Subscribe Twitter Twitter

20 Şubat 2012

Meraklı Kalabalık


Fotoğraf 1923 yılında çekilmiş. İlk bakışta çok anlaşılmasa da bu gişeler Wembley Stadı'na ait. Stadyum inşası yeni tamamlanmış ve az sonra West Ham ile Bolton, bu büyülü mabette oynanacak ilk FA Cup finalinde karşı karşıya gelecek. Maçı resmi olarak 126 bin kişinin izlediği kaydedilmiş ancak bu sadece resmi rakam elbette. Tahmini olarak o gün yaklaşık 250 bin seyircinin Wembley'de yer aldığı ve bir 60 binin de gişelerin dışında beklediği söyleniyor. Öyle ki tribünlere sığmayan kalabalık, şuradan da görüleceği üzere neredeyse aut çizgisinden içeri girecekmiş! Hatta kalabalığın düzenini sağlamak için içeride beyaz bir at üstünde polis görev yapmış ve bu final İngiltere'de "Beyaz At Finali" olarak tarihteki yerini almış.

Bir de 2012 Türkiye'sinde Süper Lig ortamına bakıyorum da, galiba ömrümün hiçbir döneminde futbola bu fotoğraftaki kadar sevdalı bir ortama şahit olamayacağım. Biz futbolumuzdaki kaosu dillendirmekten sıkıldık ama her seferinde yeni bir saçmalık manşetlere çıkmayı başardı bir şekilde! Bugün Futbol Federasyonu başkanlığı için en büyük aday, ülke futbolunu taraftarları decoder almaya davet ederek kurtarmayı planlıyor. Daha edecek söz var mıdır?

Fotoğraftaki gibi meraklı ve heyecanlı bir kalabalık yaratmak akıllara hiç gelmiyor. Varsa yoksa çorba kaynasın, rant kesilmesin, herkes ekmeğini yesin... Yalnız o ekmek kurtlanmış mı, o çorba bayat mı, o kazanın dibi pas ve kir içinde mi kalmış... Kimsenin derdi değil. Ben hepsinden önce şu fotoğraftaki kalabalığı bu ülkede de görmek istiyorum, çok değil. Yıldırım Demirören gibi birisi bu ülkenin üç büyük takımından birinde neredeyse 8 yıl muhalefet görmeden hüküm sürüyorsa, sonrasında bulduğu ilk fırsatta federasyon başkanlığına aday olup böylesine büyük destek görüyorsa bana müsaade... Bütün sezon bir umut bekledim ama Süper Lig'de beni heyecanla ekran karşısına kilitleyen bir maç olmadı. İnsanın kafasında bu kadar çok soru işareti varken olamıyor da...

Not: Fotoğraf http://thefootballarchivist.tumblr.com adresinden alınmıştır.

11 Şubat 2012

Evra'nın Bakışları


Belki de son ayların en manidar karelerinden biri olmaya adaydır yukarıdaki. İngiltere'de tüm futbol dünyası bir yandan Capello sonrası dönemi düşünedururken, öte yandan tam da bu fotoğrafın çekildiği anda neler yaşanacağının derdine düşmüştü halihazırda. Suarez ise olabilecek en anlamsız hareketi yaptı ve muhabbete tuz biber ekti ama biber tatlı değil acıydı.

Evra'nın bakışları çok şey anlatıyor aslında (resmin üstüne tıklarsanız daha büyük halde görebilirsiniz). Hani sanki bu ifadesini cümlelere dökse "arkadaşım gel, tamam bir çocukluk ettin, affedeceğim de zaten ama bari daha fazla kendini rezil etme" diyecek! Ne var ki bu tavrıyla sadece Old Trafford'taki kalabalığın değil, tüm futbol aleminin antipatisini kazanmış oldu Suarez. Liverpool gibi güçlü ve ilham verici geçmişe sahip bir kulüpte, hele de kulübede o geçmişin önemli bir mihenk taşı olan Dalglish varken bu tavrın anlamı da açıklaması da özrü de yok bu dakikadan sonra.

Son olarak Dalglish'in konuyla ilgili yaklaşımını bir hayli merak ediyorum. Liverpool'da futbolcu - menajer olarak görev yaptığı yıllarda kendi oyuncusu John Barnes'a tonla ırkçı saldırı yapılmıştı. Rivayete göre kontrata imzayı atmadan önce bazı Liverpool taraftarları bile onu takımda istememişti. Hatta Goodison Park'taki bir Everton derbisinde Barnes'ın üzerine muz bile fırlatılmıştı tribünlerden. Dalglish, o dönemde bu muamele ile karşılaşan futbolcusunun moralini düzeltme yükümlülüğünü omzunda taşıyordu. Şimdi ise yine kendi futbolcusu rakip oyuncuya ırkçı saldırıda bulunmaktan 8 maç ceza alıyor ve sahalara döndüğü anda bu yarayı tekrar kanatıyor. Kısacası Suarez'in Liverpool kariyerini, ırkçılık virüsünün iki yüzünü de hem menajer hem oyuncu gözünden tecrübe etmiş Dalglish'in tutumu belirleyecek.

