Subscribe Twitter Twitter

31 Temmuz 2011

ManU vs Barça


Manchester United ve Barcelona sezonun ilk maçına ABD'de çıkmış bulundu dün akşam. Sezonun ilk maçı diyorum çünkü Şampiyonlar Ligi'ne son 5 sezondur damga vuran iki ekip olarak Şubat sonrası bir ara muhtemelen karşılaşacaklar yine. Sonuçta bir dostluk maçıdır. Buna bakıp bir şeyler çıkarmak zor. Ancak yine de şunu tekrarlamaktan geri kalmayacağım ki 20 yaşındaki Thiago dururken Barcelona'nın gerçekten Fabregas'a falan ihtiyacı yok. Bu yetenekle sağında Xavi, solunda Iniesta'ya baka baka bile adam olur gibi geliyor! Keza Messi, Pique, Pedro, Busquets gibi 87/88'liler kuşağının ardından A takıma altyapıdan önemli bir aktarım olmadı Barça'da. Böylesine görkemli bir kadro varken bu da zor zaten, ayrı mesele... Kendini göstereceksin de nasıl? İşte Barcelona teknik ekibinin de bu hisse kapılmaması gerek. Takım büyüdükçe büyüdü, geliştikçe mükemelleşti. Ama  gelinen bu nokta, kulübün altyapısıyla bağlantılı kültürünü unutturmamalı. Kısacası Sanchez gibi yerinde transferlere evet ama Thiago ve onun kuşağı da es geçilmemeli...

30 Temmuz 2011

Futbol Konuşamamak


Ne zaman neyin olacağını hiç ama hiç bilemediğimiz bir ülkede yaşıyoruz. Hatta biraz da kazara yaşıyoruz desek yeri. Güzel geçeceğini umduğunuz güneşli bir Pazar sabahı uyanıyorsunuz ve futbolun tepesindeki bir dolu adamı savcılık kapılarında görüyorsunuz. Sonra da adliye ve cezaevinde... Veya şöyle gideyim bir iki saat spor yapayım diyorsunuz ama eve döndüğünüzde ordunun zirvesindekilerinin yerinde yeller esiyor. Örnekleri çoğaltmak kolay fakat şu aralar futbol konuşmak veya yazmak istemiyor insanın canı. Transfer, yeni sezondaki oyun anlayışı, teknik direktör felsefesi falan konuşacağımıza Metris, adliye, iddianame gibi şeylere aşina olduk iyice.

Kötü mü oldu peki? Şu süreç biraz şeffaf ve hızlı yönetilse uzun vadede içimizi bugüne göre oldukça ferahlatan bir tablo göreceğiz. Yalnız bu geçiş süreci insanı verem etmekten beter yapıyor bazen. Evet, yıllardır varlığını bir şekilde bilip de elle tutamadığımız bir olgu futbolda şike. Temizlenmesi, bedeli hangi takım adına ne olursa olsun herkes için daha huzurlu bir futbol ortamı sunacak en nihayetinde. Ama ben sabah gazeteyi açtığımda hangi yöneticinin, futbolcunun veya menajerin savcılığa gittiğini öğrenmekten çok sıkılmaya başladım. Diğer bir deyişle uzun vadede birçok kulüp veya şahıs hak ettiği cezayı görecek belki ancak kısa vadede en büyük bedeli futbolsever ödüyor bu durumda.

Normalde şu mevsimde bir sürü kalburüstü futbolcuyu Üç Büyükler'e transfer ederdi kendince bizim spor medyası. Biz de saçma haberlere bakar, güler geçerdik. Arada doğru olanları çıkardı ve bir kısmımız bekleyişe geçerdi bir umut. Şu an ise ülke futbolunun en büyük umudu futbolun temizlenmesi! Gerçi halen bir kısım taraftar şike operasyonunun sırf kendilerini devirmek adına bir komplo olduğunu düşünüyor. Diğer yanda da bu operasyondan faydalanıp kendilerine pay çıkarmaya çalışanlar var. Kısacası olaya halen 'renkli' gözlüklerle bakan önemli bir kesim mevcut, ki açıkçası şu durumda en büyük temennim bu durumun da temizlenmesi olurdu. Renklerden önce futbolu görebilmek... İşte bu ihtimal, futbolumuzun temizlenmesinden bile daha uzak geliyor bana.

24 Temmuz 2011


Premier Lig kulüpleri sahada olduğu gibi forma satışlarında da yoğun bir rekabet içinde yer alıyor. Yeni sezon hazırlıkları başladığından bu yana yapılan satışlar değerlendirilmiş ve hangi takımdan kimin forması daha çok satıyor diye liste çıkarılmış. İlk sıradaki Rooney, 2007/08 sezonunda lider olan C. Ronaldo'dan sonra zirveye oturan ilk Man. United oyuncusu konumunda. Takım arkadaşı ve forvetteki partneri Chicarito ise geçen sezonki patlamasının ödülünü bu listede de alıyor. 4. sıradan giriş yapmış. Onun gibi ilk 10'daki siftahını yapan diğer bir United'lı da 37'lik Ryan Giggs! Muhtemelen artık sonları oynadığı için taraftar ondan bir parça bulundurmak istiyor.

