Subscribe Twitter Twitter

28 Eylül 2012

Paris’te Büyük Düşler



Müzesinde iki Ligue 1, birer de Kupa Galipleri ve Intertoto kupası bulunan 42 yaşındaki bir kulüp hakkında söylenebilecek ilk şey, zengin bir tarihe sahip olmadığıdır. Paris Saint Germain’in idol futbolcularla bezenmiş zafer dolu bir mazisi bulunmayabilir. Ne var ki kulüp geçtiğimiz sezon başında el değiştirdiğinden beri atılan tüm adımlar tarihi baştan yazmak üzerine kurulu.

Paris’te sıcak bir Mayıs akşamın Parc des Princes’i ziyaret etmek adına yola düşüyoruz. PSG, tarihindeki üçüncü lig şampiyonluğunu 18 yıl bekleyip Montpellier gibi sürpriz ötesi bir takıma kaptıralı henüz 5 gün geçmiş. Dışarıdan bakıldığında neredeyse hiçbir cazibesi ve görkemi bulunmayan stadın etrafında in cin top oynuyor ve ortama sessizlik hakim. Neredeyse bir apartman dairesinin salonu genişliğindeki kulüp müzesini dolaşarak tüm kupaları ve zafer fotoğraflarını incelemek en fazla 15 dakikamızı alıyor. Soyunma odaları ve toplantı salonu gibi yerleri de gezdikten sonra insanın ister istemez “zaten ne bekliyorduk ki” diyesi geliyor.

"Daha Büyüğü Hayal Et!"

Ne var ki Parc des Princes’in zeminine ayak basarken karşı tribündeki kocaman “Revons Plus Grand” (Daha Büyüğü Hayal Et) sloganı tüm izlenimlerimizi değiştirmese bile en azından hayal kırıklığına girmeden bizi frenliyor. Kulübün geleceğe kararlılıkla bakışını yansıtan bu üç kelime, Parc des Princes’in en tepesinde tüm taraftarlarına umut aşılıyor adeta. Tur rehberi bile geleceğe dair ümit dolu konuşmaktan hiç çekinmiyor. Eskiden maçlara 20 bin taraftarın bile güçlükle geldiğini, geçtiğimiz sezon ise 48 bin kişilik kapasitenin birçok kez zorlandığını anlatıyor şevkle. Hatta gerçek cevabın olumsuz olduğunu bilmemize rağmen kontra atağa kalkıp “peki kulüp tüm bu harcamalara rağmen kâr edebiliyor mu?” diye sorduğumuzda bile “Evet, daha da iyi olacak” demekten geri durmuyor!

Nitekim bu ziyaretin üzerinden iki ay bile geçmeden PSG sırasıyla Lavezzi, Thiago Silva, Ibrahimovic ve Verratti gibi oyuncular için 100 milyon €’yu kolayca feda etti. Elbette sahada kalıcı biçimde başarı sağlamak için bol sıfırlı transferler ve ümit dolu konuşmalar yeterli değil. Yine de iki sezon öncesine göre kadro kalitesinde yayladan zirveye çıkan PSG, bugün Ligue 1’ın açık ara favorisi iken Şampiyonlar Ligi için de büyük düşler peşinde.

Geçmişten Bugüne
Yaz mevsiminde elini cebine atmaktan adeta zevk alırcasına para harcayan Katar Yatırım Ajansı (QIA), Paris Saint Germain’i burjuvazi ile tanıştıran ilk patron değil. Kulüp, kuruluşundan başlayıp bugünkü gibi sıklıkla gazete manşetlerine çıkana kadar çoğunlukla eli bol zümrelerin yönetimi altında faaliyet gösterdi. 1960’lı yıllarda bir grup işadamının Fransa’nın başkentinde güçlü bir kulüp kurma parolasıyla yola çıkması sonucu PSG’nin temelleri atıldı. Bu girişim, Paris gibi Avrupa’nın en elit şehirlerinden birinde yeterince heyecan yaratmayı başardı. Kısa sürede elde edilen finansal güç, medya ve 20 bin üyeyi bulan halk desteği ile birleşince 1970 yılında PSG resmen kurulmuş oldu.

