28 Şubat 2009
Futbol ve Siyaset
Futbolun halka hitap etme yolunda kullanılışına ilk kez tanık olmuyoruz tabiî ki. 1934 Dünya Kupası'nı İtalya kazanırken Mussolini'nin tezgâh altından çevirdikleri halen karanlıkta. Aynı şekilde 1978'de Arjantin'de halkı uyutmaya çalışan dikta rejimi, milli takımlarını şampiyonluğa ulaştırmak için elinden geleni ardına koymamıştı. Milan'ın sahibi ve İtalya Başbakanı Berlusconi'nin partisinin adı da futbola çok benzer: Forza Italia. Ayrıca Balkanlar'da gördüğünüz ve adı "Dinamo" ile tüm kulüpler, Soğuk Savaş döneminde komünist rejim altındaki "Gizli Servis"ler tarafından açıkça kullanılmışlardır.
Sonuç olarak ne sağcıyız ne solcu!.. Faşist, komünist, veya şimdiki gibi kapitalist hegemonya tarafından maşa olarak kullanılsa da; güzel oyunun teknik anlamda özünün bozulabileceğini, milyonlarca futbolseverin elinden koparılabileceğini veya tadı değişecek seviyede kötüye evrileceğini sanmıyorum. Tüm sistemler doğduğu gibi nihayet ölür ama dünyada futbola aşık tek bir kişi kalsa bile umut vardır. Böyle milyonlarcası varsa da umutsuz olmak için henüz erken!
Fenerbahçe - Sivasspor
Sivasspor ligde tam 11 maçtır yenilmiyor ve bu süreçte sadece 6 puan kaybetti. Fenerbahçe ise ligdeki son 5 maçından sadece 1 galibiyet çıkarabildi, o da Hacettepe'ye karşı oynanan maçta...
27 Şubat 2009
Veteran 11
Futbola olan yoğun ilgimi '98 Dünya Kupası'ndan önce ve sonra olarak ikiye ayırabilirim. Öncesinde ilgi alanım çoğunlukla Beşiktaş ve Türkiye ligi üzerineyken, Fransa 98'den sonra bu ilgim yavaş yavaş Avrupa ve tüm dünya futboluna doğru genişledi ve vazgeçilmez bir hâl aldı. İyi ki de aldı!.. Aşağıdaki futbolcular, işte tam bu dönüm noktasında kariyerlerinin olgunluk çağına girmek üzereydi. Kimi genç yaşta yaptığı çıkışı büyük takımlarda zirveye doğru taşırken, kimi de yetiştikleri ve parladıkları takımdan bir basamak atlayarak Avrupa'nın devlerine geçiş aşamasındaydı. Birçoğu halihazırda dünyanın en formda ve önde gelen futbolcuları arasındaydı. Dolayısıyla futbol dünyasına gözümü ilk açtığımda onları gördüm ve halen de yıllanmış şarap misali görmekteyim. Bizde 30 yaşına gelen adama "bırak artık" denirken el oğlu 35'inden sonra neler yapıyor işte...
Belirtmeden olmaz; taktiğimiz klasik 4-4-2 ve bildiğimiz FM jargonuyla mevkileri de yazıyorum:
Edwin Van der Sar (GK / 38 / Man. Utd.): United'ın ligde gol yemeden oynadığı 14 maçın tamamında kaledeydi. Tek gol yedikleri son Blackburn maçında da kaleyi Polonyalı Kuszczak korudu! Kısacası Hollandalı lige hâlâ gol yemeden devam ediyor ve kariyerinin zirvesinde.
Javier Zanetti (DR / 35 / Inter): Inter'de Moratti'nin FM oynar gibi kurduğu kadroda yıllardır sayısız futbolcu değişti ama kaptan değişmedi. Sağ kanat, orta saha, sol bek gibi çeşitli yerlerde oynadı ama ben onu ilk tanıdığım sağ beke layık gördüm! Şimdilerde Inter'de o mevkide Maicon oynasa da Arjantinli kendine orta sahada yer bulmayı başardı.
Fabio Cannavaro (DC / 35 / Real Madrid): Fransa 98'de Nesta ile birlikte İtalyan savunmasını geçilmez kılmışlardı. Kaptan olarak 2006'da Dünya Kupası şampiyonluğun da tattı. Aynı yıl FIFA Yılın Futbolcusu ve Ballon D'or ödüllerinin de sahibi oldu. Halen Madrid'te savunmanın değişmez isimlerinden.