Liverpool taraftarı görünen o ki yeni transferlere çok aldırış etmemiş. Şaşırtıcı olmayan biçimde Gerrard'ın ve Luis Suarez'in kırmızılı formaları önde gidiyor. Chelsea ise kısır yeni çocuk Torres'e desteğini sürdürürken aynı zamanda emektar Drogba'yı ve Lampard'ı unutmamış. Son olarak Arsenal tutkunları Arshavin ve Van Persie'ye yönelmişler. Şu durumda Nasri veya Fabregas'ın el üstünde olmasını bekleyemezdik zaten...

Premier Lig'i olabildiğince çabuk domine etmeyi hedefleyen Manchester City'nin malum dörtlü arasına girememesi enteresan olmuş. Bu yaz sükseli bir transfer yapmadılar ama elde avuçta onca yıldız varken ilk 10'a kimseyi sokamamaları garip geldi.


1- Wayne Rooney
2- Fernando Torres
3- Steven Gerrard
4- Chicharito
5- Robin van Persie
6- Frank Lampard
7- Didier Drogba
8- Luis Suárez
9- Andrey Arshavin
10- Ryan Giggs

21 Temmuz 2011

Futbolsuzluk


Şike, soruşturma, iddianame, Metris derken futboldan oldukça uzak bir yaz geçiriyoruz aslında. Duruma en çok sevinen de, normalde bu mevsimde sayfaları palavra transfer dedikodularıyla doldurmaya çalışan gazeteler. Şu sıralar hangi habere ne kadar yer versek diye düşünüyorlar en fazla. Biz adliye koridorlarını dinlerken Kadınlar Dünya Futbol Şampiyonası oynandı, ki açıkçası internetten okumak haricinde takip edemedim. Aynı şekilde Copa America'yı da içim gitse de saat uyuşmazlığından kaçırdık. Tabii bu arada iş yoğunluğu ve arada tatil kaçamağı derken hem futboldan hem de blogdan biraz uzaklaştım ister istemez. Bu Pazar akşamı Uruguay - Paraguay finaliyle de artık kendi çapımda sezonu açarım. Sonra da Telekom Arena'da Liverpool'u izlemek neden olmasın?

Bu arada transferler yine yok değil. Buyrun, az evvel Barcelona Alexis Sanchez'i bitirdi mesela. Ama şu Fabregas ve Tevez'in hikayesi artık kabak tadı vermedi mi? Fabregas hakikaten gidecekse gitsin, bana sıkıntı oldu resmen burada. Şahsen bir Arsenal taraftarı olsam kaptanımın bu durumuna sitem etmekle kalmazdım herhalde. City cephesinde Tevez'e o derece müsamaha göstermiyorlar mesela. Gitse de olur diyorlar, ki onun öyküsü daha da bir sıktı. Gidecek kalacak meselesini geçtim, bir aralar futbolu bile bırakması gündemdeydi!

Türkiye'de en fazla Galatasaray'ın olası transferlerini takip edebiliyoruz artık. Tabii bir de eli kulağında olan "3. Dalga" herkes için merak konusu. Olay artık futbolculara doğru genişlerse iş ete kemiğe bürünüyor demektir, ki benim beklentim o yönde. Olayın sahadaki boyutu illaki karşımıza çıkacak bir yerden. Yalnız son günlerde bir ülkenin futbol gündeminde bir sessizlik var. Özellikle 2. Dalga durulduğundan bu yana... Bir yaz mevsiminde en heyecan verici futbol gündemi ne olurdu diye sorsalar en sona şu yaşananları yazardım herhalde ama ne yapalım!.. Bir yerde temizlik gerekiyordu. Bekliyoruz bakalım sırada ne var diye.

Canımı sıktı bu futbolsuzluk. Ve tabii futbolda dair konuştuğumuz konunun çamur içinde oluşu... Bir an şöyle 15 yıl öncesine gidip bizim eski mahallede arkadaşlarla maç yapmak istedim. Tek çıkarı ortak bir heyecan hissetmek olan... Fazlası boş...

12 Temmuz 2011

Futbolda Temizlik Zamanı - 2


Futbolda şike operasyonu artık 10. gününü geride bırakırken beklendiği gibi 2. dalga da geldi çattı. "Emniyet"e alınan isimler ilk dalgadakileri aratmayacak cinsten, ki bunun daha ilerideki safhalarında da benzer şokları yaşayacağız gibi duruyor halen. Peki şu ana kadar geçen 10 günde operasyonun adil bir biçimde yürütüldüğünü söyleyebiliyor muyuz?

