Subscribe Twitter Twitter

31 Aralık 2011

Daha Beyaz Yıllara...


2011'i öyle unutulmaz güzellikleri olan bir yıl olarak hatırlamayacak sanırım birçoğumuz. Gerek genel gündem, gerekse futbol bazında... Şimdi 2012'ye giriyoruz diye ne kendi hayatımızda ne de dünya gündeminde olan olaylara format atıp yaşamaya devam etmeyeceğiz elbette. O yüzden yeni bir yıla başlarken tüm dertleri tasaları unutup müthiş umutlar ve yepyeni planlar içine girmedim hiç. Kalabalık bir eş dost grubuyla toplanıp güzel muhabbet edip eğlenmek için sıradan bir bahane işte bu da... Ama yine de beklentileri oluyor insanın ister istemez. Zira geri dönüp son bir yıla baktığımda karanlık bir 52 hafta görüyorum.

'Hayat futbola fena halde benzer' geyiği hep manasız gelmiştir bana. Hayat her şeyi ama her şeyi içine kapsayan bir unsur olduğu için elbette bu 'her şeye' fena halde benzeyecek, sadece futbola değil! Biz en çok futbolu gördüğümüz için onu hayatın ta kendisi olarak algılıyoruz, ki saçma... 2011'de ayyuka çıktığı üzere benim hayatım böyle bir futbol anlayışından ibaret olacaksa yaşamayayım daha iyi o zaman! Bu kadar kirli bir hayatım olsun istemem. Hayat futboldan ibaret değil kesinlikle. O yüzden bu bloğun ana teması futbol olsa bile futboldan öncelikli olarak 2012'den dilenecek çok şey var. Barış dolu bir yılı elbette hepsinden çok isterim ama savaş yeni yıl eski yıl dinlemiyor en nihayetinde. En azından niyetler barışçıl olsun o da yeter...

Yine de bloğun temasından kopmayalım! Yeşil sahalarda daha temiz, daha beyaz ve daha mutlu bir yıl diliyorum içten içe...

2011'deki futbol olaylarını TamSaha'nın Ocak sayısı için yazdım. Yayımlandıktan sonra burada da paylaşırım. Bu arada 2011 futboluna kadın gözüyle bir bakış için şuradan buyrun.

20 Aralık 2011

Bend It Like Beckham!


Futbolcuların saha dışındaki görüntüleri arasında izlediklerim arasından en komiği budur belki de... Manchester United'lı üç futbolcu, kulübün kanalı MUTV adına bir programa katılıyor ve sessiz sinema tarzı bir oyun oynuyor. Rooney'nin görevi, Giggs ve Evans'a "Bend it like Beckham" temasını anlatmak. 7 numaradan giriyor, saç olaylarına dokunuyor ama nafile. 'Cantona' falan diyorlar ve Rooney bakıyor ki olmayacak!.. Sonrasındaki anlatış yolu ve bunun üzerine kenarda onları izleyen Alex Ferguson'un surat ifadesi anlatılmaz, yaşanır!

Bu arada geyik bir kenara, böyle programlara veya formatlara burada da ihtiyacımız var. Futbolcuları sahada ve maç sonu / öncesi demeçlerde görüyoruz en fazla. Dolayısıyla onları gerçek anlamda tanıma imkanımız iyice kısıtlanıyor. Hatta neredeyse demir ve çelikten yapılmış, her maç 90 dakika durmadan koşup hiç yorulmayan, sinirlenmeyen, espri yapmayan robotlar olarak bileceğiz adamları. Euro 2008 öncesiydi sanırım, Acun "Var Mısın Yok Musun"a çıkarmıştı A Milli Takım kadrosunu ve Fatih Terim'i. Tüm program eğlenceli geçmişti ve her gün televizyonda gördüğümüz futbolcuların bizden biri gibi olabildiğini görebilmiştik. Doğal muhabbetlerdi kısaca. Şimdi şu videodaki olay bizdeki göz önünde bulunan bir futbolcu grubuna yapılsaydı

18 Aralık 2011

Carvalhal - Tayfur - Çarşı


Beşiktaş'ın Metris'teki üç adamı 5 ay sonra özgürlüğüne kavuştu nihayet. İçeri girdiklerinde karalandıklarını düşünmediğim için dışarı çıktıklarında da aklandılar diye sevinmiyorum elbet. Ama işin ilginç tarafı asıl şimdi başlıyor. Kim olacak Beşiktaş'ın teknik direktörü?