PSG'nin mütevazi kupa koleksiyonundan bir kesit

Profesyonel olarak mücadele verdiği ilk sezonda Ligue 1’a yükselmek, PSG’nin kuruluşu esnasındaki sinerjiyi somutlaştırmak adına gayet pozitif bir durumdu. Ne var ki kulüp içinde işlerin karışması çok gecikmedi ve yönetimdeki tartışmalardan ötürü bölünen PSG, tekrar Ligue 1’a dönmek adına 1974 yazına kadar bekledi. Tam bu noktada bir moda tasarımcısı olan Daniel Hechter PSG’nin başkanlık koltuğuna oturdu ve kulüp tarihinin önemli köşe taşlarından biri de bu oldu. Hechter, göreve gelmeden bir sezon evvel Just Fontaine’i takımın teknik direktörü ilan etmişti. Kendisi başkan olduktan sonra ise sırasıyla Mustapha Dahleb, Carlos Bianchi, Dominique Bathenay, Dominique Rocheteau gibi dönemin yıldız oyuncuları birer birer kadroya dahil oldu.

Her ne kadar parlak isimler transfer edilse de, PSG’nin ilk şampiyonluğunu tatması için 80’li yılları beklemesi gerekecekti. Özellikle Dahleb ve Bianchi’nin yanına sırasıyla Luis Fernandez ve yakından tanıdığımız Saffet Susiç eklemlenince, teknik direktör Gerard Houllier’nin ellerinde güçlü bir alaşım meydana geldi. 1982 ve ’83 yıllarında Fransa Kupası’nı iki kez müzesine götüren PSG, Houllier ile 1986 yazında bu kez Ligue 1’ı lider tamamlayarak ilk büyük başarısını elde etti.

Daniel Hechter’in PSG’yi hem sahada, hem de taraftarın gönlünde yükseltmek adına verdiği ilk çabaların daha büyüğü 1991 yılında gelecekti. O dönemde Bernard Tapie başkanlığındaki Olimpik Marsilya ligi domine etmekle kalmıyor, aynı zamanda Avrupa’da da emin adımlarla kalıcı başarılara yürüyordu. Ligue 1’ın maç yayın haklarını elinde bulunduran Canal+ ise ligdeki bu tek kutuplu gidişattan elbette mutlu değildi. Fransa’nın ikinci büyük şehrinin takımı lige bu derece fazla gelirken onu dengeleyebilecek rakip, ülkenin başkenti ve en büyük şehri olan Paris’ten çıkabilirdi. Böylece Canal+, PSG’yi satın alarak etik açıdan tartışmalı bir koz oynasa da kulübün kaderini derinden değiştirmiş oldu.

El Khelaifi, hayallerini gerekli mercilere aktarıyor.

Paris kulübünün altın çağını Canal+ döneminde yaşaması tesadüf değil. İkinci bir lig şampiyonluğu ile beş Fransa Kupası’nın yanı sıra birer Kupa Galipleri ve Intertoto Kupası’nı müzeye götürmeyi başaran PSG, şike skandalı sebebiyle Fetret Devri’ni yaşayan rakibi O. Marsilya’yı bu dönemde gölgede bıraktı. Ne var ki 2000’li yıllar, Ligue 1’da Olympique Lyon efsanesini yaratacaktı ve Canal+ hegemonyasındaki PSG artık bu yükselişe engel olabilecek güçte değildi. Nitekim Canal+ kulüpten desteğini çekti ve PSG 2007/08 sezonunu 16. sırada, düşme potasından sadecec 3 puan yukarıda bitirebildi. 2011 yazında Katar Yatırım Ajansı’nın yaptığı hamlenin amacı ise 42 yıllık kulübü sadece Fransa’nın değil, Avrupa’nın da zirvesine taşımaktı.

Finansal Durum
Paris Saint Germain’in resmî olarak açıklanan son finansal tabloları, QIA’nın ipleri eline almasından önceki son sezon olan 2010/11’e ait. Tablodaki en güncel rakamlar aslında ayağını nispeten yorganına göre uzatan bir kulübe aitmiş gibi görünse de kazın ayağı pek öyle değil. Sonuçta tam 13 yıldır kâr etmeyi hiç başaramamış bir kulüp söz konusuysa, hele ki bu kulübün yeni patronları da kısa zamanda büyük düşler peşindeyse iyimser olmak biraz zor.

