Subscribe Twitter Twitter

30 Nisan 2011

Mayıs Sıkıntısı


Şu Mayıs ayının geldiği zamanları sevsem mi sevmesem mi karar veremiyorum. Bu seferki geç de olsa bahar geliyor, etraf canlı, insanın dışarıdan eve giresi yok... Ama bir yandan ligler bitiyor arkadaş!.. Hatta artık öyle bir hal aldı ki bu bende, herhangi bir büyük ligin şampiyonu belli olduğu anda bahar gelmiş sayıyorum. Gerçi bu mantıkla Porto sayesinde baharın erken gelmiş olması lazımdı ama neyse, sıra dışı bir sezon geçirdiler. Bu kez bana baharı getiren asıl takım Dortmund oldu. Bundesliga'da sezona Mainz'a hayran kalarak başlamıştık ama Dortmund koltuğu devraldığından itibaren hiç bırakmadı. O taraftara bu bahar yakışırdı zaten.

Önümüzdeki hafta da muhtemelen Manchester United, Milan, Barcelona gibilerini kupa kaldırırken göreceğiz. Kısacası bahar hızla geliyor işte ama tekli yılların yaz aylarını nasıl sevelim şimdi? Ligler yok, dünya kupası veya Avrupa şampiyonası da yok!.. Tek eğlencemiz malum medya unsurlarının güzel kafayla yazdığı transfer haberleri; ki o da yazın geldiğini bildiren şey olacak artık...

29 Nisan 2011

Haftasonu Gelince...



29 Nisan Cuma
20:00 Sivasspor–Gençlerbirliği / Lig TV
21:30 Werder Bremen-Wolfsburg / TRT 3 & TRT HD

30 Nisan Cumartesi
14:00 Samsunspor-Güngören Bld & Mersin İY-Kartalspor / TRT 1 (Dönüşümlü)
14:00 Adanaspor-Çaykur Rizespor / TRT 6
15:00 Kasımpaşa-Konyaspor / Lig TV
15:00 Antalyaspor-Bucaspor / Digi Kanal
16:30 Dortmund-Nuremberg / TRT HD
17:00 Blackburn-Bolton / PL TV
19:00 Real Madrid-Zaragoza / NTV Spor
19:00 Beşiktaş-Galatasaray / Lig TV
19:00 Cesena-Inter / TV8
19:30 Chelsea-Tottenham / Spormax & PL TV
19:30 Bayern-Schalke 04 / TRT HD
20:00 Lille-Arles / Kanal A
21:00 Real Sociedad-Barcelona / NTV Spor
21:45 Napoli-Genoa / TV8
22:00 PSG-Valenciennes / Kanal A
23:00 Deportivo-Atletico Madrid / NTV Spor

1 Mayıs Pazar
14:00 Liverpool-Newcastle / PL TV
15:00 Manisaspor-Eskişehirspor / Lig TV
16:00 Milan-Bologna / TV8
18:10 Manchester City-West Ham / PL TV
19:00 Fenerbahçe-İBB / Lig TV
19:00 Trabzonspor-Gaziantepspor / Digi Kanal
19:00 Kayserispor-Bursaspor / LOCA
22:00 St Etienne-Monaco / Kanal A
22:00 Osasuna-Valencia / NTV Spor

2 Mayıs Pazartesi
20:00 Ankaragücü-Karabükspor / Lig TV
21:45 Lazio-Juventus / Spormax & TV8

28 Nisan 2011

Pepe, Mourinho, Barcelona


Bu sezonki El Clasico sadece 5-0'lık maçla kalsaydı, dünkü karşılaşma öncesi herkesin tahmini çok farklı olurdu. Ne var ki Bernabeu'daki rövanşta oynattığı oyun sayesinde Mourinho beklentileri törpüledi ve ortada bir oyun izledik. Mestella'daki final sonrası ise Şampiyonlar Ligi yarı finali için "acaba" kanısı oluştu birçoğumuzda. Evet, Real Madrid'in Barcelona'yı eleme ihtimali belki %50'ye kadar yükselmişti ama bir kırmızı kart ve bir Messi tüm beklentileri tersine çevirmeye, daha doğrusu söz konusu Barcelona olunca normalleştirmeye yetiyor.

Her şeyden önce Pepe'nin kırmızı kartı buz gibi doğru. Madridli'ler için acı ama gerçek... Mourinho maç sonrası basında toplantısında söylediklerini şu an tekrar incelediğinde ne düşünüyor merak ediyorum. Veya pozisyonun tekrarını birkaç defa izlediğinde... Portekizli, herhangi bir maç öncesi veya sonrasında verdiği demeçleri ve girdiği akıl oyunlarını her daim işinin bir parçası olarak görür. El Pais gazetesine verdiği röportajda bunu net biçimde söylemişti zaten. Olur, normaldir ama bu kez sanki biraz abarttı. Karşılaşma öncesi Guardiola'yı sürüklemeye çalıştığı ve başarılı da olduğu gerilim girdabına bu kez sanki kendisi düşmüş oldu. Öyle ki, Barcelona yönetimi Mourinho'nun söylemlerine karşı bir aksiyon almak üzere olağanüstü toplantıya gideceğini bile duyurdu. UEFA Disiplin Komitesi'ne şikayet etmeyi düşünüyorlar; ki şaşırtıcı değil. Ne olursa olsun, kendilerini düzenli olarak hileyle maç kazanmak ile itham eden bir teknik direktör var ortada ve cevapsız bırakmak kabullenmek anlamına gelebilir. Yine de en güzel cevap, salı akşamı Nou Camp'ta verilecek sanki. Zira Mourinho bu kez biraz fazla kaşındı ve orada oynadığı son maçtakinden oldukça daha hırslı bir Barcelona bulacak karşısında.


Maç sonu demeçlerde Adebayor ve Ronaldo da Mourinho'yu destekleyen sözler söylemiş. "Neden Barcelona'nın tüm rakipleri maçı 10 kişi tamamlamak zorunda" demeye getirmişler. Cevap aslında çok da zor değil. En basitinden çocukluğunuzu hatırlayın. Ortada sıçan oynarken ve topu bir türlü alamayıp sürekli koştururken sakin kalabilir miydiniz? Ya pes ederdiniz ya da şakadan da olsa birinin ayağından faulle topu alırdınız. Barcelona'nın rakiplerinin başına gelen, bunun birinci dereceden profesyonel versiyonu işte. Misal dünkü maç için %79'luk bir topa sahip olma oranından bahsediyoruz! Birçok rakip adına sakin olmak kolay değil. Hele o rakipte Pepe gibi bir canlı bomba varsa işler bir kat daha zorlaşıyor. Dün sinirlenmek adına bu kadar fazla sebebi yoktu aslında Pepe'nin zira hocasının belirlediği taktik buydu ve o da başarılı bir şekilde uyguluyordu. Hatta maç 0-0'a doğru gidiyordu ama o atılınca işler haliyle rakibin lehine değişti.