Carvalhal göreve geldiğinde elbette kimse onu pek tanımıyordu. Portekiz'deki belli başlı icraatları haricinde kimse adını bile bilmiyordu. Ancak bir anlamda bu ülkenin futbol kamuoyuna bir ders vermiş oldu Carvalhal. Bir takıma iyi futbol oynatabilecek, onu başarılı kılabilecek tek adresin bol şöhretli bol kupalı bir hocadan geçmediğini hatırlattı. Ligde ve Avrupa'da belli basamakları geçme hedefi bulunan bir takımın, aynı oranda basamak atlamaya ihtiyacı olan bir hoca ile daha sağlam bir birliktelik kuracağını gösterdi. Tıpkı Zico ve 2000 öncesi Fatih Terim dönemlerinde olduğu gibi.

Peki şu an oldukça dengeli bir kadro yapısı kuran, artık maç içerisinde akıllıca hamleler yaparak oyunun seyrini değiştirebilecek kadar kadrosunu iyi tanıyan Carvalhal'i yerinden etmek çok mu elzem bir durum? Tayfur Havutçu'ya bu noktada düşen görev illaki takımın teknik direktörü olmak mıdır? Bu takım, uzun bir zaman sonra herkese sempatik gelebilen bir teknik direktörle nispeten güzel bir futbolu, ikna edici sonuçlar çatısı altında birleştirebildi. Bunu bozmanın gereksiz ve hatta tehlikeli olduğunu sanırım sadece Demirören fark edemiyor.


Havutçu'nun basın toplantısını merakla bekliyorum açıkçası. Kendi kariyerinden önce Beşiktaş'ın iyiliğini düşüneceğini tahmin ediyorum ve sanırım kararını da buna göre verecek. Umarım bu karar, Carvalhal'i ve kurduğu düzeni bozacak cinsten olmaz. Ayrıca karar alınırken mutlaka tüm futbolcuların fikrine danışılması gerektiği taraftarıyım.

Son paragrafı da Beşiktaş taraftarına ayırmak istedim. Şurada iki sezon önce "yeter Yıldırım Demirören" diye yeri göğü inleten, sonra iki üç yıldız transfere kanıp "yetmez başkan, çıldırt bizi başkan, Robinho'yu da al başkan" diye sarhoş olan sizdiniz. Tayfur Havutçu ve Serdal Adalı Metris yolunu tutarken "aklanın da gelin" diye  peşin hüküm veren, sonra İnönü'ye "sizinleyiz" pankartı açan, ardından tahliye kararı çıkınca aklınızca "karaladığınız" adamlara davullu zurnalı karşılama yapan da başkası değildi. Emin olun eskisi kadar sempatik görünmüyorsunuz, takdir toplamıyorsunuz. Beşiktaş sevginiz gitgide gereksiz Fenerbahçe düşmanlığınızın gölgesinde kalır oldu. Bir Beşiktaş taraftarı olarak en çok da takımın asıl sahibi olan taraftar kimliğinin zedelenmesi üzüyor beni.

14 Aralık 2011

Ağır Çekim El Clasico

12 Aralık 2011

UEFA Team of the Year 2011


Futbolda Aralık ortası dendi mi akla gelen olaylardan biri Uefa'nın yılın takımı anketi artık. Ortaokulda kendi kendimize dünyanın en iyi 11'ini kurar, lisede ise CM heyecanıyla kendi takımımızın kadrosunu yazardık defter arkalarına. Sonra başlasın arkadaşlarla taktik alışverişi, oyuncu analizi, hikayeler vs...

Kısa nostaljinin ardından seçime bir göz atalım. Kaleci için emeklilik öncesindeki son yılını geçiren Van der Sar'ı seçmek isterdim ama Casillas varken içim el vermedi. Stoper pozisyonunda da Pique ve Vidic gibi isimler olmasına rağmen tercihim Hummels ve Thiago Silva'dan yana. Hummels takımıyla paralel müthiş bir çıkış yakalarken, T. Silva ise var olan ivmesini artırarak harika bir sezonu geride bıraktı. Böyle bir tandeme sahip olan bir takımın geriden oyun kurma sıkıntısı çekmeyeceği aşikar. İkisi de gerektiği anda rahatça tutucu orta saha olarak görev yapabiliyor. Son olarak hem Alves hem de Abidal bek pozisyonu için bana göre rakipsizdi.