Her şeyden önce operasyonun gizliliği etik açıdan çok tartışıldı. Neredeyse Aziz Yıldırım veya olay içeriğinde adı geçen herhangi bir yöneticinin cep telefonuyla konuşurken çekilen basit bir fotoğrafı bile şikeye kanıt olarak algılanmaya başladı halk arasında. Evet ortada belge olarak kullanılan ve basına sızan fotoğraflar var. Sözde gerçekleşmiş bir sürü telefon konuşması da iddialar arasında. E peki bunlar şikeye bire bir kanıt mıdır? Veya daha iddianame bile hazırlanmamışken bunları basına sızdırıp kamuoyunu galeyana getirmek de neyin nesidir? Daha önce futbol haricindeki büyük davalarda da gördük bunu, yabancı değiliz dolayısıyla. Buyrun Emenike, Sezer, Mehmet Yıldız gibileri serbest kaldı işte. Aynı gözlüklerle bakınca gözaltındayken onlar da direk suçlu yerine konmadı mı? Halbuki gözaltına alınmak hemen karalanmak demek değildir ki serbest bırakılınca aklanmış olunsun!

Peki şimdi ne oldu? Birçoğu Fenerbahçe'nin Bank Asya 1. Lig'e düşürülmesini bekliyordu değil mi? Daha ortada somut olarak kanıtlanmış bir şey yokken takımın dağılmasını, alt ligde sürünmesini hoş görüyordu fanatik bakış açıları... Neden? Çünkü operasyon medya tarafından öyle bir sunuluyor ki sanki son kararı halk verecek! Gözaltındaki tüm şahıslar türlü türlü zan altında bırakılıyor ve halk gözünde direk suçlu ve şerefsiz damgası yemeye itiliyor. Böyle olunca halkın bu isimlere ceza istemesi doğal oluyor. Çark dönmeyince de misal Fenerbahçe'nin ligde kalışı adaletsizlik olarak algılanıyor.


Ülkede tüm futbol ortamı kaos içindeyken liglerin zamanında başlaması da ayrı bir muamma. Olay güvenilirlik meselesi de değil, ki şu durumda kimsenin uzun bir süre şike ve teşvik işlerine bulaşacağına inanmıyorum. Yine de bir taraftar olarak kim ne yaptıysa cezasını bulduğunu görmek benim sonuna kadar hakkım. Federasyon en azından soruşturma sürecinin olgunlaşmasını ve böylece savcının delilleri paylaşabileceği bir ortamın oluşmasını bekleyebilirdi. Bunun üstüne bir de soruşturmadan etkilenen takımları düşünün... Fenerbahçe, Eskişehir, İBB, Sivasspor ve son olarak Beşiktaş ile Trabzonspor...Bu takımlar lige şu an nasıl bir psikolojiyle hazırlanıyor? Bu ortamda 5 Ağustos'ta başlayacak olan ligden nasıl bir kalite bekleyebiliriz? Yine bir taraftar olarak lig kalitesini her daim yüksek görmek benim hakkım ve bunu sağlamak da Federasyon'un başlıca görevi.

Şike operasyonu şu ana dek genel olarak yönetici, menajer ve onların yakınlarına odaklandı. Ortada böyle bir pislik varsa peki sahaya nasıl yansıdı da iddia edildiği kadar organize bir suç ortamı oluştu? İşte olayın bu kısmı sanki daha yeni yeni başlıyor. Operasyon sahadakilere doğru genişlediği anda lig maçlarının oynandığını düşünün. Bir futbolcunun maçtan çıkıp, duşunu alıp Emniyet'e gittiğini düşünün. Veya bir teknik direktörün... Bir de bu ortamı görüp 'sıra bana da gelir mi, ne zaman gelir acaba?' diye düşünmekten kurtulamayan diğer meslektaşlarını... Bu ortamda kendini tamamen oyununa odaklayabilen futbolcu / teknik direktör isteyebilir miyiz şimdi?

"Marka değeri" diye bir zırva dolaşıp duruyor uzun zamandır. Geçiniz!.. O değeri bulmak için önce güvenilir bir lig ve bundan doğan kalite olacak. Kalite seyir zevkini getirecek ve Federasyon her şeyden önce bu değerleri ve adaleti koruyabilecek. Kulüpler de kendi çıkarlarından önce ligi düşünecek çünkü diğerleri olmadan kendisinin de eksik kalacağının farkında olacak. İşte "marka değeri" dediğiniz şey, tüm bunlar sağlandığı anda ortadaki malı paraya çeviren etkendir. Fazlası değil... Ama şu ortamda markayı bırakın, temelden "değer" kavramını tartışmak gerek asıl...

10 Temmuz 2011

Karadağ: Balkanlar’ın Yeni Yıldızı



Bir ülke düşünün ki varlığı henüz 5 yıl önce kabul görmüş olsun. Buna rağmen futbol milli takımı, son sıradan girdiği FIFA Dünya Sıralaması’nda 24.lüğe kadar yükselsin. Üstelik bu topraklarda iki tane de Avrupa çapında yıldız yetişsin. Suları bir türlü durulmayan Balkanlar’ın küçük genç ülkesi Karadağ, bağımsızlık sonrasında futbolda da yükselmenin tadını çıkarıyor.