Zlatan yeni evine kararlı bakışlarla giriyor.

100 milyon €’luk geliriyle Avrupa’nın devleriyle uzun vadede yarışması kolay görünmeyen bir kulüp PSG. Ne var ki bu rakamlar açıklandıktan sonra atılan tüm adımlar ve yapılan transferler, üç ana gelir kalemini de pozitif olarak derinden etkileyecek cinsten. Şu an için kulüp ağırlıklı olarak televizyon yayınlarından elde edilen gelirlere bağımlı durumda. Bu da PSG’nin finansal gidişatı için her daim olası bir risk taşıyor ve iplerin tamamen kulüpte olmasını engelliyor. Zira kontratta ve dağılımda meydana gelebilecek en ufak bir negatif değişiklik, Finansal Fair Play öncesi kârlılık baskısı hisseden PSG’yi bir anda zor duruma sokabilir. Örneğin yeni yayın anlaşması yapılmak üzereyken herkes TV gelirlerinin düşeceğini sanıyordu çünkü Canal+ tek başına ihaleye girecekti. Ne var ki PSG’nin patronu olan El Khelaifi, aynı zamanda El Cezire Sports’un da başında bulunuyor. Hal böyle olunca bu kanal da ihaleye girdi ve yayın anlaşması neredeyse aynı tutarda kaldı. Aksi olsaydı birçok Fransız kulübü gibi PSG de durumdan olumsuz etkilenecekti.

PSG’nin 38 milyon € değerindeki ticarî gelirleri her ne kadar Ligue 1 ortalamasına göre iyi durumda olsa da, El Khelaifi’nin hedeflediği gibi Avrupa’nın zirvesindeki kulüplere yakın değil. Bayern Münih’in 178, Real Madrid’in 172, Barcelona’nın ise 156 milyon € ticarî gelire sahip olduğunu düşünürsek PSG’nin ne kadar uzun bir yol kat etmesi gerektiğini anlayabiliriz. Elbette bu kalem, kulübün finansal gelişimi açısından en yüksek potansiyele sahip noktası. Zira PSG’ye bu denli yıldız isimlerin katılması, ekonomik krizle boğuşan Fransa’da bile sponsorları çekmekte zorlanmayacaktır. Emirates’ten yılda 3,5 milyon €, Nike’tan ise yaklaşık 6 milyon € kazanan PSG’nin daha büyük kulüplerdeki gibi bu rakamları en azından 20 milyon € seviyesine çekmesi o kadar da zor değil. Ayrıca başka bir zengin patrona sahip olan Manchester City’nin yaptığı gibi astronomik bir tutar karşılığında Parc des Princes’in isim hakkının satılması da ticarî gelirlere hız kazandırabilir.

Yatırımlar taraftar patlamasını da beraberinde getirdi.

Son rakamlara göre PSG’nin futbolcu ve personel maaşları, toplam gelirinin %69’u seviyesinde. UEFA bu oran için %70 gibi bir tavsiyede bulunuyor ancak kulübün geçen sezon ve bu yaz yaptığı transferlere bakılırsa %70’lik sınır bir hayli ihlâl edilecek gibi duruyor. Finansal Fair Play’in incelemeye başlayacağı bu iki sezon içerisinde PSG’yi en çok sıkıntıya sokacak kalem de bu olacak. Kulüp yönetimi, geride bıraktığımız sezonda tüm giderler düşülmüş olarak 100 milyon € civarı bir zarar yazmayı planlıyordu. Önümüzdeki sezon için ise bu rakam 70 milyon € olarak açıklandı. Finansal Fair Play kurallarının toplamda en fazla 45 milyon €’luk zarara izin vereceği bu iki sezonda 170 milyon € eksiye düşmek, kulübün geleceği açısından hoş kokular yaymıyor. Yine de UEFA bu konuda yüzde yüz katılık göstermiyor. Kulübün gelecek planları ve gelir potansiyeli somut verilerle açıklandığı sürece sert yaptırımlar uygulanmayabilir.