Arkada Hummels ve T. Silva varken Xavi'yi tek orta saha oynatmak o kadar da delice değil aslında! Onu seçerken Modric'i de bir an düşünmedim değil ama Xavi var şimdi orada... Aynı şekilde onun hemen önündeki mevki için de Iniesta'nın varlığı, David Silva ve Mesut'un şansını köreltiyor. Orta sahanın kenarları için ise Bale ve Götze'den daha etkili patlama yapan oyuncu bulmak zor. Her ikisi de 2010'lu yıllara damga vurabilecek kapasitede.

Şu anketi yapan neredeyse herkes herhalde forvet seçeneklerini görünce "hele bir Messi'yi işaretleyeyim, diğerine bakarım" mantığı gütmüştür. Ki her daim en zor seçim de budur. Üç kupalı Falcao var mesela ama  Atletico Madrid'te henüz elle tutulur bir performansı yok. Ronaldo'yu bu kez forvete koymuş Uefa'daki arkadaşlar fakat onu seçesim gelmedi işte. En azından Cavani orada dururken... Serie A gibi bir ligde Napoli ile sürekli gelişim göstermek ve istikrarlı biçimde yığınla gol atmak azımsanacak iş değil. Üstelik yaz tatiline de bir Copa America şampiyonluğu sığdırmışken ayrıca...

Son olarak böyle bir ekibin başına Guardiola'yı yakıştırırım. Mourinho'yu seçenekler arasına bile koymamışlar. Saygımız sonsuz ona da ama keskin sirke de küpüne zarar diyelim...

11 Aralık 2011

'Klasik O'


Sanırım en "klasik" yıllarını geçiriyor son 3,5 sezondur El Clasico. Maç öncesi ibre, ev sahibi olmanın da avantajıyla Mourinho'nun tarafında görünüyordu. Açıkçası ben de bu kez Madrid'in üstünlük kuracağını düşündüm. Ama bu maçın havası farklı işte bir şekilde. Ben 3. dakika oynanırken koşarcasına eve girdiğimde durum 1-0 olmuştu bile. Gördüğüm anda sövdüm.

Mourinho'nun adamları insanca pres yapmıyordu, boğuyordu adeta. En son Inter'in başındayken 2010 Şampiyonlar Ligi yarı finalinde Barcelona'ya karşı benzer bir taktikle çıktığını hatırlıyorum Mourinho'nun. O günkü maçta topu kaptığı anda etkili kontratak yapmış ve Guiseppe Meazza'da 3-1 ile sonuca gitmişti. Ancak dün gece öyle olmadı. Real Madrid fizik anlamda bu derece yoğun bir presi kaldıramazdı, öyle de oldu. Eğer ilk devre boyunca bu denli yoğun pres yapıyorsanız, ele geçirdiğiniz fırsatları kaçırmamak gerekir. Aksi takdirde takımın yorgunluğu özellikle ikinci devrede artarken motivasyonu da azalıyor gitgide. Diğer bir deyişle o kadar koşup rakibe oyun kurdurmamanın ödülünü bir şekilde almak gerekir ki o çaba bir şeye değsin. 24. saniyede gelen golden sonra Ronaldo yakaladığı fırsatları gole çevirse ikinci yarının hikayesi çok başka olurdu. Ne var ki Ronaldo'nun "ille de Barcelona'ya gol atmalıyım" hissiyatı bu şansı köreltti. Beraberlik golü gelince de her şey yeniden başlıyordu maç için ancak momentum Barça'daydı artık.


İkinci yarı Madrid'te o presten eser yoktu. Özellikle Mesut'un pestili çıktı ve bir El Clasico'yu daha etkisiz kapattı. Barça'da ilk yarıya neredeyse ileri uçta başlayan Fabregas orta sahaya geçerken, ortada yer alan Busquets ise daha da geriledi. En önemlisi Alves sağ kanadı koridor gibi kullanmaya başladı ve Marcelo'yu sürekli hataya zorladı. Fabregas'ın attığı üçüncü golde içeri topu keserken Marcelo kademesini çoktan kaybetmişti bile.

Karşılaşma ikinci yarıdan ibaret olsaydı maçın adamı olarak Alves'i seçebilirdim. Ancak oyun süresince ilerideki hareketliliği ile A. Sanchez ve kusursuz bir maç çıkaran Iniesta'yı es geçemeyiz. Maç öncesi "fark 9'a çıkarsa lig biter" kelamları dolaşıyordu, ki katılıyordum ben de. Ne var ki Barcelona halen ezeli rakibinin gözle görülür biçimde ilerisinde olduğunu hatırlatmış oldu. Mourinho neyi denerse denesin, Barça gibi tarihin belki de en esnek ve akışkan yapıdaki takımına karşı kalıcı bir antitez üretemiyor hala. Zira Guardiola onun satranç tahtasındaki her hamlesine verecek bir karşılık buluyor ve sonuçta şahı deviren Barcelona oluyor.