20. yüzyılın başlarında futbol, cazibesiyle çoktan Britanya’dan çıkıp Kıta Avrupa’sını etkisine almaya başlamıştı. Ne var ki Balkan ülkeleri, çoğu zaman olduğu üzere birbirleriyle uğraşmakla meşguldü. İyice zayıf düşmüş olan Osmanlı himayesinden kurtulup 1910 yılında krallık ilan eden Karadağ’ın da futbola ayıracak pek vakti yoktu. Zira önce Balkan, ardından 1. Dünya Savaşı kapıdaydı.

Art arda savaşların sonucunda Yugoslavya çatısı altında Sırplarla ile birleşen ülke, bu ortaklığın tam 88 yıl süreceğinden habersizdi. 21. yüzyıla gelindiğinde Yugoslavya’dan geriye sadece Sırbistan ve Karadağ kalmıştı. Zaten bir süredir kendi yağıyla kavrulmayı beceren Karadağ halkı, 2006 Mayıs’ındaki referandum sonucu kordon bağını kendi elleriyle kesti ve bağımsızlığını elde etti. O tarihten itibaren de Karadağlı’ların futboldaki tırmanışı hızını yavaşlatmadı.

“Cesur Kartallar”
2006 Dünya Kupası başladığında Karadağ, henüz 6 günlük gencecik bir devlet konumundaydı. Hal böyleyken bir ülke olarak kağıt üzerindeki varlığını yitiren Sırbistan & Karadağ, son kereye mahsus yeşil sahalarda bir arada boy gösterdi. Arjantin, Hollanda ve Fildişi Sahilleri’nin bulunduğu ölüm grubuna düşen takım, ülkedeki değişim havasının da etkisiyle 3 maç sonunda sıfır puanla turnuvadan elendi. Bu veda, Karadağ için yeni bir başlangıcın simgesiydi. EURO 2008’e katılabilmek adına çok uğraş verilse de gerekli prosedürler tamamlanamayınca ülke, bu kupanın elemelerinde yer alamadı.

'Cesur Kartallar' hızla yükseliyor.

2007’nin ilk ayı geride kalırken Karadağ artık bir UEFA üyesiydi. Dolayısıyla 2010 Dünya Kupası Avrupa elemelerine hazırlanmak için önünde 1,5 yılı aşkın bir süre vardı. Bu taze motivasyonla iki ay sonra tarihinin ilk milli maçını Macaristan ile oynadı “Cesur Kartallar”. Podgorica Şehir Stadı’ndaki 12 bin taraftar, henüz 10 ay önce özgürlüğüne kavuşan ülkesinin dalgalanan bayrağını yeşil sahalarda da görmenin gururunu yaşıyordu. Futbolcular da bu anlamlı güne tat katmaktan geri kalmadı ve maçı 2-1 kazanarak halka ilk maçında galibiyet sevinci tattırdı.

Elemeler başlayana kadar oynadığı 10 hazırlık maçında 4 galibiyet ve 2 beraberlik alan Karadağ, yeni kurulan bir ülkeye göre hiç de fena değildi. Böylece 199. sıradan giriş yaptığı FIFA Dünya Sıralaması’nda 136.lığa kadar yükselmeyi başarmıştı. Ne var ki aynı başarı İtalya, İrlanda ve Bulgaristan’ın bulunduğu grupta yakalanamadı. 10 maç sonucunda alınan tek galibiyet ve 6 beraberlik, Karadağ’ı grupta sonran ikinci sıraya yerleştiriyordu. Yine de bu performans, 2009 Ekim’inde Cesur Kartallar’ı FIFA’nın sıralamasında 75. sıraya taşımak için yeterliydi.

2010 Dünya Kupası’na bilet bulunamamış olsa da, bu durum Karadağ’ı denemekten alıkoymadı. Sıklıkla oynanan hazırlık maçları, özellikle milli takımın tecrübe kazanmasında önemli rol oynuyordu. Öyle ki, 2010 Eylül’ünde EURO 2012 elemelerinin ilk düdüğü çalarken Karadağ artık FIFA sıralamasında 40.lığa yerleşmişti. Bu ivmenin verdiği motivasyonla gruptaki ilk 3 maç gol bile yemeden kazanıldı. Bir sonraki karşılaşmada Wembley’de İngiltere karşısına çıkan Karadağ, bu zorlu deplasmandan da golsüz beraberlikle ayrılarak bir anlamda güven tazelemiş oldu. 5 maç sonunda İngiltere ile birlikte 11 puana sahip olan Karadağ, Ekim ayındaki rövanşta rakibini alt ettiği anda ülkenin kaderi oldukça değişebilir.

Başarının mimarlığını eski yıldız Dejan Savicevic üstleniyor.