9 Şubat 2012

Deloitte Para Ligi 2012


Deloitte'in her sene hazırladığı Para Ligi raporunun yenisi yayınlandı. 2010/2011 sezonuna dair verilerin yer aldığı çalışmada artık neredeyse herkesin bildiği üzere kulüplerin kazançları ticarî gelirler, TV yayın gelirleri ve maç günü gelirleri olarak üç ayakta inceleniyor. Bu sezon 15. versiyonu düzenlenen raporda ilk sırayı son 6 yılda olduğu gibi yine Real Madrid aldı.

İsteyenler şu adresten raporun tamamına ulaşıp indirebilir. Kısa bir özet geçmek gerekirse 480 milyon €'luk geliriyle lider Real Madrid ve onu 451 milyon € ile izleyen Barcelona, rakipleri arasındaki farkı giderek açıyor. Bu iki kulübü diğerlerinden ayrı kefeye koymak lazım zira üç gelir kalemini de dengeli bir biçimde büyütmeyi becerebiliyorlar. İkisinin de ticarî gelirleri o denli sağlam ki, La Liga'nın daha adil bir yayın geliri dağılımına geçmesi durumunda bile büyük darbe alacaklarını söylemek güç. Kısacası "El Clasico", rakipleri arasındaki mesafeyi sadece La Liga'da açmadı. İki ekip arasında bu kulvarda da kıyasıya yarış devam ediyor elbette ama Real Madrid'in ticarî gelirleri gerçekten çok güçlü ve köklü. Barcelona ise Qatar Foundation ile yaptığı gibi yüksek meblağlı anlaşmalar ile rakibini zorlamaya çalışıyor.


İspanyol büyüklerini takiben üçüncü sırada yer alan Manchester United'ın işi ise biraz zor. Bu sezon Şampiyonlar Ligi'nden daha şimdiden elenmiş olmaları, United'ı önümüzdeki yılın raporunda ilk iki sıradan bir hayli uzağa itecek. Hatta bir ihtimal dördüncü Bayern Münih'in bile arkasına çekebilir. Bu arada Bayern'in tüm gelirleri içinde ticarî gelirler %56'lık bir paya sahip. Diğer bir deyişle takımın aldığı sonuçlar ne olursa olsun, kötü sonuçlar uzun vadeye yayılmadığı sürece nispeten yüksek ve daimi bir gelir kapısı bulunuyor.

İtalyan kulüplerinin en dikkat çekici yönü, geçmiş raporlarda olduğu gibi TV gelirlerinin yüksek oranı. Milan'ın %46, Inter'in %58, Juventus'un %57, Roma'nın %64, Napoli'nin ise %51 oranda TV gelirine sahip olması aslında riskli bir durum. Zira yayın ihalesi ve gelir dağılımının en nihayetinde değişme durumu her daim mevcut. Özellikle büyük kulüplerin aleyhine değişebilecek şartlar sonucu toplam gelirler de önemli derecede darbe alabilir, ki bu kulüplerin çoğu bu tarz dezavantajları telafi edebilecek güçlü ticarî gelirlere sahip değil. En azından Real Madrid veya Barcelona kadar hiç değil...


Tottenham ve Schalke'ye bakarak Şampiyonlar Ligi'nin yayın gelirleri konusunda ne derece etkili olduğunu anlamak mümkün. İki kulüp de 2010/11 sezonunda bu kulvarda kendi potansiyelini zorladı. Böylece çeyrek finalist Tottenham bir önceki yıla göre %24 büyüme elde ederken, yarı finale kadar yürüyen Schalke'nin büyüme oranı %44'e kadar çıktı. Alman kulübü bu şekilde 16. sıradan 10.luğa kadar yükseldi. İnanılmaz yatırımlara imza atan Manchester City ise bunların karşılığını henüz alabilmiş değil. Listede 12. sırada yer alan City'nin büyüme oranı %11'de kaldı. Son olarak geçtiğimiz yıllarda her alanda müthiş bir istikrar örneği gösteren Napoli, 115 milyon €'luk geliri ile 20. sıradan ilk kez listeye giriş hakkı kazandı. Hatta bu sezonki Şampiyonlar Ligi başarısını hesaba katarsak Napoli'yi önümüzdeki yıl daha yukarılarda görmek şaşırtıcı olmayacak.

5 Şubat 2012

John Terry ve Kaptanlık



İngiltere basını yine John Terry yüzünden kaynıyor birkaç gündür. Son zamanlarda Terry'nin kırdığı cevizler bini aştı, biz de bunu her daim basından adında görür olduk. İngilizler hiç kaçırmıyor böyle skandal olayları zaten. Terry de Anton Ferdinand'a sarf ettiği sözde ırkçı söylemler sonucu son 2 yılda ikinci kez milli takım kaptanlığı elinden alınınca milli takım kariyerine son verme noktasına geldi. Müthiş bir lider kimliği doğrultusunda Chelse'de de neredeyse 10 yıldır kaptanlık yapıyor olabilir ama Terry'nin rahat durduğu da yok...