Paolo Maldini (DC / 40 / Milan): Bu kadro açıkçası onsuz düşünülemezdi. Giriş paragrafında yazdıklarımdan fazlası geçerli onun için. Hatta Maldini'yi takım kaptanı ilan ediyorum! O günlerden beri kariyerinin sonlarına yaklaşan futbolcu modeliydi ama o her geçen yıl daha da gençleşti. Fazla söze gerek yok sanırım...
Roberto Carlos (DL / 35 / Fenerbahçe): Mahalle maçlarında genelde abanmak yoktu bilirsiniz! Kaleye abanan adam da çoğu zaman dağları taşları bulurdu, "Carlos musun oğlum" sözleri geç kalmazdı. O günden beri ne zaman sol bek dense akla ilk R. Carlos geldi işte.
Pavel Nedved (AMR / 36 / Juventus): Tanıdığım ilk birkaç yıl boyunca solak sandım onu, olmadığını öğrenince de çok şaşırdım. Çek futbolcu iki ayağını da aynı oranda muhteşem kullanırdı, ki hâlâ da öyle. Juve Serie B'ye düşünce takımı bırakmayarak yüreğinin de yeteneği kadar büyük olduğunu kanıtlamıştı.
Claude Makelele (DMC / 36 / PSG): Real Madrid onu Chelsea'ye yolladığı için halen bin pişman olmalı. Oynadığı sürece 10 numaraların arkasını çok güzel topladı, takımın işçiliğini yaptı. Defansif orta sahanın devri kapanırken neslinin son temsilcisi olarak kariyerine Fransa'da devam ediyor.
Luis Figo (AMC / 36 / Inter): Forvet arkası, sağ kanat, sol kanat derken keriyeri adam geçmekle ve ince ayar pas atmakla geçti! Galacticos'un ilk üyesiydi ve ona verilen paranın hakkını her zaman verdi. Her zaman en beğendiğim futbolcular listesinde başlarda yer alır.
Ryan Giggs (AMR / 35 / Man. Utd.): Hayatımda aldığım ilk formanın arkasında onu ismi yazıyordu. Takımı ile alınmadık kupa bırakmadı Galli futbolcu. Bu yaşına kadar Premier League gibi mücadeleci bir ligde sezonluk 30 maç gibi bir ortalamayla oynaması, profesyonelliğini anlatmaya yeterli sanırım.
Henrik Larsson (FC / 37 / Helsingborg): Tam anlamıyla efsane bir kariyer... Gittiği her takımda illaki kendinden iz bırakabilen bir futbolcu. Futbola veda etmeden önce kendisini yetiştiren takıma vefa borcunu ödüyor ve 2010 Dünya Kupası için İsveç Milli Takımı'nda yer alabileceği konuşuluyor.
Filippo Inzaghi (FC / 35 / Milan): Açık konuşayım, bu futbolcuyu hiçbir zaman sevemedim. Bir kez bile samimi gelmedi bana ama insan her oynadığı takımda da leblebi gibi gol atmaz ki! 2007 Şampiyonlar Ligi finalinde de kupayı getiren 2 golün sahibiydi. Şu aralar Milan'da Pato'nun arkasında yedek bekliyor.
26 Şubat 2009
Son 16'da İlk Ayaklar
Villareal - Panathianaikos: 1-1
Sporting Lisbon - Bayern Munich: 0-5
Atletico Madrid - Porto: 2-2
Lyon - Barcelona: 1-1
R. Madrid - Liverpool: 0-1
Arsenal - Roma: 1-0
Inter - M. United: 0-0
Kuralar açıklandığında tur atlayacağını tahmin ettiğim takımlardan Juventus, Atletico ve Villareal haricindekilerin işi yolunda gitti. Rövanş maçlarının çok daha zevkli geçeceği kesin, hele Old Trafford'ta ve Anfield Road'ta ev sahiplerine sürekli saldıran birer Inter ve Real Madrid izlemek çok güzel olacak.
25 Şubat 2009
Real Madrid 0-1 Liverpool
Açıkçası Liverpool sempatizanıyım ve bu maçta da doğal olarak onları tuttum dolayısıyla. Artık Benitez yönetiminde alıştığımız o kontrole dayalı, disiplinli, alan daraltan ve bol paslı sistemini sahaya yansıttı Kırmızılar 90 dakika boyunca. Şampiyonlar Ligi'nde yıllardır istikrarlı biçimde başarılı olmalarının altında da bu oyun sistemi yatıyor zaten, çünkü bu turnuvaya çok uygun. Takım halinde bu disiplini korumayı başarınca da genel olarak sahada ön plana çıkan isim olmuyor (Benitez'in Valencia'dayken uyguladığı sistem de aynen bu şekilde disiplinli takım oyununa dayalıydı zaten). Yalnız F. Aurelio 90 dakika boyunca o kanatta Robben'e nefes aldırmadı ve sürekli top kaybı yaşattı, bunu da ayrı olarak belirtmemek olmazdı.