Karadağ’ın Kahramanları
Her başarı öyküsünde olduğu gibi Karadağ’ın da bugüne gelmesinde önemli rol oynayan birkaç kahraman mevcut. Bu isimlerin arasında Milan ve Yugoslavya Milli Takımı’nın 90’lardaki dâhi oyuncusu Dejan Savicevic’in yıldızı bir kat fazla parlıyor. Kızılyıldız’dan Milan’a transfer olduğu anda Van Basten’i bile neredeyse unutturan Savicevic, futbolu bıraktıktan hemen sonra 2001 yılında Sırbistan & Karadağ Milli Takımı’nın başına geçti. Ne var ki buradaki performansı sahadakini aratır haldeydi. 2 yıllık sürenin ardından hatasından dönerek istifa etti ve 2004 yılında özerk halde faaliyet gösteren Karadağ Futbol Federasyonu’nun direksiyonuna geçti.

Savicevic’in henüz 38 yaşında federasyon başkanı olması, onun politikaya erkenden ısınması için bir araç özelliği taşır. Nitekim 2006 Mayıs’ındaki özgürlük referandumu sürecinde Karadağ Hükümet Başkanı Milo Dukanovic’e önemli destekte bulundu. Halkı ‘Evet’ demeye çağıran birçok temasta bulunurken, kampanya afişleri sokakları süsledi. Ayrıca bağımsızlık süreci boyunca futbola yaptığı katkı açısından bakılırsa, federasyon başkanı olarak Savicevic’in teknik direktör seçimleri takımı sürekli bir adım öne taşıyabildi.

Karadağ Milli Takımı’nın ilk teknik direktörü olan Zoran Filipovic’in görevi aslında hiç de kolay değildi. Zira birbirleriyle hiç oynamamış, hatta belki de hiç tanışmamış bir grup futbolcudan takım yaratmak gibi bir amacı vardı. 3 yıllık görev süresi boyunca çıktığı 23 maçta 8’er galibiyet ve beraberlik elde eden Filipovic, ülkesini FIFA sıralamasında 73. sıraya taşıyarak misyonunu tamamlamış halde takımdan ayrılıyordu. Onun yerine gelen Hırvat Zlatko Kranjcar ise ilk üç maçında bu ivmeye ayak uydurmakta zorlandı. Takımının başında sahaya çıktığı Makedonya, Arnavutluk ve Norveç karşılaşmalarından boynu bükük ayrılınca 625 bin nüfuslu ülke bir an karamsarlık yaşadı. Ancak bu kötü dönemi çabuk toparlayan Kranjcar, ardından Karadağ’a 8 maçta 6 galibiyet ve 2 beraberlik hediye etti. Üstelik bu süre boyunca kalesinde sadece tek gol gördü ve EURO 2012 eleme grubunda halen İngiltere’nin ardından 2. sırada yer alıyor. Eğer Kranjcar Karadağ ile turnuvaya katılmayı başarırsa, ülke futbol tarihine adını şimdiden altın harflerle yazdırmayı başarabilir.

Kaptan Vucinic ve Jovetic, İtalya karşısında

Cesur Kartallar’ın kulübede veya masa başındaki kahramanlarının yanı sıra sahada da takımı sırtlayan yıldızları bulunuyor. Kırmızı forma ile oynadığı 22 maçta 11 kez ağları havalandıran Roma’lı Mirko Vucinic, şüphesiz bunlardan en çok parlayanı. Aynı zamanda takım kaptanlığı görevini yürüten Vucinic, ülkesinin en golcü ismi olmasının yanı sıra özgür Karadağ’ın ilk golünü kaydeden isim olmasıyla da ön plana çıkıyor. 22 yaşındaki Fiorentina’lı Stevan Jovetic ise yeteneğiyle daha şimdiden Floransa efsanesi Roberto Baggio ile kıyaslanmaya başladı bile. Genç yaşına rağmen ülkesinin 2007’deki ilk maçından bu yana kadroda yer bulan Jovetic’in de 6 golü bulunuyor. Son olarak Sporting Lisbon’un futbolcusu olan Simon Vukcevic, 26 kez Karadağ forması giyerek bu alanda rekoru elinde tutuyor. Bu üç futbolcunun performansı, İngiltere ile girilen EURO 2012’ye katılma mücadelesinde kilit rol oynamakta.