9 Aralık 2011

Haftasonu Gelince...




9 Aralık Cuma
21:30 Hertha Berlin - Schalke 04 (TRT HD)

10 Aralık Cumartesi
13:30 Akhisar Belediyespor - Denizlispor (TRT Anadolu)
13:30 İstanbul Güngörenspor - Sakaryaspor (TRT 6)
16:30 Werder Bremen - Wolfsburg (TRT Haber)
17:00 Arsenal - Everton (Ligtv 2)
19:00 Gaziantepspor - Eskişehirspor (Ligtv)
19:00 Levante - Sevilla (NTV Spor)
19:00 Adanaspor - Konyaspor (TRT 6)
19:30 Hannover 96 - Bayer Leverkusen (TRT HD)
20:00 Sochaux - Paris Saint Germain (Ligtv 2)
21:00 Real Betis - Valencia (NTV Spor)
21:45 Inter - Fiorentina (Euro Futbol)
22:00 Marsilya - Bordeaux (Ligtv 2)
23:00 Real Madrid - Barcelona (NTV Spor)

11 Aralık Pazar
09:00 Esperance Tunis - Al Sadd (TRT 3)
12:30 K.Reysol/Auckland - Monterrey (TRT HD)
13:00 Antalyaspor - MKE Ankaragücü (Ligtv)
13:00 Gençlerbirliği - Orduspor (Ligtv 2)
13:00 Rayo Vallecano - Sporting Gijon (NTV Spor)
13:30 Giresunspor - Çaykur Rizespor (TRT 1)
13:30 Boluspor - Karşıyaka (TRT Anadolu)
14:30 Sunderland - Blackburn Rovers (Ligtv 3)
16:00 Beşiktaş - Büyükşehir Bld (Ligtv)
16:00 Mersin İdman Yurdu - Samsunspor (Ligtv 2)
16:00 Elazığspor - Tavşanlı Linyitspor (TRT Anadolu)
16:00 Bologna - Milan (Euro Futbol)
16:00 Udinese - Chievo (Smart 3D)
16:30 Borissia Dortmund - Kaiserslautern (TRT Haber)
17:00 Villareal - Real Sociedad (NTV Spor)
18:00 Stoke City - Tottenham Hotspur (Ligtv 3)
18:30 Stuttgart - Bayern Münih (TRT HD)
19:00 Malaga - Osasuna (NTV Spor)
19:00 Trabzonspor - Galatasaray (Ligtv)
19:00 Göztepe - Bucaspor (TRT Anadolu)
22:00 Lorient - Lyon (Ligtv 3)
22:30 Espanyol - Atletico Madrid (NTV Spor)

12 Aralık Pazartesi
18:00 Kayserispor - KDÇ Karabükspor (Ligtv 2)
18:00 Sivasspor - Manisaspor (Ligtv 3)
20:00 Bursaspor - Fenerbahçe (Ligtv)
20:00 Gaziantep BŞB - Kartalspor (TRT 6)
21:45 Roma - Juventus (Euro Futbol)
22:00 Chelsea - Manchester City (Ligtv 2)

Kaynak: tribündergi

5 Aralık 2011

Avrupa'da Gol Krallığı


İngiltere:    Van Persie (Arsenal)         14 gol
İspanya:      C. Ronaldo (R. Madrid)   17 gol
Almanya:   M. Gomez (Bayern)           13 gol
İtalya:          G. Denis (Atalanta)              10 gol
Fransa:        O. Giroud (Montpellier)    12 gol
Portekiz:    P. Diawara (Maritimo)         9 gol
Hollanda:  D. Martens (PSV)                 12 gol
Türkiye:    Burak (Trabzonspor)         13 gol


Kasım ayını geride bırakmışken listede Ronaldo koptu gidiyor. Messi ile gol sayıları aynı yine. Sezon sonunda Altın Ayakkabı'nın en büyük ve muhtemelen rakipsiz iki adayı da onlar. Zaten bu sabah Xavi ile beraber Ballon d'Or için de son üçe kaldılar. İngiltere'de Van Persie seriye devam ederken Almanya'da da Gomez benzer şekilde yine formda. Onun hemen arkasında ise Huntelaar var. Bu listeyi takip etmeye başladığımdan beri Serie A adına neredeyse hep Di Natale'yi yazdım ama bu kez eski bir Udinese'li, yeni Atalanta'lı German Denis var zirvede. Son olarak Kasım ayını gayet verimsiz geçiren Burak ise yerinde saydı.