Salı gecesi Alex Ferguson, Almanya'dan cebinde 2-0 ile dönerken mutluydu. Ayaklarını uzatıp dünkü maçı izlerken sadece finaldeki rakibini değil, belki de emeklilik sonrası kendisinin yerine geçebilecek iki adayı da bir anlamda göz hapsine almıştı: Guardiola ve Mourinho... İkisi de neredeyse oğlu yaşında, oldukça yetenekli, zeki ve 'özel' kişilikler. 28 Mayıs'ta karşısında hangisini bulacağı az çok belli. Bakalım Ferguson eşofmanları çıkarıp çizgili pijamaları çektiğinde halefi kim olacak...

27 Nisan 2011

Neuer ve Uzun Topları



İyi bir kaleciyi neye göre değerlendirirsiniz? Refleks, soğukkanlılık, çeviklik, bire birde alan daraltma vs... Daha uzar gider bu. Ama yukarıdaki görüntülerde Neuer'in mükemmel yaptığı şey, bugün bir kaleciyi diğerlerinden ayıran en önemli faktör bana göre: topu oyuna sokabilme. Çünkü birçok kaleci refleks sahibi veya çevik olabilir. Hatta tecrübe kazandıkça bire bir pozisyonlarda başarı yüzdesini artırabilir. Ama bir zamanlar Beşiktaş'ta Cordoba'nın da kusursuz (hatta bazen çılgınca) şekilde itfa ettiği topu oyuna sokma kabiliyeti, herkesin kolayca yapabileceği bir iş değil. Ayrı bir yetenek gerekli bunun için.

Yukarıdaki iki pozisyonda da bir anda Schalke'nin United'ı gafil avlama fırsatı doğuveriyor. Öyle ki, karşıda takım savunmasını bu kadar iyi beceremeyen bir rakip olduğunda bu paslar direk gol şansı yaratabilir. Topu oyuna sokabilen savunmacıların olması ayrı bir hassasiyet ama o durumda oyunu geriden dengeli bir biçimde başlatma imkanı doğuyor. Neuer gibileri sayesinde ise rakip daha atağının bittiğini idrak edemeden topu tek pasla kendi yarı sahasında bulup şaşırabiliyor.

Vakt-i zamanında Cruyff, hayli ileride kurduğı defansının arkasında kalecisini de ceza yayı civarına çekip ona bir nevi libero görevi veriyordu. Hatta kalecisi ona "ya orta sahadan biri ani bir şutla topu direk kaleye gönderirse ne yapacağım?" diye sorduğunda "gidip elini sıkar, tebrik edersin" diye cevap verecek kadar inançlıydı! Neuer'in becerisiyle direk alakası yok aslında. Biri rakibi yarı alanına daha da hapsediyor, diğeri ise ani bir pasla rakibi şaşırtıyor. Nesil ve anlayış farkı diyelim...

25 Nisan 2011

2 Saatte Gibson


Twitter'ı açıkçası o kadar sık takip etmiyorum. Arada sırada girip can sıkıntısıyla kim ne demiş bakıyorum öyle. Arkadaş çevremden de pek fazla kişi olmayınca oradan buradan ünlüdür futbolcudur takip ediyorum işte. Ama şansıma Darren Gibson'ın başına gelenlere kısmen şahit olabildim. Dün açtığı hesabını 2 saat içinde kapatmak durumunda kaldı adamcağız. Ferdinand'ın gazıyla açmış zaten ama takipçilerinden hiç de beklemediği tweet'ler bombardıman gibi gelince çareyi kepenk indirmekte bulmuş. Ama artık ne topçuluğuna laf söylenmemiş, ne şutları dağa taşa giden klasmanına sokulmamış, ne de 'seni umarım bu yaz satarız da kurtuluruz' denmemiş... Hepsini sadece 2 saatte okuyunca ne hissettiğini anlamak için futbolcu olmaya gerek yok.

Bu arada Gibson gerçekten de verimli bir sezon geçirmedi. 12'si ligde olmak üzere Manchester United ile 22 maça çıktı ve ortalama oyunda kalma süresi sadece 45 dakika civarında. İrlanda Milli Takımı'ndan hocası Trapattoni vakt-i zamanında "bu çocuğun oynaması lazım, başka takıma kiralık gitsin ama yeter ki oynasın" gibisinden kelamlar etmişti de Gibson "olmaz öyle şey; küçük takımda düşmeme mücadelesi vereceğime kalıp rekabetçi ortamda çırpınırım" diye bir şeyler söylemişti cevap olarak. Tecrübe işte, bir yerde durup dinlemek lazım bazen...

24 Nisan 2011

Kovboy

21 Nisan 2011

Haftasonu Gelince...



22 Nisan Cuma
20.00 Eskişehirspor – Trabzonspor (LİG TV)
21.30 Freiburg – Hannover (TRT 3 / TRT HD)

23 Nisan Cumartesi
13.30 Roma – Chievo (TV 8)
14.00 Karabük – Sivasspor (LİG TV)
14.45 Manchester United – Everton (SPORMAX / PL TV)
16.00 Inter – Lazio (TV 8 – Dönüşümlü)
16.00 Palermo – Napoli (TV 8 – Dönüşümlü)
16.30 E.Frankfurt – Bayern Münich (TRT 3 / TRT HD)
17.00 Bursaspor – Manisaspor (DIGI)
17.00 Liverpool – Birmingham (SPORMAX / PL TV)
19.00 Valencia – Real Madrid (NTVPOR)
19.30 Chelsea – West Ham (SPORMAX / PL TV)
19.30 Monchengladbach – Borussia Dortmund (TRT 3 / TRT HD)
20.00 Brescia – Milan (TV 8)
20.00 Galatasaray – Kayserispor (LİG TV)
21.00 Barcelona – Osasuna (NTVSPOR)
22.00 Juventus – Catania (SPORMAX)
23.00 Athletic Bilbao – Real Sociedad (NTVSPOR)

