeri ise transfermarkt.com sitesine göre 77 milyon €’yu buluyor. Takımın artık vazgeçilmezleri olan bu oyuncuların Lucescu’nun eline 19 – 21 yaşları arasında geldiğini de belirtmekte fayda var. 

Mircea Lucescu’nun özellikle gençler olmak üzere oyuncu yetiştirmeyi ne denli sevdiğini İstanbul’daki röportajlarından hatırlıyoruz. Onların sadece sahadaki ilerleyişiyle değil, kültürel gelişimiyle de yakından ilgileniyor. Futbolcularını restoranda oturmak yerine kitap okumaya veya tiyatroya gitmeye yönlendirdiği, hatta üniversite okumaya bile teşvik ettiği biliniyor. 

Ukrayna liginde üstünlük kurulmasının ardından benzer atılımın Avrupa’da neden gerçekleşmediği, Lucescu için bir süre eleştiri konusu oldu. 2009 yılında UEFA Kupası’nı kazanarak bu noksanı gideren Luce, geçen sezon Apoel, Zenit ve Porto’nun olduğu Şampiyonlar Ligi grubunu sonuncu sırada bitirince eleştiri oklarını yine üzerine çekti. Hatta Ocak ayında yaralı olarak kurtulduğu trafik kazasının ardından artık Lucescu ile devam edilmeyeceği çok konuşulmuştu. Ne var ki bu sezon grubun son maçına üst turu garantilemiş halde çıkması ve özellikle Chelsea karşısında aldığı 2-1’lik galibiyet, Lucescu’nun takımını Avrupa’nın gözüne bir kez daha soktu.

Kadro Dengesi
Çalıştırdığı her takımda genç oyunculara özel bir önem veren Lucescu’nun bu konudaki varsayımı çok net. Ona göre 30’lu yaşlarındaki oyuncular, tecrübenin getirdiği bir risk alma korkusuyla oynuyor. Kariyerinin büyük çoğunluğunu Avrupa’nın vasat takımlarında orta kalite oyuncularla geçirmiş bir teknik adam için uygun bir tespit. Fakat Türkiye’de çokça eleştirildiğinin aksine Shakhtar’da enerjik ve cesur bir takım yaratma peşinde oldu Lucescu. Sekiz yıllık çalışmaları, sonunda temkinliliği ve gençlik enerjisini aynı potada eritmesini sağlayarak ona doğru dengeyi buldurdu.

Shakhtar'ın kadrosu bu sezon ideal dengesini buldu.

Bu felsefe, Shakhtar’daki yılları boyunca Luce’nin oyuncu seçimine çok net biçimde yansıdı. Dokuz yıldır kadrosunda bulunan ve uzun süredir takımın kaptanlığını yürüten Dario Srna, bu döngü içinde tam bir mihenk taşı olarak duruyor. Genellikle modern 4-2-3-1 dizilişini uygulayan Lucescu, istediği tempoyu elde edebilmek adına hücuma yönelik pozisyonlarda tercihini genç Brezilyalı’lardan yana kullanıyor. Onun felsefesininin diğer ayağını oluşturan “temkinli olma” anlayışını ise defansif rollerdeki disiplinli Doğu Avupalı’lar temsil ediyor. Stoperler Rakitsky ve Kucher ile hemen önlerindeki Hübschman’ın yanı sıra Rat ve Srna gibi güven veren bekler rakipleri durdurmakta eskisi kadar zorlanmıyor. Karşı yarı alanda Fernandinho ile başlayan, kanatlarda Willian ve Alex Teixeira ile hız kazanan, ileri uçta Luiz Adriano ile sonlanan etkili bir Brezilyalı dörtlüsü oldukça uyumlu. Shakhtar’ın hücum hattında esen bu samba rüzgarını yöneten, bireysel olarak kulağa hoş gelen notalar olan bu isimlerden ahenkli bir melodi yaratan, kısacası orkestranın şefi olan isim ise Ermenistan doğumlu 23 yaşındaki Henrikh Mkhitaryan.