Sonuç olarak kaptan Gerrard'ın da sahada olacağını düşünerek Liverpool'un Anfield Road'ta çeyrek finale yükseleceğini düşünüyorum.
Inter 0-0 Man. Utd.
Bu arada Ertem Şener gerçekten insanın maç izlerken konsantrasyonunu dağıtıyor, bir kez daha farkettim! Meğer Berbatov İngilizce'yi, Godfather'ı defalarca izleyerek öğrenmiş... Maçın en hararetli anında ne yapayım şimdi ben bu bilgiyi?
23 Şubat 2009
Türk Futbolunda Kurumsallaşma
Tüm bunlar halen futbolumuzda kurumsallaşmadan neredeyse eser olmamasından kaynaklanıyor. 600'den fazla yıl boyunca padişahlık sistemiyle yaşayan bir toplumun 86 yıl içinde demokratik, sorgulamasını bilen, haklarını savunabilen, kendi kararlarını verebilen bir topluma dönüşmesini bekleyemeyiz. Durum böyleyken "kulüp" hakkında konu ne olursa olsun başkanın ağzına bakılıyor. Halbuki o kulübün kararlarını kamuoyu ile paylaşan bir basın sözcüsü, takım hakkında özgür kararlar alabilen bir teknik direktörü, onunla ortak hareket edebilen ve yönetim ile köprü görevi üstlenen bir futbol direktörü olmalı. Kulüp CEO'sunu ve onun bağlı olduğu kulüp sahibini hiç saymıyorum bile, zira ülkemiz bir futbol kulübünün bir sahibi olması durumuna henüz hiç de hazır değil.
Bülent Korkmaz Florya'da
Bu arada yukarıdaki açıklamayı yapan Korkmaz'dan sonra Kalli ne olacak merak ediyorum, herhalde kısa sürede durum netleşir. Bundan daha fazla Adnan Sezgin'le nasıl geçinecek o da bir soru işareti...
Edit: Bugün imzalanan sözleşmeye göre 1 yıllık da opsiyon eklenmiş.
1001 Football Moments
İsteyenler için amazon.com linki şurada.
3-5-2
22 Şubat 2009
Deloitte Football Money League
Deloitte firması 1997 yılından bu yana futbol ekonomisine dair çok güzel ve ayrıntılı bir rapor yayınlıyor. Deloitte Football Money League adlı raporda her yıl futbol kulüpleri, sezonluk gelirlerine göre detaylı biçimde araştırılıyor. Manşetlerden de takip edebildiğimiz üzere, 2007/2008 sezonunu kapsayan ve yeni yayınlanan raporda Fenerbahçe 19. sırada kendisine yer buldu.
Peki, Money League’in altında yatan önem ne? Öncelikle bu raporda futbol kulüpleri sezonuluk kârlarına göre değil, gelirlerine göre sıralanıyor ve sadece futbol gelirleri hesaba katılıyor. Yani Boca Juniors’un meşhur oteli veya Arsenal’in Highbury’deki konutlarından kazanılan gelirler bu raporda yer almıyor. Ayrıca transfer gelirleri de yine Money League’te kendine yer bulamıyor. İşte saydığımız tüm bu unsurlar, raporu her şeyden önce adil bir değerlendirme yapma imkanı sağlıyor.
Raporda gelir kalemleri de üçe ayrılmış durumda. Maç günü gelirleri bilet ve kombine satışlarını, yayın gelirleri tüm sezon boyunca yurt içi ve yurt dışı TV yayın gelirlerini, ticari gelirler ise sponsorluk anlaşmaları ve merchandasing’ten doğan gelirleri hesaba katıyor. Maç günü gelirlerinde İngiliz kulüpleri; modern stadları, kulübüne bağlı taraftarları ve yüksek bilet fiyatları sayesinde genel olarak önde. Alman kulüpleri ise kurumsallaşma adına attıkları müthiş adımlarla ticari gelirler kaleminde önde. İtalyan ve Fransız kulüpleri ise, bu ülkelerde büyük kulüplerin lehine işleyen ve hiç de adil olmayan yayın geliri dağılımı sayesinde çok avantajlı konumda.