24 Nisan Pazar
14.00 Gençlerbirliği – Kasımpaşa (LİG TV)
14.00 Orduspor – Samsunspor (TRT 1)
16.00 Gaziantepspor – Antalyaspor (DIGI)
16.30 Wolfsburg – Köln (TRT 3 / TRT HD)
17.00 İstanbul Belediye – Ankaragücü (LİG TV)
18.00 Bolton – Arsenal (SPORMAX / PL TV)
18.00 Bordeaux – St. Etienne (KANAL A)
18.30 Nurnberg – Mainz (TRT 3 / TRT HD)
19.00 Bucaspor – Fenerbahçe (LİG TV)
20.00 Atletico Madrid – Levante (NTVSPOR)
22.00 Lorient – Lille (KANAL A)
22.00 Sevilla – Villarreal (NTVSPOR)

25 Nisan Pazartesi
20.00 Konyaspor – Beşiktaş (LİG TV)
20.00 Gaziantep Belediye – Adanaspor (TRT 1)
22.00 Blackburn – Manchester City (SPORMAX / PL TV)

20 Nisan 2011

Man Utd 2012


Manchester United'ın artık yine nasıl olduysa bir şekilde sızan yeni sezon deplasman forması... Renk olarak Inter, tasarım olarak Celtic karışımı olmuş diyebiliriz! İnsanın ilk anda gözünün alışabildiği bir forma olmamış, hatta pek yakışmamış diyelim tam olsun...

18 Nisan 2011

Anfield'ta Gözyaşları


Rafael Benitez, Hillsborough faciasının 22. yıldönümünde düzenlenen anma törenine katılmış. Olanlar yukarıda, fazla söze de gerek yok... Liverpool ahalisi 22 yıldır bu konudaki hassasiyetinden pek bir şey kaybetmedi. Belli ki Benitez'in de Liverpool sevdası çok eksilmemiş. Zaten efsanevi Shankly - Paisley - Fagan - Dalglish serisinin sonuna adını ekleyecek kadar çok seviyorlar orada Benitez'i.

17 Nisan 2011

Richie Rich

16 Nisan 2011

Bir Kara Sevda: Hillsborough


Kulübünüze olan sevginizi en iyi nasıl anlatırsınız? Birçok maçına giderek mi, yoksa hakkını her ortamda savunarak mı? Veya lisanslı ürünlerinden olabildiğince satın alarak mı? Tam 22 yıl önce 96 Liverpool taraftarı, sevdasının hayatına mâl olacağını bilmeden Hillsborough tribünlerindeydi. Olayı halen ilk günkü tazeliğinde yaşatan Liverpool ise her hattıyla kulüp sevgisinin canlı bir örneği olarak karşımızda.

Gönül verdiğiniz takımın maçını, mabed saydığınız sahada izlemeye giderken yol nasıl geçer bilmezsiniz. Hele ki stadyuma yaklaşırken tribünleri yavaştan duymaya başlar, adımlarınızı hızlandırırsınız. Bir an önce içeri girmeyi, yemyeşil zemine alabildiğine bakmayı, çim kokusunu içinize çekmeyi istersiniz. Hepsi, aşığı olduğunuz takıma kavuşmak için... Taraftarlığın en saf ve güzel anlarından biri olan tatlı bir duygudur bu. Ne var ki 22 yıl önce Hillsborough stadyumunda benzer hislerin peşinden koşan 96 aşığın sonu mutlu olmadı.

15 Nisan öğleninde Liverpool, Federasyon Kupası yarı final müsabakası için Brian Clough’ın Nottingham Forest’ı ile karşılaşmak üzereydi. Dalglish’in ekibi bir önceki sezon da aynı sahada maç oynamış ve taraftarlar yine Leppings Lane adlı tribünde sorunsuzca yer almıştı. Ancak bu kez oynanan maçın ehemmiyeti nedeniyle durum farklıydı. Öyle ki, karşılaşma başladığında zaten dolmuş olan 14600 kapasiteli Leppings Lane’in dışında halen bekleyen 5000 taraftar vardı. Tamamı, takımını bu önemli maçta yalnız yürütmemek ve o heyecanı paylaşmak adına delicesine tribünde yer almak istiyordu.


Turnikelere yaklaşanlar, içeri giremeyeceklerini anlamışlardı. Nitekim görevli polisler de bunu doğruluyordu. Ancak geri dönmek için çok geçti çünkü arkalarında gittikçe büyüyen küçük bir ordu vardı. Ya içeri girip aşıklarına kavuşacaklar, ya da orada sıkışıp kalacaklardı. Nihayet o kargaşa içinde turnikeler açıldı ve yüzlerce kişi tribüne akın etti. Benzer izdiham orayı da kasıp kavurunca felaket kaçınılmaz oldu. Zira binlerce taraftar, duvarların ve tel örgülerin çevirdiği küçücük bir alanda sıkışıp kalmıştı.

Hakem Ray Lewis maçı durdurduğunda henüz 6. dakika oynanıyordu. Bu süre, 94 taraftarın oracıkta boğularak can vermesine yetmişti. 2 kişi de kaldırıldığı hastanede veda ediyordu hayatına. Olay, Liverpool gibi köklü bir kulübü derinden sarstı. Ardından hazırlanan Taylor raporu ise, İngiliz tribünlerini temelden değiştirecek kararlara imza atıyordu.

Dönüm Noktası: Taylor Raporu
İngilizler aslında Hillsborough faciasına kadar tribün olaylarına yabancı değildi. Yaşanan kavgalar veya sahaya giren taraftarlar artık normal karşılanıyordu. Öyle ki; maç izlemeye gitmek, holiganlıkla eş tutulur hale gelmişti. Kısacası enerjisini uzun süre biriktiren bu yanardağ, ilk büyük patlamasını 1985 Mayıs’ında Heysel faciası ile yapmıştı. Ancak Heysel sonrasında yapılan stadyum reformları yeterli değildi. Nitekim ikinci dalga olan Hillsborough, artık İngiliz tribünlerinde hiçbir şeyin eskisi gibi olmayacağının habercisiydi.

Tamamı koltuklu tribünler, girmesi ve çıkması kolay stadyumlar, detaylı güvenlik önlemleri, hepsi oturur vaziyette ve düzeyli kontrol  altında maçını izleyen taraftarlar... Bunların tamamı, olayın suçunu büyük oranda görevli polislere yıkan, ancak yine de reform gereksinimini göz ardı etmeyen Taylor raporunun görünen sonuçları. Ne var ki buzdağının bir de su altındaki tarafı var.