4 Aralık 2011

Nostalji: Newcastle 3-2 Barcelona


1997/98 Şampiyonlar Ligi'nde C Grubu'nun açılış mücadelesi. Dalglish'in önderliğinde Newcastle United, Van Gaal'in Barcelona'sını ağırlıyor. İki teknik adam da kulüplerine yeni imza atmışlar. Zevkli maç olmuş, ki Newcastle'ın tarihi maçlarından biri olma sıfatını koruyor halen. Asprilla ilk gole yol açan penaltı pozisyonunda Collina'yı feci keklemiş. Ama diğer ikisinde nasıl bir sıçramış öyle anlamadım! Gillespie ise son iki golde Sergi'nin kanadını kulvara çevirmiş resmen. Sergi üç sene sonra aynı muameleyi bizim Nihat'tan göreceğini bilmiyor tabi...

Maçın kadrosu ve bilgileri şurada mevcut. O sezon grubu Newcastle üçüncü, Barcelona ise sonuncu olarak tamamlıyor. İkisi de eleniyor yani. Rebrov ve Shevchenko'lu Dinamo Kiev ise çeyrek finalde Juventus'un rakibi olmak üzere grubu lider tamamlıyor. Bu arada o sezon hem Beşiktaş hem de Galatasaray var Şampiyonlar Ligi'nde. Beşiktaş'ın Paris Saint Germain ve Göteborg zaferleriyle grup üçüncüsü olduğu sezon işte. Galatasaray da Sparta Prag'ı yenip Parma'dan puan koparıyor ve grubunda sonuncu olarak eleniyor. O değil de, bakalım bir daha hangi sezon iki Türk takımını aynı anda Devler Ligi'nde görebileceğiz...

Gelişigüzel Ortalar - 2


Eve geldim, televizyonda izleyecek düzgün bir maç bulamadım ve oturayım bir şeyler karalayayım dedim kendimce. Gündem malum ama onu yazasın gelmiyor daha da. İddianame, Metris, yasa değişikliği, tedbir kararı, şüpheliler, takipsizlik falan derken yine Temmuz ve Ağustos aylarına dönmüş gibi olduk. Bu kez bomba daha büyük yalnız. Zaten lig başladığından beri bu sebep yüzünden adamakıllı ısınamamıştım bir türlü. O yüzden o kadar da umrumda değil artık. Uzak durmak lazım gerginlikten. Ligimiz haliyle gerilim yüklüydü oldum olası. Şimdi daha da katrana bulanmışken o batağa girmenin alemi de yok.

Başka gündemler de var zaten. Socrates göçüp gitmiş mesela. Çıplak gözle izlemeye yetişemediğim için hayıflandığım adamlardandır. Böyle aykırı oyuncuların yeri ayrı benim nazarımda. Bir başka seviyor insan. Maradona ve Cantona gibi o da mesela... Mükemmel bir insan değil ama işi gücü futbol olan, başka hiçbir mevzudan çakmayan bidonlardan çok farklı. Hataları elbette var. Az da değil belki ama onlardan daima ders almak yerine hata yaparken de bunun farkında olmak ve kendini böyle bellemek de bir erdem. İnsanın amacı illaki hatasız olmak mı olmalı? Onlarla da mutlu olabiliyorsa, ortamda kendini böyle kabul ettirebiliyorsa, illaki bunu değiştirmek için kasmıyorsa, kimseye de bir zararı yoksa hatasız olmaya çalışmak niye ki? Maradona ve Cantona'dan da önce öyle bilinmiş Socrates. Öyle mutlu olmuş, kabul edilmiş ve sevilmiş işte. Huzur içinde yatsın.

FA Cup 3. Tur'da kuralar çekilmiş. Yeni bir City - United kapışması bizleri bekliyor, hayırlı uğurlu olsun. Maç Emirates'te, 7 veya 8 Ocak'ta oynanacak. 6-1'in rövanşını zaten merak konusu şimdiden. Neyse ki çok beklememiş olacağız.