Türkiye’deki ikinci sezonunda Sergen Yalçın’ı kadrosuna kattıktan bir süre sonra “keşke onunla gençken tanışabilseydim” demişti Lucescu. İçinde kalan bu ukteyi, 21 yaşındayken keşfettiği Mkhitaryan’ı transfer ederek giderdi Rumen teknik adam. Ermeni oyuncu bugün 23 yaşında olmasına rağmen “Yılın En İyi Ermeni Oyuncusu” ödülünü şimdiden üç kez kazanmış durumda. Geçen sezon Jadson’un yaratıcı hücum oyuncusu pozisyonunda oynadığı, Fernandinho’nun da ağır sakatlık geçirdiği dönemde Mkhitaryan orta sahada görev almıştı. Asıl yeri bu olmamasına rağmen Lucescu ona çok güveniyordu. Bu sezon Jadson gibi bir gol yaratıcısı ailevî sebeplerle ayrıldıktan sonra taraftarın aklı soru işaretleri ile dolmuştu. Ne var ki Mkhitaryan asıl mevkii olarak onun yerine geçtikten çok kısa süre sonra Jadson’u aratmaz oldu. Ligde 17 hafta sonunda attığı 17 gol, ona takımın lideri unvanının yanı sıra gizli golcü sıfatı bile kazandırmış oldu. Buna rağmen bir röportajında, en önem verdiği şeyin  attığı goller olmadığını belirtti Mkhitaryan. Nitekim Lucescu’nun da dediği gibi; oyun zekası ve yaratıcılığının yanı sıra Willian ve Alex Teixeira’yı oyuna katmadaki becerisi, aslında onun en etkili özellikleri. Henüz 17 yaşında Sao Paulo’nun genç yetenek geliştirme programına katıldığında Portekizce’yi iyi öğrenmesi de etrafındaki dört Brezilyalı’yla anlaşmasını kolaylaştırıyor. 

Lucescu'nun yeni gözbebeği: Henrikh Mkhitaryan

Lucescu Türkiye’de biraz daha kalsaydı ne olurdu tartışılır. Fakat o İstanbul’dan ayrılırken UEFA katsayı sıralamasında 14. olan Ukrayna, bugün Luce’nin Shaktar Donetsk’inin önderliğinde ilk 6’yı zorluyor. Sanayi Devrimi’nden bu yana futbol kültürüne sahip bir madenci şehrindeki potansiyeli, ülkenin sayılı oligarklarından birinin desteği ile müthiş bir güce çevirdi Lucescu. Üstelik bu hedefe yürüdüğü 8,5 yılda bol sıfırlı transferler yapabilecek imkânları varken, bunun yerine gelecek vaad eden ve kafasındakileri sahaya yansıtabilecek verimli futbolcuları tercih etti. Türkiye’de Sergen Yalçın’ı zamanlıca değerlendiremediği için üzülen Lucescu, bugün kendi elleriyle yonttuğu genç ve yetenekli oyuncularıyla sesini Avrupa sahnesinde rahatlıkla duyurabiliyor.

Not: TamSaha dergisinin Aralık 2012 sayısında yayımlanmıştır.

UEFA Team of the Year 2012


Geleneksel seçimimizi bu yıl da yaptık. Bu kez taktik diziliş seçmeyi eklemiş UEFA ve benim takım da 4-3-3'e göre dizilmiş halde. Kaleci ve forvetleri seçerken elim hiç kararsız kalmadı açıkçası. Orta sahada ise Pirlo reis ve Iniesta'nın yeri garanti iken, Xavi ve Xabi Alonso arasında kaldım. Sonra karar verdim ki Bask olanı, Katalan'dan bir adım önde ve bu halde takımın orta sahası biraz daha sert durdu! Defansta Ramos'un yerine pek alâ Lahm da olabilirdi ama Alba belki de bu kadroda yılın en iyi çıkış yapan adamı oldu, orası net. Son olarak Thiago Silva ve Hummels gibi bir stoper ikilin varsa geriden top çıkarma derdin olmaz. Her ikisi de son birkaç sezonda kendini çok geliştirdi ve Avrupa'nın sayılı defans adamlarından artık.

ShareThis

Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...