Raporun ön gördüğü stadyum düzenlemeleri, her kulübün kolaylıkla altından kalkabileceği türden değildi. Dolaylı vergilerle halktan toplanan para sayesinde, gerekli reformları yapacak olan ilk iki ligdeki her takımın kasasına ortalama 31 milyon £ girdi. Yani halkın bire bir yansıması olan tribünlerin güvenliği, yine onun parasıyla karşılandı. Yalnız durum bu kadarla da kalmadı. Zira birçok Avrupa ülkesinin çoktan uygulamaya koyduğu modern tribünlerde maç izlemek, eskisi kadar ucuz olmayacaktı. Aslında Lord Taylor, bunun için de bir yol düşünmemiş değildi. O zamanın parasıyla biletlere ortalama 6 £’luk bir fiyat biçmişti, ki bu rakam günümüzde 15 £ civarına denk geliyor. Bugün İngiltere’de 40 £’dan ucuz bilet bulmanın ne kadar zor olduğunu düşünürsek, Taylor Raporu’nun bu konuda pek ileri görüşlü olamadığı sonucunu çıkarabiliriz.


Kısacası Hillsborough faciası, Kenny Dalglish’in de söylediği üzere Ada’daki dar gelirli kesimi günden güne stadyumlardan uzaklaştırdı. Zira olay, endüstriyel futbolun ivme kazanmaya başladığı bir zaman dilimine denk gelmişti. Dolayısıyla bir yandan “müşteri” kimliği de kazanan taraftar, kulübün çarklarının dönmesi adına artık çok daha kritik bir noktadaydı. Raporun asıl gözden kaçırdığı nokta tam da buydu.

Sonuç olarak hop oturup hop kalkan, hareketin hiç eksik olmadığı o genç ve dinamik tribünler, yerini yavaşça yaş ortalaması daha yüksek, bol gelirli ve nispeten sessiz bir topluluğa bıraktı. İşçi sınıfından veya ortadirek ailelerden maç izlemeye gelenler günden güne yok oldu. Hatta yıllar sonra Alex Ferguson, bu noktada kendi taraftarını tiyatro seyircisine benzetmekten çekinmeyecekti!

Dalglish Gözüyle Hillsborough
Hillsborough trajedisi, hiç şüphe yok ki Kenny Dalglish’in kariyerinden de öte hayatının dönüm noktalarından biri. Ardından Liverpool’un başına geçtiği Heysel faciasını da yakından yaşamıştı ama Hillsborough onun gözünde daima farklı kaldı. Kırmızı renkli formanın birinci dereceden sevdalısı olarak, onun uğruna hayatını kaybeden insanları en iyi o anlayabilirdi.


Olay sonrasında yanına birkaç futbolcuyu da alarak yetişebildiği tüm cenazelere katıldı Dalglish. Aynı şekilde hastanede tedavi gören kulüp aşıklarını da yalnız bırakmamaya özen gösterdi. Facia ile ilintili her ortamda ve tüm yas dolu törenlerde dimdik ayakta kalan hep o oldu. Ve ölenlerin yakınları, kasırganın ortasındaki bir meşe ağacı gibi sapasağlam duran Dalglish’e tutundular. O da bu acıyı ertesi sezon şampiyonluğa çevirerek taraftarına en güzel hediyeyi verdi. Ancak koca bir kulübün matemini neredeyse tek başına eritmek, bir noktada Dalglish’e bile fazla geldi. Ertesi sezon ayrılık vakti gelmişti. Görevi bıraktıktan sonra Hillsborough Stadı’nın ev sahibi olan Sheffield Wednesday’den teklif aldı. Ne var ki, Leppings Lane’in kötü anıları gözünün önünden hiç gitmiyordu. Ve hiç düşünmeden reddetti.

16 Nisan’dan itibaren tüm Liverpool taraftarı Anfield’a akın ediyordu. Omuz omuza tezahürat yaptıkları kişilerle bu acıyı paylaşmak, içindekileri dökmek için... Dalglish, bu kadar aşığı sokakta bırakacak değildi. Hemen kapıları açtırdı ve taraftarlar, ölenlerin anısına Anfield’ın çimlerine hatıra eşyaları bırakmaya başladı. Hüzünle dolu bir yağmur bulutunun yol açtığı sağanak misali bu ritüel günlerce devam etti. Yaşanan duygu yoğunluğunu da en iyi şekilde ifade eden, biyografisinde yazdığı üzere Dalglish oldu:

“Bir sabah, daha kimsecikler yokken, sembolik eşyalarla dolu sahaya çıktım ve çocuklarımın oyuncaklarını Kop tarafındaki kalenin direklerine bağladım. Kaleler, zemin ve Kop tamamıyla çiçekler, atkılar ve çeşitli hatıralarla doluydu. Bunu hayatımda tanık olduğum ‘en üzücü ve en güzel’ an olarak tanımlayabilirim. Tam olarak böyleydi gerçekten. O hatıraların orada var oluş sebebi üzücüydü ama onları görmek bir yandan muhteşemdi. Kop boyunca yürümek o kadar duygusaldı ki... Birçok insan, sevdiği kişinin bir zamanlar maç izlediği yere hatıralarını bırakmıştı. Yan yana tezahürat yaptıkları takımdaşlarının adına özel anılar ve mesajlar vardı. Bariyerlerin bir kenarına bırakılan iki portakal beni gerçekten çok etkiledi. Ağlamamak için kendimi zor tuttum. Çok önemsiz gibi görünen ama birçok manası bulunan iki portakal... Kim bilir? Belki de iki taraftar, devre arasında paylaşmak üzere, sırayla her maça iki portakal getiriyordu. Onları buraya bırakan kişinin bir daha Kop’a uğrayıp uğramadığını merak ediyorum. “


Bir Sembol Olarak Hillsborough
15 Nisan 1989’da olanları, bugün birçok tema ile ifade edebiliriz. Ancak yaşanan tüm bu trajediye rağmen günümüzde akla ilk gelen, Liverpool taraftarının 22 yıldır eşsiz biçimde örneklendirdiği üzere “kulüp sevgisi” oluyor. O günden beri malum 96 kişiyi bir şehit misali onurlandırdıkları gibi, onlara dil uzatanları hiç affetmediler.

Olay hakkında yalan haber yayımlayan ve Liverpool taraftarını sarhoş olarak niteleyen The Sun gazetesi, şehirdeki satışları neredeyse sıfıra inince cevabını feci şekilde almış oldu. Sonraki yıllarda da Hillsborough trajedisi üzerinden ciddiyetsiz yazılar içeren birçok yayın organı, olay daha dün yaşanmışçasına tepki gördü. Son olarak 2009 yılındaki anma töreni sırasında yanındaki futbolcu ile şakalaşırken görüntülenen yedek kaleci Charles Itandje, tam 14 gün kulüpten men cezası aldı. Özür dilemesine rağmen taraftarlarca hiç affedilmeyen oyuncu bir daha kulüpte barınamadı.