Ligdeki Durum
Karadağ’ın az zamanda çok iş yapan bir milli takımı varken benzer şeyi ulusal lig için söylemek şimdilik çok zor. 12 takımlı ligin birincisi Şampiyonlar Ligi öne elemelerine ilk turdan katılırken, ikinci ve üçüncü ekip de UEFA Avrupa Ligi elemelerine giriş hakkı kazanıyor.  5 sezonluk  Karadağ lig tarihinde 4 farklı şampiyon çıkması, rekabet ortamı açısından bakıldığında iyimser olabilir. Ancak maç başına ortalama 1000’den az biletli seyirciye oynayan lig, ülke nüfusunun halihazırda çok küçük olması sebebiyle milli takım seviyesindeki ivmeyi yakalamakta sıkıntı çekiyor. Zira UEFA Ülke Sıralaması’nda 53 temsilci arasından 43. sırada yer alan Karadağ ekiplerinin önündeki en büyük handikap, ekonomik anlamda kendilerinden çok daha büyük takımlarla karşılaşmak zorunda olmaları. Küçük nüfusuna oranla geniş bir yetenek havuzu olan Karadağ’ın parlak oyuncuları genellikle Sırbistan veya diğer Avrupa ülkelerine transfer oluyor. Sonuç olarak milli takım ilerlemesini sürdürürken kulüpler için aşama kaydetmek zorlaşıyor.

Son şampiyon: Mogren

Karadağ Ligi’ni zirvede tamamlayan Rudar, Zeta, Mogren (2) ve Buducnost arasından en başarılı olan takım sonuncusu. 1925 yılında kurulan Buducnost’un bağımsızlık öncesi Yugoslav Ligi’ndeki en büyük başarısı lig 6.lığı ve iki kez Yugoslav Kupası finaline yükselmek oldu. 90’lı yıllarda lige Slovenya, Bosna-Hersek, Hırvatistan ve Makedonya’dan da takımların katılması sonucu Buducnost, Yugoslav Ligi’ndeki tek Karadağ temsilcisi olarak kaldı. Ülkedeki sistem çökmeye yüz tuttuğunda ise Mogren ve Zeta kulüpleri de lige tekrar dahil oldu. Dejan Savicevic, Predrag Mijatovic ve Simon Vukcevic gibi yıldızları altyapısından çıkaran Buducnost’un Avrupa’daki en büyük başarıları ise 1991 Balkan Kupası finali ve 2005/06 sezonundaki Intertoto 2. Tur maçları.

Birçok küçük ülkenin onyıllarını alan bir sıçramayı Karadağ Milli Takımı sadece 5 yılda gerçekleştirdi. Bunu kendisinden daha ilerideki takımları yenerek veya onlardan puan alarak başaran Karadağ’da kulüp takımlarının alması gereken yol çok daha fazla. Zira bağımsız bir ekonomiyi yeni yeni oturtmaya çalışan ülkede kulüp futboluna el uzatacak sponsor bulmak ayrı bir zanaat gerektiriyor. Hele ki seyirci ortalamasının oldukça düşük seyrettiği bir ortamda bu desteği bulmak hiç de kolay değil. Yine de Balkan ülkelerinde oldukça geniş bir ağa sahip olan Deutsche Telekom’un Karadağ Ligi’ne sponsor olması, ülke futbolu için ekonomik anlamda bir umut ışığı niteliği taşıyor. Bu destek orta vadede arttığı taktirde finansal güç kazanacak olan Karadağ kulüplerinin, yetenekli oyuncuları elde tutma potansiyeli de artacaktır. Bu ihtimal bile Avrupa kupalarında birkaç adım daha ileri gitmek için önemli fırsatlar yaratabilir.

Karadağ ve Türkiye
Balkanlar’ın en genç ülkesi Karadağ ile Türkiye futbolunu karşılaştırmak, bugün deve ile cüceyi kıyaslamaktan farklı değil. Nitekim gerek milli takım, gerekse kulüp bazında Karadağ’ın Türkiye’ye pek yaklaştığı bir sahne olmadı. Yine de özellikle milli takım seviyesinde ‘cüce’nin ‘deve’ ile yavaş yavaş boy ölçüşmeye başladığını söylemek yanlış olmaz. Zira bugün Türkiye’nin 30. olduğu FIFA Dünya  Sıralaması’nda Karadağ’ın 24. sırada bulunması tesadüf değil.

22 yaşındaki Jovetic'in yıldızı daha da parlayacak gibi 

Öncelikle her iki ülkenin de futbol oynamaya hevesli bir genç nüfusu ve gayet zengin bir yetenek havuzu mevcut. Avrupa’nın en büyük 10 ligi arasında rahatlıkla kendine yer bulan Türkiye’de yetişen oyuncuların öncelikli hedefi Üç Büyükler oluyor. Burada da istikrar sağlandığı taktirde birçok oyuncunun gözü Avrupa’nın üst düzey liglerine dikiliyor. Ne var ki bu ülkelerde had safhada olan rekabet, dolayısıyla oyuncu seçimine de yansıyor. Yine de transfer gerçekleşmediği sürece Süper Lig gerek kalite gerek maddi açıdan cazibesini koruyor.