Football Men ve Brilliant Orange kitaplarını sipariş verdim Amazon'dan. İlkini daha önce okuyacağım, zaman zaman burada da yer veririm. Bir de Haziran ayında Euro 2012 esnasında Ukrayna'ya gidesim var acayip. B ve D grup maçları orada oynanacak ki en sağlam gruplar. Kısmet... Nasıl olacak bilmiyorum ama hele bir bilet bulsak gerisi kolay...

1 Aralık 2011

Napoli'de Deprem


Geçtiğimiz hafta Napoli, Şampiyonlar Ligi grup maçında Manchester City'yi 2-1 yenerek üst tur adına büyük avantaj yakalamıştı hatırlarsanız. Fotoğrafa internette henüz rastladım. Maçın oynandığı San Paolo Stadı'nın çevresinde o 90 dakika süresince meydana gelen sismik hareketleri içeriyor tablo. Tabi şüpheyle bakmak lazım böyle karelere ama eğer doğruysa Napoli şehri o akşam ucuz kurtulmuş sanki! Hadi ilk gol tamam da ikinci gol esnasında yıkmışlar resmen ortalığı!

TamSaha Aralık



TamSaha dergisinin Aralık sayısı yayında. Dünya ve Türkiye futbolunun gündemindeki konuları, röportaj ve dosyalarla ele alan derginin 86. sayısında, Beşiktaş'ın genç ve başarılı kalecisi Cenk Gönen, felsefeye olan merakı, bilgisi ve kültürüyle de oldukça fark yaratıyor:  "Rekabetim kendimle..."

Hem futbolculuğu hem de teknik adamlığı döneminde ciddiyeti, disiplini ve çok okuyan, araştıran kişiliğiyle farklı bir profil çizdi. Şimdi Türkiye Futbol Federasyonu'nun Futbol Gelişim Merkezi'nin başında çok önemli bir rol üstlendi. Türk futbolunun yeniden yapılandırılmasında uzun soluklu adımlar atılmasını istiyor ve futbolun tabana yayılması, eğitim kalitesinin yüksek bir standarda oturtulması için önemli projeler hazırlıyor.  Tolunay Kafkas: "Futbol zorunlu ders olmalı..."

21 yaşında olmasına rağmen takımının kaptanlığını yapıyor. Gerçek bir Bursasporlu ve Türkiye'de başka bir takımda oynamayı aklından bile geçirmiyor. İki ayağını da kullanabilmesi ve topla barışıklığı, onu ülkenin iyi stoperleri arasında öne çıkartıyor. Serdar Aziz: Bursaspor'un genç serdarı...

Basketbol oynayarak başladığı spor macerasına futbolla devam etti. Daha sonra yeşil sahaları üniversiteye gitmek için bıraksa da hayat onu tekrardan topla buluşturdu. Manisaspor'un öne çıkan isimlerinden olan Ahmet İlhan Özek, bugünlere gelmesindeki dönüm noktalarını, anlattı: Manisa'nın yeni Tarzan'ı...

U17 Millî Takımı'yla hem Avrupa Şampiyonası hem de Dünya Kupası finallerinde oynadı. Bu sezon Gaziantepspor'da ilk defa ilk on bir oyuncusu olarak sahaya çıkıyor, golleri ve asistleriyle, uzun süredir kendisini bekleyenlere "İşte buradayım" diyor. Muhammet Demir: "Millî Takım'a borcum var..."

Süper Lig hakem kadrosunun umut vaat eden isimlerinden Mete Kalkavan, genç yaşına rağmen başarılı bir işadamı. İstanbul'da oluklu mukavva üreten bir fabrikanın ortaklarından. Üst düzey iş kariyerine karşılık hakemliğe dört elle sarılması ise içindeki futbol aşkının derinliğini gösteriyor: Hem işinin hem sahanın patronu...

Ayrıca, "Millî Takım'da Avcı devri", "Herkes 'Mesut' olamıyor!", "Avrupa Futbol Şampiyonası: Vatikan'dan Eyfel'e", "Alex Ferguson: Çeyrek asra Sir mührü", "Geleceğe göz kırpanlar: İstikbal gençlerdedir!", "Top çizgiyi geçti mi?", "KKTC Futbolu: Yasak topraklar!", "Küçük ülkelerin büyük takımları", "Futbolda değişim rüzgârları", "Tutunamayanlar!", "Avrupa Ligleri: Kuzeyde perde indi", "Macaristan Futbolu: Gölgeden günışığına" dosyalarıyla TamSaha'nın Aralık sayısında da futbol kültürünün değişik konularıyla, farklı bir içerik yer alıyor.

ShareThis

Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...