96 talihsiz ve sevdalı taraftar, şekli ve nedeni ne olursa olsun son nefeslerini tek bir gölgenin altında verdi. O da Liverpool’a duydukları aşktan başkası değildi. Yakınları, tribün arkadaşları ve tüm şehir bu gölgenin uğrunda gözyaşı döktü. İhtiyaç duydukları zaman sarılacakları bir efsane olarak Dalglish her seferinde yanlarındaydı. O 15 Nisan sonrasında İngiltere’de hiçbir stadyum eskisi gibi olmadı, olamadı... Ancak kulüp sevgisinin ne derece yoğun bir duygu olabileceği, hiç unutulmayacak biçimde hafızalara kazındı.

Not: TamSaha dergisinin Nisan sayısında yayımlanmıştır. Hillsborough'nun yıldönümü dün olmasına rağmen işten güçten burada paylaşmaya vakit bulamadık işte.

15 Nisan 2011

Haftasonu Gelince...



15 Nisan Cuma
20.00 Beşiktaş – Gençlerbirliği (LİG TV)
21.30 Mainz – Mönchengladbach (TRT 3 / TRT HD)

16 Nisan Cumartesi
14.00 Ankaragücü – Bucaspor (LİG TV)
14.00 Boluspor – Çaykur Rizespor (TRT 1)
16.00 Karabük – İstanbul Belediye (DIGI)
16.30 Hamburg – Hannover (TRT 3 / TRT HD)
17.00 West Bromwich – Chelsea (SPORMAX / PL TV)
19.00 Roma – Palermo (SPORMAX)
19.00 Fenerbahçe – Gaziantepspor (LİG TV)
19.15 Manchester City – Manchester United (NTVSPOR – FA Cup)
21.45 Milan – Sampdoria (SPORMAX / TV8 – Dönüşümlü)
21.45 Parma – Inter (SPORMAX / TV8 – Dönüşümlü)
21.45 Heracles – PSV (BEYAZ TV)
22.00 Lille – Bordeaux (KANAL A)
23.00 REAL MADRID – BARCELONA (NTVSPOR)

17 Nisan Pazar
14.00 Diyarbakırspor – Denizlispor (TRT 6)
14.00 Mersin İdman Yurdu – Altay (TRT ANADOLU)
14.00 Sivasspor – Kasımpaşa (DIGI)
14.00 Tavşanlı Linyitspor – Orduspor (TRT 1)
15.00 Kayserispor – Konyaspor (LİG TV)
15.30 NEC Nijmegen – Ajax (BEYAZ TV)
16.00 Fiorentina – Juventus (SPORMAX / TV8)
16.30 Bayern Munich – Bayer Leverkusen (TRT 3 / TRT HD)
17.00 Antalyaspor – Eskişehirspor (DIGI)
17.00 Samsunspor – Kayseri Erciyes (TRT 1)
18.00 Arsenal – Liverpool (SPORMAX / PL TV)
18.00 Bolton – Stoke (NTVSPOR – FA Cup)
18.00 Montpellier – Marseille (KANAL A)
18.30 Borussia Dortmund – Freiburg (TRT 3 / TRT HD)
19.00 Trabzonspor – Bursaspor (LİG TV)
21.45 Napoli – Udinese (SPORMAX / TV 8)
22.00 Espanyol – Atletico Madrid (NTVSPOR)
22.00 PSG – Lyon (KANAL A)

18 Nisan Pazartesi
20.00 Manisaspor – Galatasaray (LİG TV)
20.00 Karşıyaka – Giresunspor (TRT 1)
22.00 Villarreal – Zaragoza (NTVSPOR)

14 Nisan 2011

Siyah Liverpool

Liverpool'un sitesinde de yer alan yeni dış saha forması... Bu blogda paylaştığım yeni formalar arasında en beğendiğim açık ara budur işte. Beşiktaş seneye oradaki ince kırmızı çizgilerin yerine beyazlarını ekleyip şu tasarımı giyse gayet havalı durabilirdi. Hatta direk bu bile olabilir! Yanılmıyorsam 2000/01 sezonunda gri bir deplasman forması vardı Beşiktaş'ın; ki o zamanlar onu da pek severdim.

13 Nisan 2011

Chelsea '12


İşte bu da yeni sezonda Stamford Bridge tribünlerinin izleyeceği forma. Üretici firmalar Premier Lig'de genelde iç saha formalarının bir iki çizgisinin rengini değiştirip, ufak nüanslarla yeni sezona girer ama Chelsea'ninki en azından bu kalıbın dışına çıkmış diyebiliriz.

12 Nisan 2011

Bobo'nun Son 50 Günü


Beşiktaş forması altında 2005 yazından bugüne oynanan 210 resmi maç ve 57'si ligde olmak üzere atılan 92 gol... İstatistiklerin sahibi Bobo'dan başkası değil. İlk geldiğinde "o nasıl isim" dediğimiz adam resmen gözümüzün önünde büyüdü, gelişti ve 26 yaşına geldi. Ama gelin görün ki tam 50 gün sonra bugün, federasyonun resmi verilerine göre sözleşmesi bitmiş olacak. Hani "Türk futbolcusunun değeri bilinmiyor, yabancılar kayırılıyor" diye bir sav var ya?  Beşiktaş'taki durum bunu da geride bıraktı. Kulübün kendi yetiştirdiği adam Almeida'nın gölgesi ve Forlan ile Reyes'in transfer söylentileri altında yuvadan uçmak üzere.

Semih'e müzmin yedek diyoruz çünkü yabancı ve sükseli forvet sevdası varken hiçbir zaman takımın birinci forveti imajını çizemeyecek. Kendinden kaynaklı bir durum değil başka bir deyişle. E Bobo'nun günahı ne? 3 post aşağıda belirttiğimiz üzere, 6 yıl önce geldiğinde Atatürk Havalimanı'nı omuzlarla terk etmemesi mi? Yeterince yüksek bonservis ödenmemesi mi? Yoksa yanında fotoğraf çektirmeye değer karizmatik bir teknik direktörle yakınlığı olmaması mı?