Karadağlı oyuncular ise hedefi büyük tutmadan genç yaşta ülkeden ayrılmanın yollarını arıyor. Öncelikli olarak Sırbistan Ligi’ne iltica eden futbolcular buradan Avrupa’nın ve hatta dünyanın çeşitli liglerine dağılıyor. Ülke dışından sadece Almanya ve İspanya’da temsilcisi var olan Türkiye Milli Takımı’nın yanında Karadağ’ın İtalya’dan Çin’e, Macaristan’dan Japonya’ya, Rusya’dan Güney Kore’ye, Portekiz’den Belçika’ya kadar uzanan geniş bir portföyü bulunuyor. Durum böyle olunca Türkiye’nin kulüp futbolu ve lig kalitesi ön plana çıkarken, yetenekli oyuncuları yurt dışında tecrübe kazanan Karadağ ise milli takımı ile futbolunu geliştiriyor.

Sonuç olarak Dejan Savicevic’in kontrolü ve Zlatko Kranjcar’ın yönetimi altında hızla tırmanmaya devam eden Karadağ futbolu, özellikle ulusal takım bazında son 5 yılda yaptıklarının çok daha fazlasını becerebilir. Daha şimdiden Vucinic ve Jovetic gibi isimleri futbol sahnesine çıkaran genç ülke, Yugoslavya gibi Balkanlar’ın yeni Brezilya’sı olamasa bile bayrağını ileri taşıyacak yetenek potansiyeline sahip. Bu fırsat bir de ligin ekonomik anlamda güçlenmesiyle desteklenirse, Karadağ Avrupa futbolunun küçük dev ülkesi haline gelebilir.

6 Temmuz 2011

Futbolda Temizlik Zamanı


Pazar gününden bu yana ağzımız açık izliyoruz olanları. Gerçi ben kendimi bildim bileli o maç ayarlanmış, bu futbolcu satılmış gibisinden türlü türlü laf kalabalığı arasında büyüdüm birçok yaşıtım gibi. Yalnız bu seferki hepsinden farklı. Kaç gündür bekliyorum bir şeyler biraz daha netleşsin de öyle yazayım diye. Mesela bu yazıyı dün yazsaydım "federasyonun nasıl hiçbir gelişmeden haberi yoktu?" gibisinden kelamlar edebilirdim ama bugün bir baktık ki Mahmut Özgener de şüpheli olarak sorgulanıyor. Neyse, bu soruşturma tahminimden oldukça hızlı ve etkin ilerlese de birçok şeyin netleşmesi zaman alacak. Yazalım gitsin...

Her şeyden önce Fenerbahçeli arkadaşlarım adına cidden üzüldüm. Zira iddialar kısmen bile olsa doğruysa, mesela  savcının Mehmet Ali Aydınlar'a sözde dediği gibi Fener'in son 5 maçının skoru önceden biliniyorsa, durum vahim işte. O kulübün Türkiye genelindeki yüz binlerce taraftarının hislerine yazık. Niang gole giderken yaşadığı heyecana, Alex topun başına geçince hissettiği umuda, rakip takım Volkan'ın üzerine gelirken kapıldığı korkuya yazık. Hepsi bir anlamda boşuna oluverecek bir anda. Devre arasında veya maç öncesinde birkaç yüz bin dolar sayesinde satın alınmış hisler olacak çünkü hepsi. Tabii iddialar doğruysa...

Taraftarın ardından sezonun özellikle ikinci yarısı gerçekten iyi işleyen sahadaki takıma ve Aykut Kocaman'a yazık. Her ne kadar onca iddia dolaşsa da ligin son 17 haftasını domine etmiş bir takım vardı çünkü. Kaç maçlarını izledik ve 'oynayan' bir takım gördük, yani şahsen ben öyle düşünüyorum. Sahadaki her hareketi şikeye bağlayamayız ya? Bu adamların emeğine de yazık işte. Bu noktaya Aykut Kocaman da değindi basın toplantısında. Oyuncuların emeğine ve alın terine yazık olmasın dedi hani. Katıldığım noktaları bu paragrafta açıkladım zaten ama Fenerbahçe birkaç puan farkla şampiyon olmuş olsa anlarım. E o zaman ligi aynı puanla tamamlayan Trabzonsporlu oyuncuların alın teri ne olacak ortada gerçekten şike varsa? Olaya yalnızca Fenerbahçe açısından bakılırsa Kocaman haklı olabilir. Yalnız hakkaniyet boyutundan bakarsak Trabzonspor mağdur durumda olmaz mı?

Birkaç saat önce Yıldırım Demirören ve Serdar Adalı da çağrılmış sorguya. Beklenmeyen bir durum değildi, ki zaten bu pisliğe kim batmışsa cezası neyse çeksin. Sezon boyunca zaten millet olarak gözümüz önce renkleri, sonra futbolu görüyor. Onca gerginlik de buradan doğuyor. Futbol tarihimizin en kritik dönemlerinden birini yaşıyoruz. Bari bu noktada renkleri bir kenara bırakalım çünkü uzun zamandır göz ardı ettiğimiz 'güzel oyun' futbol elden gidiyor bu kez. Şimdi bu pislik temizlenmezse önümüzdeki sezon hangi maçı rahatça izleyebileceğiz ki? Kime ve neye güvenebileceğiz? İşte bu yüzden zaman temizlik zamanı. Süper Lig'i ve futbolumuzu koruma zamanı. Renk ayrımı yapmanın değil... Adı, sanı, rengi, itibarı neyse olaya karışan her kulüp cezasını bulsun. Çünkü bulmazsa bu kez ne federasyona güveneceğiz, ne ligin kalitesine inanacağız, ne de futbolu sevebileceğiz... Kaldığımız yerden tantanaya devam edeceğiz sonra, ki bunu hiç ama hiç istemem.