Paris Saint Germain’in sahibi olan Nasser El Khelaifi doğduğunda kulüp henüz 3 yaşında, Ligue 1’a kapak atma derdindeydi. Bugün ise taraftarından yöneticisine, teknik adamından stad rehberine kadar herkesin içinde tozpembe bir umut var. Burjuvazinin ellerinde doğan bir kulüp olarak PSG, tarihi boyunca birçok kez sınıf atlama hevesi doğrultusunda hamleler yaptı ve kısmen başarılı da oldu. Artık daha da büyük düşler peşindeki PSG’yi Montpellier mucizevî biçimde rüyadan uyandırmış olsa da kulüp umut dolu duruşundan bir şey kaybetmiş görünmüyor. Yaz boyunca ses getiren imzalar, finansal olarak azımsanmayacak risk teşkil etse de aynı zamanda sportif ve ticarî olarak büyük birer fırsat niteliğinde. El Khelaifi’nin göz koyduğu üzere Avrupa’nın asırlık dev kulüplerinin ayarına gelmek, uzun vadede iyi çizilmiş bir yol haritası ve şişkin bir banka hesabı ile elbette mümkün. Bu kulüplerdeki gibi köklü bir tarih PSG’de bulunmayabilir ancak su üstündeki asıl hedef de bunun ta kendisi: PSG’nin tarihini yeniden yazmak…

Not: TamSaha dergisinin Eylül 2012 sayısında yayımlanmıştır.

23 Eylül 2012

Özlenen Arsenal


Bugün Premier Lig'de Liverpool - Man. United ve Man. City - Arsenal gibi iki zorlu maç izledik. Tarihî anlam olarak ilk maç daha ağır basıyordu belki ama Anfield'taki oyun beklentilerin çok altındaydı. Shelvey o kırmızı kartı görene dek Liverpool bariz biçimde topa sahip oluyordu ama Shelvey acemice bir hata yapınca işler net olarak değişti. United bildiğimiz temposundan gayet uzak olsa da bir şekilde yine galip gelebildi. Ki bu noktada üstüne tanımam United'ın. Yıllardır oyunun temposunu o kadar iyi ayarlıyorlar ki, ipler hep onların elinde sanki. İki gol geriye düşseler bile bir anda ivmeyi artırıp öne geçebiliyorlar. Yine de Liverpool 10 kişi kalmasaydı galip gelmeleri zordu bugün.

Diğer büyük maç bariz biçimde daha çekişmeli geçti. Arsenal bu sezon Premier Lig'in en izlenesi takımı olabilir. Geçtiğimiz sezonki felaket başlangıçtan ders alınmış gibi. Geçen sezon ilk 5 hafta sonunda takım sadece 4 puan toplayabilmişti. Üstelik alınan mağlubiyetlerden biri iç sahada Liverpool'a karşıydı ve diğeri de Old Trafford'taki 8-2'lik bozgundu. Elde tutulamayan yıldızlar yine tartışılıyordu ve Wenger'in istifası bile konuşulur haldeydi. Bu sezon da Song ve Van Persie gibi iki önemli oyuncu kaybedilse de durum çok daha farklı. Zira Cazorla'nın transferi ve performansı gidenleri hiç aratmıyor gibi. Takımdaki pas trafiği onun etrafında dönüyor ve sezon başlangıcına göre gayet olgun bir oyun sergiliyor Arsenal.

Cazorla ve Arteta, Wenger'in teknik kapasitesi yüksek İspanyol orta saha isteğine çok uygun. Tıpkı daha önce Fabregas'ta olduğu gibi... Ve hatta Chelsea'nin Mata ve Man. City'nin Silva transferleri de Wenger'i bu konuda yalnız bırakmıyor. Yıllardır Premier Lig izliyoruz ama bu konuda İngilizler bir türlü oyuncu yetiştirmeyi beceremiyor. Kaç zamandır Gerrard ve Lampard'ın yanına en fazla Wilshere gelebildi, ki onu da istikrarlı biçimde izleyemedik henüz. Dünya futbolundaki arzulanan futbol tarzını İspanya milli takımı özetliyor. Onun orta sahasını Barcelona ve Real Madrid oluştururken, Premier Lig ekipleri o kadronun yedeklerinin ve hatta kadronun dışında kalanlarının peşinde koşuyor.

19 Eylül 2012

Bir Zamanlar Stamford Bridge


ShareThis

Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...