Neyse... Hani pek anlamadığınız teknolojik bir alet, misal fotoğraf makinesi, satın alacakken piyasayı araştırır, sonunda birkaç model arasında kararsız kalır, teknik detaylarından çok anlamadığınız için "hangisi pahalıysa o iyidir" mantığı güdersiniz ya? Beşiktaş yönetimininki de buna benziyor işte. Her zaman daha pahalısı olabilir ama bazen hiçbiri sana elindeki kadar fayda sağlamayabilir.

11 Nisan 2011

Renksizlik



Üstteki fotoğrafı ve altındaki son puan durumunu bir arada görüp içinin cız etmesi için insanın Galatasaraylı olmasına gerek yok. Eğer gerçekten futbolseversen ve taraftarlığı özümsemişsen tuttuğun takım fark etmiyor çünkü bir yerden sonra. İlk fotoğraf tam anlamıyla duygu yüklü. Gözleri yaşartacak, hatta oraya yıllardır bağlı kişileri direk ağlatacak cinsten. Diğeri ise acı ve keder verici bir tablo. Bu iki duygu unsurunu aynı anda içinde hisseden, hissetmek zorunda kalan gerçek bir taraftarın halini düşünemiyorum. Bir yanda yılların tarihi orada yerle bir olurken, o mabedin değerini tam olarak özümseyemeyen bir sürü oyuncuyla dolu takım artık neredeyse küme düşmeme savaşı veriyor. İşte bir tezat daha... Bu kadar karşıtlığı ve hüzünlü hissi bir arada tatmak neresinden bakarsanız bakın adil değil. Şu noktada renklerin ne önemi var ki?

10 Nisan 2011

Alpler'de Yaşam

9 Nisan 2011

Atatürk Havalimanı ve Beşiktaş


Halen Forlan, halen Reyes... Ne diyeyim ki artık, koskoca bir futbol kulübünü yöneten bir insan güruhu hiç mi, ama hakikaten hiç mi akıllanmaz? İçinde bulunduğu sezondan hiç mi ders almaz? Beşiktaş'ı yönetenler 'nerede hata yaptık' sorusunu hiç soruyorlar mı kendilerine merak içindeyim. Bu soruyu soruyorlarsa çözümü yine transferde buluyorlar belli ki! Önümüzdeki sezon onlarla da bu iş olmazsa ne olacak peki? Transferin sonu gelmez ki bu mantıkla! O zaman ne güzel dünya; kendi oyuncunu yetiştiremedikten sonra, hele babandan yüklüce para da kaldıysa Messi'ye veya Ronaldo'ya kadar yolun var. Olmadı gidip Mourinho ile fotoğraf çektirip 'ne de güzel dünya kulübü olduk ha' diye hayal dünyasında gezersin. Daha yeni sezonda teknik direktörün bile belli değilken FM oynar gibi gidip ünlü futbolcu peşinde koşarsın. Nasıl olsa taraftarının da en etkili olduğu ve heyecanla beklediği yer İnönü'den ziyade Atatürk Havalimanı oldu artık. Sen de oraya oynayıver işte her sene...

8 Nisan 2011

Haftasonu Gelince...


8 Nisan Cuma
20:00 Bursaspor-Antalyaspor / Lig TV
21:30 E.Frankfurt-Werder Bremen / TRT 3 & TRT HD

9 Nisan Cumartesi
14:00 Denizlispor-Samsunspor / TRT 1
14:00 Bucaspor-Karabükspor / Lig TV
14:45 Wolves-Everton / PL TV
16:00 Konyaspor-Manisaspor / Digi Kanal
16:30 Nuremberg-Bayern Munih / TRT 3 & TRT HD
17:00 Chelsea-Wigan / Spormax
19:00 Eskişehirspor-Fenerbahçe / Lig TV
19:00 Inter-Chievo / TV8 & Spormax
19:00 A.Bilbao-Real Madrid / NTV Spor
19:30 Stuttgart-Kaiserlaustern / TRT 3 & TRT HD
21:00 Barcelona-Almeria / NTV Spor
21:45 Udinese-Roma / Spormax
22:00 Brest-Rennes / Kanal A
23:00 Mallorca-Sevilla / NTV Spor

10 Nisan Pazar
13:30 Juventus-Genoa / TV8
14:00 İBB-Sivasspor / Digi Kanal
14:00 Gaziantepspor-Ankaragücü / Lig TV
14:00 Orduspor-Adanaspor / TRT Anadolu
14:00 Giresunspor-Altay / TRT 1
15:30 Ajax-Groningen / Beyaz TV
15:30 Blackpool-Arsenal / Spormax
16:00 Lazio-Parma / TV8
17:00 Gençlerbirliği-Kayserispor / Digi Kanal
17:30 PSV-Heerenveen / Beyaz TV
18:00 Aston Villa-Newcastle / Spormax & PL TV
18:00 Marseille-Toulouse / Kanal A
18:30 Leverkusen-Saint Pauli / TRT 3 & TRT HD
19:00 Galatasaray-Trabzonspor / Lig TV
19:00 Rizespor-Kartalspor / TRT 1
21:45 Fiorentina-Milan / Spormax & TV8
22:00 Lyon-Lens / Kanal A

11 Nisan Pazartesi
20:00 Kasımpaşa-Beşiktaş / Lig TV
20:00 Gaziantep BB-Boluspor / TRT Anadolu
22:00 Liverpool-Manchester City / Spormax & PL TV

7 Nisan 2011

Yarı Finale Doğru


Şampiyonlar Ligi'nde ilk çeyrek final maçları sonrası muhtemel tur atlayacak takımlar, belki de hiç bu kadar net belli olmamıştı. Dün Stamford Bridge'deki maçın çok değişik bir skorla geçmesini beklemiyordum. Sonuçta Alex Ferguson tam bir kontrol oyunu taraftarı ve takımını özellikle önemli maçlarda öne geçip skoru korumaya yönelik oynatıyor. Ama diğer maçların tümü şaşırttı açıkçası. Schalke'nin mucizevi galibiyetini özellikle bekleyen bile yoktu. Aynı şekilde Barcelona'nın biraz olsun zorlanmasını da beklerdim.

Şimdi 18 günde 4 tane El Clasico izleyecek olmak tüm dünyayı heyecanlandırıyor. Tarihte kaç futbolsevere nasip olmuştur ki? Ya da olmuş mudur? Bu açıdan gayet şanslı bir nesil sayılabiliriz işte! Çünkü ilk yarıdaki 5-0'lık maçla birlikte tek başına hikayesi yazılabilecek bir 18 gün olacak bu. Öyle ki; tarih, dünya üzerinde 2010/2011 sezonunun baş kahramanları olarak Real Madrid ile Barcelona'yı pek ala yazabilir.