Son olarak herkesten rica edeceğim, bu yazıda gördüğünüz her cümlenin başına "Eğer iddialar kanıtlanırsa" ibaresini koyarak okuyun. Daha yargı kolları bile net hüküm vermeden sağda solda her şüpheliye bir şikeci gözüyle bakılıyor ve bir anlamda kirlilik oluşuyor çünkü sonra...

3 Temmuz 2011

Dr. Öz


2 Temmuz 2011

TamSaha Temmuz



TamSaha dergisinin Temmuz sayısı yayında. Dünya ve Türkiye futbolunun gündemindeki konuları, röportaj ve dosyalarla ele alan derginin 81. sayısında, Türkiye'de futbol oynadığı 2 yıl boyunca pozitif karakteri ve olgun kişiliğiyle taraflı tarafsız tüm futbolseverlerin sevgilisi olan Pierre Van Hooijdonk'la çok samimi, bir o kadar da keyifli bir sohbet gerçekleştirdik: "Aklı daha fazla kullanmak gerek!"

Türk futbolcusu için kâbus gibi görünen bir sınırı aşıp İspanya'nın en önemli takımlarından Valencia'ya transfer olan Mehmet Topal, Türkiye ve İspanya'daki futbol felsefelerini kıyaslarken, çok çarpıcı tespitlerde bulunuyor: "Türkiye'de futbol oynamak çok zor..."

A Millî Takım'ın yeniden yapılandırılmasında Avrupa'da yetişen Türk oyuncular büyük önem taşıyor. Bu oyuncuların en fazla umut vaat edenlerinden birisi de Chelsea'den yeniden Almanya'ya dönüp yeni sezonda Hamburg formasını giyecek olan 19 yaşındaki Gökhan Töre: Hiddink'in yeni gözdesi...

Geçen sezon Samsunspor'a transfer olduğunda bir 3. Lig oyuncusuydu. Ama gösterdiği performansla takımının Spor Toto Süper Lig'e çıkışına büyük katkı yaptı, Bank Asya 1. Lig'de "Yılın Genç Yeteneği" seçildi ve çoğu takımın peşinden koştuğu bir oyuncu haline geldi. Kemal Tokak: Kale gibi stoper...

Çoğu futbolsever onu Süper Lig'deki ve yeni takımındaki ilk maçında sonradan oyuna girip Galatasaray'a Ali Sami Yen'de attığı golle tanımıştı. A2 Millî Takım kampında yakaladığımız Ankaragücülü oyuncu, bu noktalara gelmesini sağlayan Samsunspor'da yaşadıklarını, Süper Lig'de geçtiğimiz sezon çektiği zorlukları ve hayatıyla ilgili detayları bizlerle paylaştı. Turgut Doğan Şahin: "Acemilik dönemim bitti..."

U19 Takımımız bu ay içinde Avrupa Şampiyonası finallerinde mücadele edecek. Bu önemli organizasyon öncesinde U19 Takımımızın Teknik Direktörü ile bugüne kadar yapılanları, hedefleri ve hayalleri konuştuk. Avrupa Şampiyonası finallerinde mücadele edecek 1992 jenerasyonunun çok başarılı olduğunu söyleyen Kemal Özdeş, şampiyonluk şansı en yüksek ekip olduğumuzu iddia ediyor: "En iyi takım bizimki..."

Ayrıca, "TFF'nin yeni başkanı Aydınlar", "Milli Takım: Altın değerinde 1 puan", "2010-2011 Sezonu Spor Toto Süper Lig İkinci Yarı Gol Analizi: Kondisyon ve konsantrasyon sorunu!", Spor Toto Süper Lig: İşte altyapının liderleri", "Coşkun Özarı: Bir Millî Takım efsanesi", "Taktiksel dizilişlerin tarihi: Rakamların dili var", "St. Pauli: Başka bir dünya", "Futbolun göç haritası: Yabancı sayısında 5. sıradayız", "Copa America: Futbol cambazları işbaşında", "Kafkasya Futbolu: Sıra Dağıstanlılarda", "Karadağ: Balkanların yeni yıldızı", "Efes Pilsen Futsal Ligi: Zafer yine İstanbul Üniversitesi'nin", "Nike Halı Saha Ligi:  Şampiyonlar İzmir ve Samsun'dan" dosyalarıyla TamSaha'nın Temmuz sayısında da futbol kültürünün değişik konularıyla, farklı bir içerik yer alıyor.

ShareThis

Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...