Terry Euro 2012'de kaptan olmalı mı olmamalı mı tartışılır. Bin türlü muhabbet dönüyor zaten; Capello'nun arada kalışı, takımın ağır abilerinin Terry'ye olan desteği, federasyonun tutumu vs... Ancak bir gerçek var ki adamların kaptanlık mertebesine olan bakışı benim açımdan takdire şayan. Şu an bizim milli takımın kaptanı kim diye sorsam herkes önce bir düşünür, sonra çoğunluk Emre der. Ama Emre'nin oraya ne kadar yakıştığı İngiltere'deki kadar kesinlikle tartışılmaz mesela.

Kulüpler bazında kaptanlık onurunun en çok hakkını veren açıkçası Fenerbahçe. Öyle ki Alex artık taraftar gözünde Lefter'in veliahtı bu noktada. Galatasaray'da ise Arda'nın ayrılığı sonrasında ve birinci kaptan Sabri'nin yedek olduğu ortamda lider kimliği taşıyan ve akıllara direk gelen oyuncu yok gibi. Beşiktaş'a bakınca kaptanlık bandını Quaresma'da görüyoruz. Hani şu taraftarın uğruna ölüp bittiği, takımın kurtarıcısı, her şeyi, Beşiktaş'ı dünya kulübü haline dönüştüren baş kahramanı! Bu takımdan ayrılması çok zaman almayacak ama birkaç yıl sonra kimse de onu takım kaptanı diye hatırlamayacak.

3 Şubat 2012

TamSaha Şubat



TamSaha dergisinin Şubat sayısı yayında. Dünya ve Türkiye futbolunun gündemindeki konuları, röportaj ve dosyalarla ele alan derginin 88. sayısı da dopdolu.

Kariyerinin 9 yılını ülkesi Brezilya'da, 13 yılını Almanya'da geçiren, parasızlığa ve her türlü olumsuzluğa rağmen gemiyi terk etmeye asla yanaşmayan, adına şarkılar bestelenen, doğum günü partisine 2 bin 500 futbolseverin katıldığı Eskişehirspor'un sambacısı, kariyer hikâyesini TamSaha'ya anlattı: "Taraftarın sevgili Dede'si..."

Trabzonspor'un deneyimli ve kariyerli yabancılarından Marek Cech, üç ayrı ligde şampiyonluk yaşadı. Şampiyonlar Ligi ve Premier Lig gibi en üst düzey organizasyonlarda büyük tecrübeler edindi. Ülkesinde fizik ve taktik, Portekiz'de teknik, İngiltere'de ise agresif oyun anlamında sıçramalar yaptığını anlatan tecrübeli oyuncu özellikle Porto'da Quaresma ve arkadaşlarıyla çalışmanın kariyerine sağladığı katkıya vurgu yapıyor: "Yetenekli oyuncular beni de geliştirdi..."

Altı yıldır Süper Lig klasmanında ancak bu sezon düzenli olarak maç almaya başladı. ODTÜ Beden Eğitimi ve Spor Yüksekokulu Mezunu, dolayısıyla ileri düzeyde İngilizce biliyor. Polat Alemdar'a benzerliği şaşırtıcı boyutta. Mustafa İlker Coşkun: Basketbol antrenörü, Amerikan futbolcusu...

Beşiktaş'ın yeni atom karıncası bitmeyen enerjisiyle saha içinde mekik dokuyor ve hem savunmasını hem de hücumcularını rahatlatıyor. Rapid Wien kadrosunda 16, Avusturya Millî Takımı kadrosunda ise 17 yaşında şans bulan, U20 Dünya Kupası'nda yarı final oynayan 23 yaşındaki oyuncu, erken başarılara rağmen ayaklarının yere basmasını aileden gelen birikime ve hocalarının ikazlarını dinlemesine bağlıyor. Veli Kavlak: "Başarımı aile düzenime borçluyum..."

Ayrıca, "Altyapı Raporu: Gençliğim eyvah!",  "Yabancı ithalatına sert fren", "Böylesi bir daha olmaz!","Futbol ekonomi: Asya'da yeni pazarlar", "Kurtar bizi hocam!", "Ah şu hegemonyalar olmasaydı","Lefter Küçükandonyadis: Seni kalbimize gömdük!", "Avrupa Futbol Şampiyonası'nın Tarihi: Kırmızı-Beyaz Rönesans", "Böylesi bir daha olmaz!", "Monaco: Serbest düşüş", "Tottenham: Londra'da rüzgâr kuzeyden esiyor", "CentilmenLig para ediyor"dosyalarıyla TamSaha'nın Şubat sayısında da futbol kültürünün değişik konularıyla, farklı bir içerik yer alıyor.

ShareThis

Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...