6 Nisan 2011

Çeyrek Final, 180 Dakika, 11 Gol


Şampiyonlar Ligi çeyrek finalinde ilk iki maç ve toplam 11 gol... İnsanın ilk etapta inanası gelmiyor. Eve gelip, Papatyam'dan da feragat edip (!) R. Madrid - Tottenham maçını internetten izlemeye başladığımda dakika 15, durum 1-0, Tottenham 10 kişiydi. Crouch'un 14 dakikada iki sarı kartı nasıl bir psikolojiyle gördüğünü merak ediyorum. O dakikadan sonra maç bitmiş gibiydi zaten. Gomes hariç neredeyse 9 kişi defans yaptı Tottenham ve 60. dakikaya gelmeden pilleri bitti. Onlar ayakta bile duramadıkça Mourinho'nun adamları bunaltmaya devam etti. Crouch atılmasaydı en azından Tottenham bu kadar geri yaslanmak zorunda kalmayacaktı. Bir de Bernabeu havası başka işte, çarpıyor adamı...

Schalke'nin yaptığı, ağızları açık bırakacak cinsten. 3 günde iki ölümcül maçta 8 gol yiyerek mağlup olan Leonardo şimdiye dek iyi giden Inter macerasına kara bir köşe taşı eklemiş oldu böylece. Bugünkü maçlar için ise asıl tercihim Barcelona - Shakhtar olurdu ama kısmet... Star'ı maç verirken bulmuşuz, en azından adamakıllı izleyelim.

Lucescu Guardiola'yı ne derece zorlar bilemeyiz ama eğer Rumen hoca izin verirse sezona bir El Clasico daha eklemiş olacağız. Kader resmen Barcelona'ya kendini bir kez daha kanıtlaması için Mourinho'ya fırsat üstüne fırsat veriyor!..

3 Nisan 2011

Avrupa'da Gol Krallığı: Nisan



İngiltere:    Berbatov (Man. Utd.)     20 gol
İspanya:      Messi (Barcelona)            27 gol
Almanya:   M. Gomez (Bayern)         19 gol
İtalya:          Di Natale (Udinese)          25 gol
Fransa:        Moussa Sow (Lille)           20 gol
Portekiz:    Hulk (Porto)                       20 gol
Ukrayna:   Seleznov (Dnipro)            13 gol
Hollanda:  Bulykin (Den Haag)         18 gol
Türkiye:    Alex (Fenerbahçe)            19 gol


Gol krallığı listemizde Mart ayındakinden pek bir fark yok. Artık sezon yorgunluğunun da iyice devreye girdiği şu dönemde gol konusunda yüksek bir ivme beklemek zor zaten. En büyük çekişme ise sezon başından beri olduğu gibi La Liga'da. Hatta Messi ile Ronaldo arasındaki rekabetin bu sezon Barcelona ile Real Madrid arasındakinden daha zorlu olduğunu söyleyebiliriz! Öyle ki, ikisi de ligde 27 maçta 27'şer gole  imza atmış durumdalar. Ancak Messi sadece 35 dakika daha az sahada kalarak bu istatistiği elde etti. İkisi yıldızı şu an için ayıran şey de sadece bu.


Serie A'da da aslında benzer durum söz konusu. Aynı gol sayısına sahip Di Natale ve Cavani'nin arasında sadece bir 90 dakikalık fark var. İtalya'da 2005/06 sezonunda Toni'nin attığı 31 gole en çok yaklaşan, geçen sezon 29 golle yine Di Natale olmuştu. Bu rakama ulaşmak için önünde 7 maç daha var. Maç başına 0,83 gol ortalaması olan Di Natale bu formla giderse istatistikî olarak 31'i bulacak. 


Ama tabi ne demişti yıllar önce Talay Erker? "Hagi sana 4o metreden bir çakar, nereye koyacağını bilemezsin o istatistikleri!". Bir yerde 'top yuvarlak' deyip nokta koymak lazım işte...

Alman Askeri

* Yerde uzanan askerin okuduğu mektuba dikkat!..

Sarı Liverpool


"Acaba?" konseptli diyebileceğim sızma forma fotoğraflarının sonuncusu yukarıdaki gibi. Eğer doğruysa, Liverpool önümüzdeki sezon deplasmanda sarılı kırmızılı olacak. İlk kez bu renk bir forma giymiyorlar. Hatta UEFA Kupası'nı aldıkları sezon da yanlış hatırlamıyorsam vardı böylesi. Belki de bu yüzden hiç sırıtmadı gözümde, hatta beğendiğimi de söyleyebilirim...

1 Nisan 2011

TamSaha Nisan


TamSaha dergisinin Nisan sayısı yayında. Dünya ve Türkiye futbolunun gündemindeki konuları, röportaj ve dosyalarla ele alan derginin 78. sayısında, Gaziantepspor'un Almanya'dan gelir gelmez parlayan golcüsü Cenk Tosun'un çarpıcı hikâyesi: "Futbol benim aşkım"

Polonya futbolunun 2000'li yıllarına damgasını vuran Wisla Krakow'da 10 yıl forma giyip 6 şampiyonluk yaşadıktan sonra Trabzonspor'a transfer olan Arkadiusz Glowacki, takımının şampiyonluk şansı için, "İkinci yarının başındaki hatalarımızdan gereken dersi çıkarttık, bu yarışta sonuna kadar varız" diyor: "Azim ve disiplinin adresi..."

Tüple dalıştan doğa sporlarına, skydiving'e kadar farklı branşlarla ilgili, eski bir kaleci. Takım arkadaşları arasında Ümit Bozkurt, Tayfun Türkmen gibi ünlüler de bulunuyor. İngilizcesini ilerletmek için İngiltere'de çocuk bakıcılığı, ABD'de ise engellilere eğitmenlik yaptı. Eğitim Psikolojisi bölümünde yüksek lisansını tamamladı, doktorasını sürdürüyor. Yardımcı hakemlikteki çıkışını da performansının dışında ileri derecedeki İngilizcesine, geçmişte futbol oynamasına ve eğitimine borçlu. Cem Satman:

Çocuk da baktı, kariyer de yaptı....