Money League’in ilk kez yapıldığı tarihten bu yana İngiliz kulübü Manchester United zirvedeki yerini sürekli korumuştu ancak 2004′ten bu yana Real Madrid ilk sırayı kapmış durumda. İspanyolların 2007/2008 sezonundaki futbol içi gelirleri tam 365,8 milyon Euro. Bu arada Sterlin’in malum kriz yüzünden Euro karşısında 1 sezonda yaklaşık %15 değer kaybettiğini ve bu durumun İngiliz kulüplerini sıralamada bir hayli zora soktuğunu da belirtmek gerek. Zira 2. sıradaki Manchester’ın geliri 324,8 milyon Euro iken, bu meblağ sezon başındaki Sterlin/Euro paritesine göre hesaplandığında 381,9 Euro’ya yükseliyor; yani lider Real Madrid’i de geçiyor. Ayrıca raporda 3, 4 ve 5. sırada Barcelona, Bayern Munich ve Chelsea bulunuyor.
19. sıradaki temsilcimiz Fenerbahçe’nin gelirleri 111,3 Euro. Tabii bir önceki paragrafta değindiğimiz kur değişikliği Fenerbahçe’ye olumlu yansımış durumda, zira 2007/2008 sezon sonundaki Euro/TL paritesi, sezon başındakinden yaklaşık %10 daha fazla. Bu durum da gelirleri sanal olarak artırıyor. Fenerbahçe’nin malum sezondaki gelirlerinin %51′ini ticari gelirler oluşturuyor. İşte bu noktada, son yıllarda Fenerium mağazalarına yapılan yatırımların karşılıksız kalmadığını görebiliyoruz. Sarı Lacivertliler’in gelir pastasındaki bir sonraki dilim ise %25 ile maç günü gelirlerine ait. Şükrü Saraçoğlu gibi bir stadtan ve yüksek kombine satış oranlarından sonra bu rakam da şaşırtıcı değil açıkçası. Son olarak yayın gelirleri %24′lük kesimi oluşturuyor. Dikkat çekici olan, bu kesimin %64′ünü Şampiyonlar Ligi gelirlerinin oluşturuyor olması. Bu da, Avrupa’daki uçuk yayın ihalelerinin yanında Süper Lig maç yayınlarının ne kadar değersiz olduğunu gösteriyor bir anlamda.
10 Numara
Peki Fenerbahçe ve Beşiktaş bu noktada çuvallarken Galatasaray nasıl başarılı oldu? Sorunun cevabı bu oyuncuların yeteneklerinde değil, arkalarında oynayanların niteliklerinde saklı. Fener'de Alex'in arkasında Selçuk-Maldonado oynadı çoğu maçta. Malum, ikisinde de oyun kurma ve yönlendirme yeteneği pek de fazla değil.S on haftalarda Maldonado'nun yerinde bu yeteneğe sahip olan Emre oynuyor ancak onun da form durumu ortada. Beşiktaş'ta ise takımın en zayıf halkası burasıydı ilk devrede. Nitekim en çok transfer de o bölgeye yapıldı, başta Ernst olmak üzere. Yine de Delgado veya Yusuf'un arkasını toplayacak bu oyuncuların (Cisse de dahil) iki yönlü olduklarını söylemek zor. Galatasaray'da ise Ayhan ve M. Topal (bazen de Barış) bu işi layıkıyla yapıyor. Bu durumda Lincoln'ün, veya ara ara o bölgeye geçen Kewell'ın top almak için ta gerilere gitmesine gerek kalmıyor. Çünkü arkasında, kestiği topları iyi kullanıp oyuna sokabilen ve ona aktarabilen birileri bulunuyor mutlaka.
Beşiktaş'ın son oynadığı Gaziantep maçına parantez açmak gerek bu konuda. Delgado ve Yusuf olmadan Antep'e sahayı dar etti Beşiktaş. Yalnız burada da ana etken ortadaki Cisse ve Ernst'in çift yönlü müthiş performansı değil, ileri ikilideki Bobo ile Nobre'nin müthiş uyumu ve arkalarındaki Tello ve Serdar'a alan açabilmeleriydi. Tandemdeki Sivok-Gökhan Zan uyumunu da es geçmemek gerek tabi. Kısacası çift çapalı klasik 4-4-2 ile gayet iyi iş çıkardı Beşiktaş.
11 Şubat 2009
Hiddink Chelsea'de
Önümüzdeki aylarda Arsenal ve Tottenham ile oynanan maçlarda Arshavin ve Pavlyuchenko Hiddink'e rakip olacak, belki de attıkları / attırdıkları gollerle zaten çok zora giren şampiyonluk yarışında ayağına çelme takacaklar. İnsan bir garip hisseder canım, dövsem mi sevsem mi diye!..