Altyapısından yetiştiği Galatasaray'da aradığı çıkışı bu sezon Manisaspor'da yakalamasını "Çünkü huzuru buldum" sözleriyle açıklıyor. Tıpkı soyadı gibi kendisine "güven" duyulduğunu hissettiği zaman hep başarılı olacağına inanıyor. İstanbul'daki futbolculuk kariyeri önce yoksulluk, sonra da saha dışındaki sıkıntılarla geçmiş alçakgönüllü oyuncu, çok mutlu olduğu Manisaspor'a uzun yıllar hizmet etmek istiyor, geri dönmeyi ise aklından bile geçirmiyor. Mehmet Güven: "Anadolu'da huzur buldum..."

Bursaspor'un Pignel ve Sörloth'tan 14 sene sonra kadrosuna kattığı İskandinav oyuncu, orta sahadaki güçlü ve çalışkan kimliğiyle giderek daha vazgeçilmez bir konuma geliyor. Manchester United'ın da transfer listesinde yer alan İsveçli, genç oyunculara "Ben bugünkü konumuma antrenmanlarda işi sıkı tutarak geldim" diyerek yol gösterirken, gelecekteki hedefini Premier Lig olarak açıklıyor. Gustav Svensson: Bursa'nın üçüncü Vikingi...

Türkiye onu henüz 11 yaşında televizyon ekranlarında Maradonavarî hareketleriyle tanıdı. Hemen ardından da Barcelona'ya transferi gündeme geldi. Küçük omuzlarına yüklenen ağır şöhret yüküyle sendelese de yıkılmadı. Ege Kupası'nda ilk yarısı 2-0 geride biten Danimarka maçının ikinci yarısında yaptığı hat-trick, onun oyunu çevirme gücü hakkında fikir veriyor. 16 yaşında Beşiktaş A takımının da formasını giymeyi başardı ve sahada kaldığı 50 dakikayı unutulmazları arasına yazdı. Genç oyuncu yaşadıklarını ve hayallerini TamSaha'yla paylaştı. Muhammed Demirci: En küçük Kartal...

Bucaspor'da forma giydiği uzun yıllarda attığı gollerle adı hep transfer listelerinin üst sıralarına yazıldı. Nihayet bu sezonun başında beklenen sıçramayı yaptı ve Galatasaray'a imza attı. Ancak ilk yarıda umduğunu bulamadı ve biraz daha pişmek umuduyla Konyaspor'a kiralandı. Şimdi sezon sonunda daha güçlü bir şekilde geri dönmenin çabası içinde. Genç golcü, oyuncuların büyük takımlarda karşılaştığı zorlukları TamSaha'ya anlatıyor. Mehmet Batdal: "Oyuncu sabırla kazanılır..."

16 yaşında Sakaryaspor'dan direkt Fenerbahçe'nin A takımına transfer oldu. Fenerbahçe'nin efsane sol beki Roberto Carlos sarı-lâcivertli takımdan ayrılırken, vâris olarak onu gösterdi. U17 Millî Takımıyla Avrupa Şampiyonası ve Dünya Kupası finallerinde oynadı. Yaşadığı sakatlıklar nedeniyle kariyeri biraz sekteye uğrasa da Mersin İdman Yurdu'nun ardından Manisaspor'daki kiralık döneminde kendisini geliştirerek çok daha güçlü bir biçimde geri dönmeye çalışıyor. Onur Karakabak: Roberto Carlos'un veliahdı

Ayrıca, "En iyi pazarlanan lig Bundesliga", "Zoraki emekliler", "Futbolun centilmenleri", "Adam olacak çocuklar", "Frank Arnesen: Yıldız kâşifi", "Salonda tarih yazıldı", "İnka diyarında samba rüzgârı", "Hillsborough... Bir kara sevda", "Armaların Dili: Tarih ve politikanın izleri", "İtalyan futbolu komada", "Katar'ın lokomotifi futbol" dosyalarıyla TamSaha'nın Nisan sayısında da futbol kültürünün değişik konularıyla, farklı bir içerik yer alıyor.

Haftasonu Gelince...



1 Nisan Cuma
21.30 St. Pauli – Schalke (TRT HD / TRT 3)

2 Nisan Cumartesi
14.00 Karabükspor – Gaziantepspor (DIGI)
14.00 Tavşanlı Linyitspor – Denizlispor (TRT 1)
14.45 West Ham – Manchester United (SPORMAX / PL TV)
16.00 Sivasspor – Beşiktaş (LİG TV)
16.30 Borussia Dortmund – Hannover (TRT HD / TRT 3)
17.00 Ankaragücü – Eskişehirspor (DIGI)
17.00 Stoke City – Chelsea (SPORMAX / PL TV)
19.00 Trabzonspor – Konyaspor (LİG TV)
19.00 Real Madrid – Sporting Gijon (NTVSPOR)
19.30 Arsenal – Blackburn (SPORMAX / PL TV)
19.30 Hoffenheim – Hamburg (TRT HD / TRT 3)
19.45 Twente – PSV (BEYAZ TV)
21.00 Getafe – Valencia (NTVSPOR)
21.45 Milan – Inter (SPORMAX / TV 8)
21.45 Feyenoord – AZ Alkmaar (BEYAZ TV)
22.00 Toulouse – Montpellier (KANAL A)
23.00 Villarreal – Barcelona (NTVSPOR)

3 Nisan Pazar
13.30 Napoli – Lazio (TV 8)
14.00 Mersin İdman Yurdu – Çaykur Rizespor (TRT 1)
14.00 Altay – Akhisar Belediye (TRT HABER)
14.00 Kartalspor – Gaziantep Belediye (TRT 6)
14.00 Manisaspor – Gençlerbirliği (DIGI)
15.30 Fulham – Blackpool (SPORMAX / PL TV)
15.30 Ajax – Heracles (BEYAZ TV)
16.00 Kayserispor – Kasımpaşa (LİG TV)
16.00 Lecce – Udinese (TV 8)
16.30 Köln – Nürnberg (TRT HD / TRT 3)
17.00 İstanbul Belediye – Bucaspor (DIGI)
18.00 Manchester City – Sunderland (SPORMAX / PL TV)
18.00 Nice – Lyon (KANAL A)
18.30 Wolfsburg – E.Frankfurt (TRT HD / TRT 3)
19.00 Fenerbahçe – Bursaspor (LİG TV)
19.00 Samsunspor – Karşıyaka (TRT 1)
21.45 Roma – Juventus (SPORMAX / TV 8)
22. 00 Lens – Marseille (KANAL A)
22.00 Osasuna – Atletico Madrid (NTVSPOR)

4 Nisan Pazartesi
20.00 Antalyaspor – Galatasaray (LİG TV)
20.00 Diyarbakırspor – Giresunspor (TRT ANADOLU)

ShareThis

Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...